İşsizliğin nedenleri ve çözümü

Elinde çekiç olan gördüğü herşeyi çivi zannedermiş derler. Benzetmek doğru olur mu bilmiyorum ama benim de elimde sihirli bir değnek var “mesleki eğitim”. Nereye baksam, ne görsem, ne okusam, ne duysam ve ne kadar sorunumuz varsa hepsinin çözümünü mesleki eğitimde olduğunu düşünüyorum. Hele bu konu iş hayatı ve istihdam olunca tamam işte bu sorunumuzu mesleki eğitim çözer diye düşündüm. Ancak okudukça ve araştırdıkça istihdam konusunun oldukça karmaşık ilişkileri kapsayan, hemen kavranamayan, anlaşılamayan, çözümü güç birçok öğeden oluşan bir konu olduğunu anladım. Türk Dil Kurumuna göre; Arapça kökenli bir kelime olan “istihdam”, bir görevde ya da bir işte kullanma, herhangi bir sektör açısından kişi ya da kişileri işe alma, hizmet ettirmek olarak kullanılmaktadır. Ülkeler arasında farklılık gösterse de neredeyse tüm ülkelerin temel problemlerinden belki de en önemlisi çalışabilir nüfusuna istihdam sağlamaktır. 12 Şubat 2024 tarihinde açıklanan işgücü istatistiklerine göre işsizlik oranı 2023 yılı Aralık ayında yüzde 8,9 seviyesinde gerçekleşti. İstihdam edilenlerin sayısı 32 milyon 113 bin kişi, istihdam oranı ise yüzde 48,9 oldu. İstihdam verilerinde; 15–64 yaş arasında olanlar işgücünü, işsiz olup iş arayanların çalışma çağındaki nüfusa oranı işsizlik oranını, çalışanların çalışma çağındakilere oranı ise işgücüne katılım oranını ifade etmektedir Şubat ayında İŞKUR’un işverenlerden aldığı açık iş sayısı 201.100 olmuştur. 2024 yılı Ocak-Şubat döneminde ise 389.250 açık iş alınmıştır. Açık işlerin % 97,3’ü özel sektörden alınan açık işlerden oluşmaktadır. Sektörler itibarıyla en fazla açık iş (157.249 açık iş) imalat sanayi sektöründedir. En çok açık iş “Özel Güvenlik Görevlisi (Silahsız), Satış Elemanı/Danışmanı ve Servis Elemanı (Garson)” mesleklerindedir. 8 Mart 2024 İŞKUR web sitesinde yer alan bilgilere göre; halen ülkemizde 2 milyon 476 bin kayıtlı işsiz bulunuyor. 370 bin kişiyle bireysel görüşme yapılarak 101 bin kişi işe yerleştirilmiş ve 3 bin 500 işi aktif işgücü programlarından (İEP ve MEK) faydalanmış. İşsizliğin olmadığını söyleyebilmek için tam istihdam yani çalışabilir nüfusun % 94–97 çalışıyor olması gerekiyor. İşsizliğin yüksek olmasının temel nedenleri olarak eğitim sisteminin kalitesi, şirketlerin yatırım yapmaması, hükümetin istihdamı yeterince desteklememesi, üniversite-sektör işbirliğinin zayıf olması ve meslek liselerinin yeterince nitelikli aranan elemanlar yetiştirememesi gibi birçok sebep sıralanabilir. Geleneksel dönemde dünyada işsizlik yok muydu? Sanayi devrimi, sanayileşme ve şehirleşmeyle birlikte verimlilik artışı, istihdamı sektörel olarak dönüştürmesi işsizliği artırdı mı? Özellikle genç nüfusa sahip ve işgücü arzının yüksek olduğu ülkelerde istihdam sorunu daha yoğun hissedilmektedir. Ekonominin kriz dönemlerinde dönemsel işsizlik doğal olarak artarken ülkenin ekonomik yapısından kaynaklı işsizlik de artabilir. İstihdamın koruyucusu olarak son yıllarda tüm dünyada resmi-fiili-aşırı çalışma sürelerinin azaltılması bir yöntem olarak uygulanmaya başlamıştır. 2017 yılı verilerine göre; dünyada haftalık çalışma süresi ortalaması 39,8 saattir. Almanya, Danimarka, Norveç, Kanada ve Hollanda’da 32-35 saat ile en düşük iken Portekiz, Brezilya, Yunanistan, Türkiye ve Meksika’da ise 38-46 saat ile en yüksek haftalık çalışma saati uygulanmaktadır. Çalışma sürelerinin gelişmiş ülkelerde neden azaltıldığı, verimliliğin gelir düzeyini ciddi biçimde artırması üretim için gerekli işgücüne gereksinimi de azaltması sebep gösterilmektedir. Son yıllarda kadınların işgücüne katılımındaki ciddi artış da “kişi başına düşen iş” miktarında azalmaya yol açmıştır. Sonuç olarak işler çalışanlar arasında paylaşılmaya ve haftalık çalışma süreleri azaltılmaya başlamıştır. Öte yandan kısmi süreli/part time işlerin sayısında ve oranında gittikçe artma görülmektedir. Özellikle erkeklerin iş hayatına başlangıçta ve yaşlıların emekliliğe geçişte kısmi süreli çalışma eğiliminde olduğu görülmektedir. 2018 verilerine göre kısmi süreli çalışanların toplam çalışanlara oranı; G7 ülkelerinde % 17,6 – OECD ülkelerinde 16,5 ve EU28 ülkelerinde 16,6 iken ülkemizde 9,3 oranındadır. Kısmi süreli çalışmanın hizmetler sektöründe % 44,6 – 81,4 arasında yoğun, sanayi sektöründe % 28,6 – 16,3 arasında tarım sektöründe ise beş ülke hariç % 10’un altındadır. Kadınların daha çok aile ve ev odaklı görev ve sorumluluklarını düşünerek kısmi çalışma talep ettikleri bilinmektedir. Son olarak kısmi süreli çalışma gençlerin istihdamını artırmak ve genç işsizliği azaltmak için ülkelere önemli bir fırsat sunmaktadır. Genel olarak tarım yoğun ekonomiye sahip ülkelerin fakir olduğu, sanayileştikçe tarımın ekonomi içindeki payının azaldığı, üretimin-verimin-kazancın artmasıyla fiyatların düşmekte ve hizmet sektörünün gelişmesi, istihdam payının artmasına sebep olduğu kabul edilmektedir. 2018 verilerinde ülkemizde % 54,5 ile hizmetler sektörü ilk sırada, % 26,3 ile sanayi (inşaat dâhil) ve son olarak % 19,2 tarım sektörü gelmektedir. Çalışabilir ülke nüfusunda işgücü arzının, eğitim ve nitelik düzeyinin artışı işgücüne katılım ve istihdamı da artırmaktadır. Örgün eğitim yanında başta televizyon olmak üzere tüm kitle iletişim araçlarının kullanımının artması diploma olmasa da eğitim seviyesini artırmıştır. 2018 verilerinde eğitim düzeyine göre 15 yaş ve üzeri işgücüne katılım oranı; yükseköğretim % 79,5 ile ilk sırada, % 66,1 ile meslek liseleri, % 55,3 ile liseler, % 49,1 lise altı eğitimliler ve % 18,6 okuryazar olmayanlar şeklindedir. İnsanlar için yaşamak-çalışmak eş anlamda düşünülmekte, temel ihtiyaçların karşılanabilmesi için herkesin çalışması gerektiği bir gerçek olarak kabul edilmektedir. İşsiz olan insanın maddi ihtiyaçlar dışında psikolojinin de bozulma riski bulunduğundan çalışmak sağlıklı olmak anlamına da gelir. Son yıllarda ekonomik hedeflere ulaşıldıkça işsizlikle mücadele için bulunan en önemli iki çare çalışma saatlerini azaltmak ve kısmı süreli işleri çoğaltmak olarak kabul edilmektedir. Ülkemizde haftalık çalışma saatlerinin fazla olmasının yanında iş yoğunluğunun da fazla olduğu ülkeler sıralamasında üçüncü sıradadır. Fazla çalışma, iş-yaşam dengesinin olumsuz yönde bozulmasına yol açarken ailevi sorunların artmasına belki boşanma sebebi olmaya öte yandan işteki verimin düşmesine sebep olmaktadır. Ülkemizde en çok tartışılan konulardan biri de göçmenlerin işsizlik oranı ve çalışanların ücretleri üzerinde olumsuz etkide bulunduğudur. Yapılan araştırmalar göçmenlerin genel olarak işsizliği artırmadığı kendi istihdamını ürettiği, ekonomik yapıya zarar vermediği gibi daha çok tercih edilmeyen işleri kabul ederek imalat ve hizmet sektöründe önemli boşluğu kapattığını ortaya çıkarmıştır. Özellikle inşaat-otomotiv-mobilya-plastik ve ambalaj sektöründe mavi yakalı çalışan bulmada yaşadıkları sıkıntı sebebiyle Türkmen-Özbek-Gürcü-Suriyeli-Ahıskalı göçmenleri çalıştırmak zorunda kaldıklarını işverenler açıkça ifade etmektedir. Ayrıca göçmenlerin daha düşük ücretle çalıştığı, bu durumun işverene rekabet avantajı sağlarken maliyeti düşürdüğü için enflasyonu da ortalama yüzde 2,5 civarında düşürdüğü konuşulmaktadır. Modern ekonominin sağlıklı bir şekilde işleyebilmesi noktasında nüfusun belirli bir kısmının teknik lise ve yükseköğretim düzeyinde orta/üst düzey eğitime sahip olması gerekmektedir. Günümüz dünyasında bir taraftan çok farklı düzeylerde vasıf gerektiren çok farklık işler bulunurken diğer taraftan da teknolojik gelişmeyle birlikte ihtiyaç duyulan işler/vasıflar zamanla değişmektedir. Bu duruma paralel olarak lise ve yükseköğretim düzeyinde sağlanması gereken eğitimin de bir taraftan nitelik/nicelik açısından verimli/yeterli olması diğer taraftan da zamanın gereklerine göre güncellenmesi ve geleceğe uyarlanması elzemdir.(*) Ülkenin ekonomik sisteminin ihtiyaç duyacağı insan kaynağını, makro kalkınma planlarına ve iş hayatının yapısı ve taleplerine uygun olarak yetiştirmek her eğitim sisteminin birinci amacı olmalıdır. Hangi sektörlerin hangi coğrafi bölgelerde konuşlandırılacağı, gelişeceği ve teşvik-destek politikaları uygulanacağına bağlı olarak en başta meslek liselerinde gerekli alan ve dalların açılması planlanmalıdır. Örnek olarak iç Anadolu, doğu ve güneydoğu bölgesine tarım ve hayvancılık konusunda yatırımlar yapılması planlanıyorsa devamında hibe-teşvik ve destekler verilmesi düşünülüyorsa o bölgedeki meslek liseleriyle üniversitelerin meslek yüksekokulu ve ilgili fakültelerde tarım sektörünü destekleyecek teknisyen, tekniker, veterinerlik ve mühendislik bölümleri açılmalıdır. Eğitim içeriği olarak yöresel olarak ekilecek ürünlerin ve yetiştirilmesi düşünülen hayvanların programa alınması da gereklidir. Kaynakların ekonomik verimli kullanılması adına bu hayati öneme sahiptir. Bu konudaki başarı istihdam dengesine, işsizliğin azalması ve verimin artmasına destek olacaktır. Her ne kadar eğitim ve okul yöneticileri başta olmak üzere rehber öğretmen-sınıf öğretmeni gibi bir eğitim çalışanının ekonomi ve istihdam bilmesi ve sağlaması görevi yoksa da çocukların ve gençlerin üretken-verimli-çalışkan-ahlaklı birer meslek insanı olma yolunda bilgi, rehberlik ve yönlendirilmesi ihtiyaçları vardır. Hakeza yükseköğretim sisteminde eğitim verilecek alanların hangileri olacağını ve kontenjanlarını belirlerken ülke ekonomisinin mevcut ve gelecekteki durumunu gözetmesi gerekmektedir. Yükseköğretimde ikibinli yıllardan sonra gerçekleşen adımlarla beraber dünya sıralamasında yükseliyor olsa da halen sanayileşmiş/gelişmiş ülkelerin epey gerisindedir. Bu durum bilgi üretme, ar-ge çalışmaları ve teknoloji üreterek sıçramanın dolayısıyla istihdam üretmek ve artırmanın gecikmesine yol açmaktadır. Çalışabilir tüm nüfusun istihdamını mümkün kılan yeni çözümler üretilemediğinde işsizlik; her geçen gün kişileri ve ülkeleri tehdit eden bir olgudur. İşlerin mümkün olan en çok kişiye pay edilmesini yani üç kişinin yapacağı işi beş kişiyle yapmak ve doğal olarak haftalık çalışma saatlerinin azaltılmasını zorunlu kılmaktadır. Bu durum firma maliyetlerini artırırken çalışanların verimliliğini de artırarak maliyetleri de düşürecektir. Yapısal bu işsizliği sadece aktif işgücü politikalarıyla aşmak mümkün olmayacağı için artık eğitimi artırmak da çözüm yerine eğitimsiz olanın işsiz kalmasına sebep olacaktır. Bu durum işveren karşısında çalışanların tüm özlük haklarının kötüye gitmesine yol açabilecektir. Bugün artık ülkemiz eğitim sisteminin temel problemi; okullaşma oranlarından ziyade kaliteli eğitimde standartları yakalamaktır. Refah toplumu/devleti olmanın yolu ilk olarak buradan başlamalıdır. İstihdam konusunda özellikle gençler tarafından üniversite mezunu olup beyaz yakalı olmak, toplumsal statüsü yüksek kariyer sayılan mesleklerde iş hayatına atılmak tercih edilmektedir. Ülkemizde sektörel firmaların çoğunun KOBİ olduğu gözönüne alınırsa oransal olarak beyaz yakalılara daha az sayıda ihtiyaç duyulduğu bilinmektedir. Buna rağmen masa başı işler maaş getirisi az bile olsa gençler mavi yakalı nitelikli meslek insanı olmak yerine beyaz yakalı olmayı tercih etmekteler. Uzun zamandır tüm sektörlerde mavi yakalı eleman ihtiyacı devam etmektedir. Gençlerin ve ailelerinin öncelikle yaşadıkları yerel-bölgesel ihtiyaçları gözönüne alarak, ilgi ve yetenekleriyle örtüşen, eğitim ve istihdam imkânı yüksek meslek ve işlere yönelmeleri konusunda aklı olan herkesin birbirini uyarması gerekiyor. İstihdamı yüzde seksen üzerinde sağlayan daha kolay iş bulacakları özel sektör yerine, istihdam payı az olan devlet-kamu-yarı kamu iş/görevlerine talip olmak baştan işsiz kalmayı göze almak anlamına da gelmektedir. Öyleyse mesleki liseleri ve meslek eğitimi, işsizliğin ve istihdamın sigortası ve garantisidir. (*) Bu çalışmada “İstihdamı Paylaşmak-İşsizliğin Nedenleri ve Çözümü, Mevlüt Tatlıyer, SETA Kitapları-59, Ocak-2020, İstanbul” kaynağından faydalanılmıştır.