DOLAR

36,4567$% 0.04

EURO

38,4297% 0.5

STERLİN

46,3807£% 0.19

GRAM ALTIN

3.424,69%1,13

ONS

2.915,50%0,87

BİST100

9.902,17%-0,09

İmsak Vakti a 02:00
İstanbul PARÇALI BULUTLU
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce

Tulû’î’nin Paşanâme’si ve 17. Yüzyıldan Eşkıya Hikâyeleri

kebikeç / 33 • 2012 127 Sözleri Dinlensin, Tasviri İzlensin: Tulû‘î’nin Paşanâme’si ve 17. Yüzyıldan Eşkıya Hikâyeleri* Tülün DEĞİRMENCİ ** 17. yüzyılın ilk yarısında, Sultan IV. Murad’ın (sal. 1623-1640) sarayında resimli bir kitap hazırlanır.1 Bu kitapta, dönemin vezirlerinden Kenan Paşa’nın (ölm. 1652) Rumeli illerinde eşkıya ile yaptığı mücadele ve Karadeniz’de Kazaklar üzerine düzenlediği deniz seferi, kendini Tulû‘î olarak tanıtan şair tarafından anlatılır; bu olaylardan bazıları ise kimliğini bilmediğimiz bir nakkaş tarafından resmedilir. Paşanâme olarak bilinen bu eser, ilk bakışta III. Murad devrinden (1574-1595) beri Osmanlı resim sanatında görmeye alışkın olduğumuz resimli gazanâmelerin bir örneğidir.2 Bununla birlikte, Paşanâme hem * Bu çalışma Suna-İnan Kıraç Vakfı İstanbul Araştırmaları Enstitüsü ve Pamukkale Üniversitesi Bilimsel Araştırmalar Birimi’nin desteği ile yapılmıştır, her iki kuruma da minnettarım. Ayrıca Osmanlıca okumalarımı kontrol eden, metni anlamamda yardımcı olan Fatma Kutlar Oğuz ve Mehmet Yaşar Ertaş’a en içten teşekkürlerimi sunarım. ** Pamukkale Üniversitesi, Sanat Tarihi Bölümü 1 Tulû‘î, Paşanâme, Londra British Library, Solane Add. 3584 (Bundan sonra Paşanâme). Koyu vişneçürüğü renginde deri cildi olan eser 79 varaktır ve nestalik hatla istinsah edilmiştir. Başlıkları Farsça’dır. Nemden dolayı kimi sayfaları, özellikle giriş bölümü, zarar görmüş ve okunamayacak hâle gelmiştir.

Tulû'î'nin Paşanâme'si ve 17. Yüzyıldan Eşkıya Hikâyeleri

Katalog bilgisi için bkz. (Rieu 1888: 191-192; Titley 1981: 71- 72). Elyazmasında yer alan ve Kenan Paşa’nın Manastır Adası yakınlarında Kazaklarla deniz savaşını gösteren tasvirin denizcilik tarihi bakımından belge olarak önemi bir makalede ele alınmıştır (bkz. Meredith-Owens 1961: 76-82). Ayrıca, elyazmasının metni yakın zamanda çıkan bir makalede tanıtılmıştır (bkz. Kaçar 2011: 267-280). 2 Paşanâme yazın türü olarak gazanâmelere yakın olmakla birlikte tam anlamıyla bir gazanâme olduğunu söylemek güçtür. Arap edebiyatındaki megazi geleneğinin bir devamı olan kebikeç / 33 • 2012 128 metni hem de tasvirleri ile Osmanlı çalışmaları için pek çok özgün ve yeni bilgiyi içerir. Sözgelimi, Paşanâme’nin şimdiye kadar Osmanlı tarih yazımında pek kullanılmayan metni, 17. yüzyıl başındaki eşkıyalık hareketleri için eşsiz bir kaynak niteliğindedir.3 Keza eserin şairi Tulû‘î’nin kimliği ve bununla şekillenen elyazmasının kullanım biçimine dair metin içindeki ayrıntılar da Osmanlı resim sanatında kitapların okunma ve seyredilme biçimi gibi henüz üzerinde durulmamış pek çok meseleye ışık tutacak nitelikte bilgiler sağlaması bakımından oldukça kıymetlidir. Tüm bunlara ilaveten, Tulû‘î’nin Paşanâme’sinde yer alan resimlerin ikonografisi, bir yandan 17. yüzyıl başında Osmanlı sultanının imgesini anlamak üzere önemli ipuçları sunarken diğer yandan da sultanla birlikte tasvir edilen ve/veya edilmeyen saraylıların kimliği, iktidar arenasındaki muktedirlerin gerilimli ilişkisi ve bu ilişkinin resimli kitaplardaki olası izdüşümleri üzerine fikir üretebilmeyi mümkün kılar. Bu yazı ile amaçlanan ise zikredilen konulara dair keskin ve kesin sonuçlara ulaşmak değil; bilakis, tüm bu meseleleri tartışmak için bir başlangıç sayılabilecek bazı öneriler getirmek ve sorular sormaktır. Bunlara geçmeden evvel, bu tartışmalara bir zemin yaratmak için Paşanâme ve onun kahramanları ile kısaca tanışmak faydalı olacaktır. I. Paşanâme: Metni, Resimleri ve Kahramanları Günümüzde tek bir nüshası ile bilinen eser manzum olarak yazılır ve biri çift sayfa takdim tasviri olmak üzere toplam beş resimle süslenir. Kitabın hemen başındaki takdim tasvirinde IV. Murad bazı devlet adamlarını kabul ederken gösterilir (Resim 1) ve ardından gelen tezhipli serlevhalı sayfa ile metin başlar. Burada Allah’a hamd, Peygamber’e ve Dört Halife’ye övgüden sonra eserin ithaf edildiği Sultan IV. Murad methedilir. Sultanın methedildiği bu bölümün hemen başında IV. Murad’ı tahtta gösteren bir tasvir yer alır ve resme eşlik eden dizelerde şair Tulû‘î ilk kez ismini söyleyerek kitabının resimleneceğini belirtir: Sultân-ı cihân-bânın idüb namına tertîb Meclisleri tasvîr oluna cedveli tezhîb Andan ide medh-i şeh-i devrânı Tulû‘î Aheng-i sühan eyleye sebt ide vukûı‘ 4 gazanâme ya da gazavatnâmelerde sultanların ya da paşaların “din düşmanlarına” karşı askerî sefer ya da seferleri anlatılır. Gazalarda fetih ya da zafer bahis konusu değildir, önemli olan savaştır ve türlü bölgelerde çıkan ayaklanmaları bastırmak üzere yapılan iç savaşları tasvir eden eserler gazanâmelerin dışında kalır. (bkz. Levend 1956: 1-2). Bu tanımlamaya göre, Paşanâme gazanâme türü içinde değerlendirilemez zira metnin ağırlıklı bölümünde Kenan Paşa’nın eşkıya ile mücadelesi anlatılır. Ancak eserin son bölümü, yani Kenan Paşa’nın Karadeniz’de Kazaklarla mücadelesinin anlatımı, Paşanâme’yi de gazanâmeler içinde düşünmeyi mümkün kılar. 3 Metin üzerine daha ayrıntılı bir çalışmayı ileriki zamanlarda yayınlamayı planlıyoruz. 4 Paşanâme, v. 3b. DEĞİRMENCİ 17. Yüzyıldan Eşkıya Hikâyeleri 129 Ardından şair, IV. Murad’ın adaletini, aklını, binicilikteki becerisini, ilim gücünü, söz söylemedeki maharetini, şairliğini, hattatlığını ve baniliğini methederek Kabe’yi tamir ettirdiğini söyler. Bu bölümün sonunda Tulû‘î, sultanın ihsanıyla kendisini mutlu ettiğini belirtir ve kitabın tertip edilmesini anlatan kısa bir bölümden sonra “Sebeb-i Te‘lîf”e geçer. Sonrasında Sultan Murad’ın Rumeli’deki karışıklıkları duyması, Kaymakam Receb Paşa (ölm. 1632) ile müşavere ederek onun tavsiyesi ile bu işi halletmek üzere Vezir Kenan Paşa’yı görevlendirmesi anlatılır. Bu sayfalarda Kenan Paşa’ya IV. Murad’ın huzurunda hilat giydirilmesini betimleyen bir tasvir yer alır (Resim 2).5 Metnin devamına göre, Mart/Nisan 1627 yola çıkan Kenan Paşa Rumeli illerine gider ve gittiği her ilde düzeni bozan eşkıyayı cezalandırarak halkın takdirini kazanır. Eserde tüm bunlar ayrı başlıklar altında anlatılmasına rağmen bu olaylardan ne yazık ki sadece biri resimlenir: Kenan Paşa’nın Drama’da Kıptilerin şikâyetini dinlemesi (Resim 3). Arada “Der Sıfat-ı Şeb” adlı geceyi anlatan kısa bir bölüm yer alır.6 Eserin sonunda ise Edirne’de iken Kazak meselesini halletmek üzere Kenan Paşa’nın 1038/1628-29’da Karadeniz’e 5 Paşanâme, v. 4a-8b. 6 Paşanâme, v. 33a-34a. Resim 1 – Takdim tasviri, Tulû‘î – Paşanâme British Library, Solane Add. 3584, v. 1b-2a. kebikeç / 33 • 2012 130 gönderilmesi ve Manastır Adası yakınlarında Kazakları yenmesi anlatılır.7 Bu savaşın betimlendiği tasvir elyazmasında yer alan son resimdir.8 Paşanâme’de başarıları övgüyle anlatılan Kenan Paşa’nın kimliği ile ilgili bazı yayınlarda küçük bir karışıklık yaşansa da 17. yüzyılı anlatan Osmanlı kroniklerinde Paşa hakkında epeyce malumat bulmak mümkündür.9 Gürcü asıllı olan Kenan Paşa’nın saraydaki kariyeri Harem’de başlar ve II. Osman devrinde (1618-1622) çeşitli görevlerde bulunduktan sonra10 IV. Murad’ın cülusunun hemen ardından Paşanâme’de anlatılan işlerle görevlendirilir. Kenan Paşa Karadeniz’de Kazakları yenmesinden 1652 yılındaki vefatına kadar, IV. Murad devrinde ve sonrasında pek çok önemli göreve getirilir.11 Anlaşılan bu uzun kariyer hikâyesinde Gürcü asıllı olmasının önemli bir payı vardı. Nitekim, Naîmâ’nın (2007: 1382) Kenan Paşa’nın vefatını aktarırken 7 Paşanâme, v. 70b-79b. Bu olay Naîmâ tarafından da ayrıntılı bir şekilde anlatılır. (bkz. Naîmâ Mustafa Efendi 2007: 670-671). 8 Paşanâme, v. 77a. 9 Charles Rieu, British Museum’daki Türkçe elyazmalarını tanıttığı kataloğunda (1888: 191) Paşanâme’de başarıları anlatılan Kenan Paşa’nın bu işlerin ardından Buda valisi olduğunu, 1066/1655-56 yılında da kaptan-ı derya olarak Çanakkale’de Venedik donanmasına yenilerek göreve gelmesinden birkaç ay sonra azledildiğini söyler. Rieu’nun bahsettiği Çanakkale’de Venedik donanmasına yenilen Kenan Paşa (ölm. 1659) Osmanlı tarihlerinde Sarı, Topal, Uzun gibi adlarla anılır. Kariyer hikâyesine baktığımızda, Mısır Valisi Bakırcı Ahmed Paşa’nın hizmetinde bulunduktan sonra cündiliğinden dolayı IV. Murad devrinde saraya getirilir ve bir müddet Hırka-i Saadet Odası’nda kaldıktan sonra Sultan İbrahim devrinde (1640-1648) vezarete yükselir. Sonrasında pek çok farklı görevde bulunan Paşa, 1659’da Bursa muhafazası sırasında Celalilere destek verdiği için öldürülür. Görüldüğü gibi, I. İbrahim devrinde vezir olan Sarı/Topal/Uzun Kenan Paşa’nın, 1627’de vezaretle Rumeli üzerine gönderilen, 1628/29 yılında da Kazaklarla savaşan Kenan Paşa olamayacağı aşikârdır. Nitekim Rieu’nun yaptığı bu hatayı Franz Babinger (1976: 884-885) düzeltir. Paşanâme’nin Koca Kenan Paşa için yazıldığını söyledikten sonra, Koca Kenan Paşa’nın yaklaşık aynı dönemde yaşayan ve benzer bir kariyer hikâyesine sahip Sarı/Topal Kenan Paşa ile karıştırıldığını da belirtir. 10 Gürcü Kenan Paşa Rumeli’ne eşkıya teftişine gitmeden önce Harem’de silahtardır. Sonrasında Sultan II. Osman zamanında (1618-1622) vezaretle Budin beylerbeyi olur; ardından İstanbul’a gelerek Etmekcizâde oğlunun eski eşi, Sultan Ahmed’in kızıyla evlenerek padişah damatları arasına katılır. (bkz. Sağırlı 2000: 77; Hasan Bey-zâde Ahmed Paşa 2004: 994). 11 1634 yılında Sultan Murad Edirne’ye gittiğinde İstanbul kaymakamıdır. (bkz. Naîmâ Mustafa Efendi 2007: 781). Sonrasında Sultan Murad’ın 1635’deki Revan seferine vezir olarak katılır, sefer esnasında Ahıska Kalesi’ni fetheder. (bkz. Naîmâ Mustafa Efendi 2007: 798, 824-825; Topçular Kâtibi ‘Abdülkādir Efendi 2003: 1031). 1638 yılında Erzurum eyaleti kendisine tahsis olunur ve vali olarak gönderilir. Erzurum valiliği sırasında Sultan Murad 1639’da Diyarbakır’dan İstanbul’a dönerken Sivas yakınında Ilıca’da Erzurum valisi Kenan Paşa’dan on beş baş ve üç zinde Kızılbaş gelir ve Kars’tan öte üç kilise civarını yağmaladığını bildirir. Saray siyasetindeki kariyerine Sultan İbrahim zamanında da devam eden Kenan Paşa 1640-41’de devrin veziriazamının hasta olmasıyla yerine kaymakam tayin edilir. 1644-45’te Anadolu beylerbeyi olur, aynı yıl on yük akçe ile emekli olur. 1649 yılındaki Girit seferinde görevlendirilir. 1652’de ise ikinci vezir iken vefat eder. (bkz. Naîmâ Mustafa Efendi 2007: 829, 871, 920, 946, 994, 1060, 1254). DEĞİRMENCİ 17. Yüzyıldan Eşkıya Hikâyeleri 131 Kenan Paşa sadrazamla, yani Gürcü Mehmed Paşa (ölm. 1666) ile hemcins olduğu için cenazesine cümle ümera ve vüzera katılmıştır demesi, hem saraydaki hemşericiliğe dayanan hizipleri hem de Kenan Paşa’nın uzun kariyerinde etkili olan desteği gösterir. Benim tartışmam bakımından önemli olan ise Kenan Paşa’nın henüz kariyerinin başında iken Rumeli’ndeki mehayif teftişine gönderilmesine vesile olan Kaymakam Receb Paşa ile olan ilişkisidir. Paşanâme’nin ortaya çıkmasında doğrudan ya da dolaylı yoldan katkısı olan Receb Paşa’nın hikâyesi, Kenan Paşa’nın Osmanlı sarayındaki istikrarlı ve güvenli serüvenin aksine epeyce çalkantılıdır. 17. yüzyıl başında Osmanlı siyasetinin önemli aktörlerinden biri olan Receb Paşa’nın ismi genellikle yeniçeri ayaklanmaları ile birlikte anılır. Bunlardan ilki 1626’da İstanbul’da vukuu bulan yeniçeri isyanıdır ki bu olayın Receb Paşa’nın kışkırtması sonucunda başladığı söylenir. Nitekim Receb Paşa, ayaklanmada öldürülen Gürcü Mehmed Paşa’nın (ölm. 1626) yerine sadaret kaymakamı olur ve üç yıl bu görevi sürdürür. Ancak esas olarak Receb Paşa’nın ünlemesini sağlayan 1631 yılındaki yeniçeri ve sipahi ayaklanmasıdır. Bu olayda Receb Paşa’nın başkentteki Bosna ve Arnavut kökenli yeniçeri ve sipahileri kışkırtarak ayaklanmalarını sağladığı söylenir. Daha sonrasında Receb Paşa’nın öldürülmesinin başlıca sebebi olacak olan bu ayaklanmada, isyancılar Sultan IV. Murad’ın yakınında bulunan pek çok kişinin öldürülmesini isterler. Sultan her ne kadar asilerin isteğini reddetmek istese de ayaklanmacıların orta kapıya kadar dayanması ve isteklerinin yerine getirilmemesi halinde Sultan II. Osman vakasına benzer bir olayın yaşanacağını ima etmeleri üzerine asilere boyun eğmek zorunda kalır. Bir önceki isyanda olduğu gibi bunun ardından da Receb Paşa yeni bir mevkii edinir, isyanda öldürülen Hafız Ahmed Paşa’nın yerine sadrazam olur. Ancak, Receb Paşa’nın saraydaki muktedir iktidarı kısa sürer, ayaklanmada oynadığı rolden dolayı Receb Paşa’yı affetmeyen Sultan Murad kısa bir süre sonra, Mayıs 1632’de Paşa’yı öldürtür (De Groot 1994: 484; Naîmâ Mustafa Efendi 2007: 699-716; Sağırlı 2000: 44-45). Paşanâme’de Kenan Paşa’nın Kaymakam Receb Paşa tarafından Rumeli işi için tavsiye edildiğinin söylenmesi elyazmasının 1632 yılından önce hazırlandığını düşündürür.12 Daha önce de belirtildiği gibi Kenan Paşa Mart-Nisan 1627’de yola çıkar.13 Eserinin ikinci bölümünde ise 1628/29 senesinde Kazaklarla mücadele ettiği söylenir. Dolayısıyla, elyazmasının Kenan Paşa Karadeniz’den döndükten sonra, Receb Paşa öldürülmeden evvel, yani yaklaşık 1630-1632 yılları arasında hazırlandığı, belki de bu işte yine Receb Paşa’nın aracı rolü oynadığı, böylece de iki saraylı paşanın sultanın adaletini sağlayan elçi olarak yaptıkları/katkı sağladıkları başarıları anlatan bir resimli kitabı sultana sunarak bu eserin sağlayacağı itibarla iktidar arenasında yeni roller üstlenmeyi 12 Paşanâme, v. 7b-8a. 13 Paşanâme, v. 9b. kebikeç / 33 • 2012 132 umdukları düşünülebilir -ki benzer hikâyeler pek çok resimli kitabın hazırlanmasında izlenebilir.14 Bu yıllar, yani 1630’lar, Receb Paşa’nın Paşanâme’nin hazırlanmasına katkı sağlaması için uygun şartların olduğu zamanlara denk gelir. Çünkü tam da bu zamanlarda Receb Paşa Osmanlı saray siyasetinde epeyce güçlüdür. Öyle ki, 1630 yılında Receb Paşa’nın III. Murad’ın kız kardeşi Gevher Sultan’dan bir kızı olduğunda Naîmâ (2007: 674) doğum münasebeti ile yapılan kutlamaları aktarırken böylesine görkemli bir kutlamanın o zamana kadar hiçbir vezire nasip olmadığını belirtir. İşte bu görkemli günlerinde, Receb Paşa kendi himayesinde olan bir paşanın başarılarını -dolaylı yoldan aslında kendi başarılarını da- anlatan Paşanâme’nin hazırlanmasına katkı sağlaması akla yatkın bir ihtimaldir. Öyleyse, bu ihtimaller Paşanâme’nin resim programına ve tasvirlerin ikonografisine nasıl yansır -ya da yansır mı? Paşanâme, daha önce de belirtildiği gibi, Sultan IV. Murad’ı saraylıları kabul ederken gösteren çift sayfa bir takdim tasviri ile açılır (Resim 1). Metinle doğrudan bir bağlantısı olmayan bu resimde, siyah sakallı olarak betimlenen Sultan IV. Murad üzerinde beyaz kaftanı, başında çifte sorguçlu sarığı ile tahtında oturur. Arkasında sultani ikonografyanın vazgeçilmezleri olan, sultanın kılıcını ve matarasını taşıyan iki has oda ağası bekler. Karşı sayfada ise IV: Murad’ın huzuruna kabul edilen saraylılar yer alırlar. Bunlardan önde, diğerlerinden ayrılmış bir şekilde sultanla konuşmakta olan kişinin üzerinde mavi, kenarı kürklü kolsuz bir kaftan, başında ise ulema sarığı vardır. Figürün kırlaşmış sakalı ilerlemiş yaşına işaret eder. Bu kişinin arkasında ise ellerini önde kavuşturmuş saygı ile bekleyen dört saraylı, olasılıkla vezirler, yer alır; ancak ne yazık ki bu figürlerin yüzleri silinmiştir. Peki kitabın hemen açılışında, sultanın huzurunda betimlenen bu figür kimdir? Resme eşlik eden bir metin olmadığından sultanın huzurundaki figürün kimliği hakkında kesin bir hükme varmak zor olmakla birlikte kıyafet ayrıntılarından -özellikle sarık biçiminden- bu kişinin şeyhülislam olduğunu söylemek çok da güç değildir. Sıradaki diğer soru da şudur: Acaba şeyhülislamın gerisinde duran dört saraylıdan ilki Receb Paşa mıydı? Eğer öyleyse bile ilginç olan bu tasvirde hiçbir şekilde Receb Paşa’nın imgesinin öne çıkarılmaması yahut da vurgulanmamasıdır. Benzer bir durum Kenan Paşa’yı sultanın huzurunda gösteren resimde de izlenir. Metinde, tam da tasvirin bulunduğu sayfada, Kenan Paşa’nın Receb Paşa tarafından IV. Murad’ın huzuruna çıkarıldığı söylenmesine rağmen tasvirde (Resim 2) Kenan Paşa’ya hilat giydiren kişi olasılıkla sarayın ak ağalarından biridir. Acaba bu tasvirde Kenan Paşa’nın haremden çıkan biri olarak ak ağalar tarafından desteklendiği mi ima ediliyordu? 14 Paşanâme’nin doğrudan Sultan IV. Murad’ın isteği üzerine yazıldığını ve resimlendiğini düşünmüyorum. Her ne kadar Paşanâme’de anlatılan işler aslında Kenan Paşa’dan ziyade Sultan IV. Murad’ın adaletini yansıtıyor olsa da, şayet Sultan IV. Murad resimli bir tarih kitabı hazırlatacaksa, Kenan Paşa yerine kendisinin başında olduğu askerî seferleri resimli bir kitaba dönüştürmeyi tercih ederdi herhalde. DEĞİRMENCİ 17. Yüzyıldan Eşkıya Hikâyeleri 133 Tüm bunlardan çıkan netice şudur: Receb Paşa’nın portresi ya hiç yapılmadı ya da yapıldıysa bile hiçbir şekilde öne çıkarılmadı. Bu tutum, “Paşanâme, Receb Paşa’nın öldürülmesinden sonra mı yapıldı?” sorusunu akla getirir. Eseri hazırlatan hami -olasılıkla Kenan Paşa’nın kendisi- gözden düşerek öldürülmüş bir paşanın imgesini eserinde görmek istememiş miydi? Tabi ki saraydaki ikbali için… Kim bilir belki de takdim tasvirindeki vezirlerin yüzleri de bilinçli bir şekilde silinmişti. Zira, tasvirin tamamı sapasağlamken sanki biri ıslak bir süngerle dört vezirin yüzünü silmiş gibidir. Kuşkusuz kesin dayanaklardan uzak bu olasılıklar birer tahminden öteye gidemez ancak daha kesin olan Paşanâme’nin Receb Paşa’nın ölümünden sonra resimlendiği savıdır. Çünkü, bu ihtimali kuvvetlendirecek bir diğer ipucu metinde yer alır. Şöyle ki, Tulû‘î metnin girişinde bu işle görevlendirilme hikâyesini anlatırken bir meclise çıktığını söyler. Bu sayfalar nemden zarar gördüğü için ilk önce kimin meclisine çıktığı anlaşılamaz. Ancak şairin bir sonraki mısrada “Pâ-bûs-ı vezîr-i şeh-i devrâna yetişdüm” demesi ve sonraki ifadeleri Kenan Paşa’nın huzuruna çıktığını gösterir. Şiirin devamında, okunabilen bölümlerden anla- şıldığı kadarıyla, bu mecliste Tulû‘î’ye nesir olarak yazılmış kitapların gösterildiği anlatılır. Bunların oldukça iyi eserler olduklarını ancak unutulmuş olduklarını söyleyen şair, bu metinleri baştan sona nazım olarak yazarak sultana yakışır bir eser hazırlamak istediğini söyler. Yine zorlukla okunabilen bölümlerde Tulû‘î birine seslenerek “pek çok kaleyi yeniledin, bunca zalimi helak eyledin, Rum illerini kılıcınla temizledin” der ki bu son ifade seslendiği kişinin Kenan Paşa olduğunu gösterir.15 Anlaşılan Tulû‘î’nin bu sözleri üzerine Kenan Paşa yaptığı tüm bu işleri nazım olarak yazması için onu görevlendirir. Buradaki ifadelerden Tulû‘î’nin yeni bir eser yazmadığı, nesir olarak yazılmış bir metni nazmettiği anlaşılır. Dolayısıyla, Tulû‘î’nin bahsettiği bu nesir metnin/metinlerin yazılabilmesi için belirli bir zamanın geçmesi gerekiyordu, hatta Tulû‘î’nin sözlerine göre bu metinler unutulmuştu bile. Yani, bir başka deyişle, eserin Kenan Paşa seferinden döner dönmez, hemen 1630’larda hazırlanması pek mümkün değildi. Bu durumda, Paşanâme büyük bir ihtimalle 1630’ların sonunda yazılarak resimlendi ki bu yıllarda Receb Paşa çoktan öldürülmüştü. Bu süreçle ilgili bir diğer ihtimal ise Kenan Paşa’nın Tulû‘î ile 1635 yılındaki Revan seferi sırasında tanışmış olmasıdır. Dönem kronikleri Kenan Paşa’nın Revan seferine katıldığını, hatta pek çok yararlıklar gösterdiğini söyler (bkz. 12. dipnot). Aynı seferde Tulû‘î’nin de bulunduğunu ve Revan Kalesi’nin fethi için tarih düştüğünü Sıdkî Paşa’nın Gazavât-ı Sultân Murâd-ı Râbi adlı eserinden öğreniriz (Sıdkî Paşa 2006: 73). Bu kayıt Kenan Paşa ile Tulû‘î’nin aynı sefere katılmış olduklarını gösterir. Belki de sefer sırasında şiirler yazan Tulû‘î, Kenan Paşa tarafından beğenildi, bunun üzerine sefer akabinde Paşa Tulû‘î’den elindeki mensur metni nazmetmesini istedi. Kenan Paşa’nın, Paşanâme’yi yazma işini Tulû‘î’ye bu şekilde verip vermediğini şu anki bilgiler dâhilinde söylemek güç 15 Paşanâme, v. 6a-b. kebikeç / 33 • 2012 134 olsa da Kenan Paşa’nın bu tür bir eser yaptırıp IV. Murad’a sunmadaki amacı büyük bir olasılıkla sultan nezdinde itibar kazanmak, belki de yeni görevler almaktı. Zira eserin ikonografisini de paşanın bu arzusu şekillendirmişti, Paşanâme’de Kenan Paşa sultanından aldığı yetki ve güçle onun adaletini büyük bir başarı ile dağıtıyordu. II. Sultanın Adaleti, Kenan Paşa’nın Hizmeti Kitabın hemen başındaki takdim tasvirinde şeyhülislam ve vezirleri ile betimlenen IV. Murad hem kendi devrinin hem de kitabın ana kahramanı, her şeyin biricik hakimi olarak sunulur âdeta (Resim 1). Bu tasvirin Murad’ın hâkimiyetinin dünyevi ve ilahi gücünü simgelediğini düşünmek mümkün müdür? Bunu tahmin etmek güçtür ama Kenan Paşa’nın IV. Murad tarafından Rumeli’de eşkıya teftişi için görevlendirilerek hilat giydirilmesini gösteren tasvirin mesajları sanki daha doğrudan gibidir, en azından yorum yapmak için bazı göstergeler sunar (Resim 2). Bu tasvirde Kenan Paşa giydiği hilatle âdeta sultanın gücünü/erkini devralır, sultanın adaletini dağıtacak bir elçi rolüne bürünür. Kenan Paşa’nın bundan sonra kazanacağı başarılar, yani Rumeli illerinde dağıtacağı adalet aslında Sultan Murad’a aittir, giydirilen hilat da bu temsilin adeta bir nişanıdır. Bu vurgu sadece tasvirin ikonografisinde değil, kitabın metninde de pek çok kez karşımıza çıkar. Kenan Paşa gittiği yerlerde asileri yakalayıp cezalandırdıktan hemen sonra Tulû‘î, Sultan Murad’ın adaletini övmeye başlar. Böylece kazanılan başarının asıl sahibinin sultan olduğu her defasında okuyana/ dinleyene hissettirilir. Bu durum, yani paşaları ile ülkesini yöneten hükümdar imgesi ve bu imgenin yazılı/görsel tezahürü 17. yüzyıl başı Osmanlı siyasası için yadırgatıcı değildir. Nitekim Leslie Peirce (2002: 223-236) 16. yüzyıl sonundan itibaren Osmanlı sultanlarının kamusal alanlarda daha az görünür olan, savaşa bizzat gitmek yerine paşalarını gönderen imgesine dikkat çekerek bu yeni imgeyi “yerleşik sultan” olarak tanımlar ve devletin güçlenen bürokrasisine dikkat çeker. Tam da bu dönemde artan resimli gazanâme ya da benzeri türde eserlerde de paşaların yaptıkları işlerin sıklıkla anlatılması Resim 2 – Kenan Paşa’nın Sultan IV. Murad’ın huzurunda hilat giymesi, Tulû‘î – Paşanâme British Library, Solane Add. 3584, v. 8b. DEĞİRMENCİ 17. Yüzyıldan Eşkıya Hikâyeleri 135 aynı iklimin bir başka yansıması olmalıdır. Bu eserlerde tasvir edilen konulardan biri de sultanın sefere gönderdiği paşayı görevlendirdiği andır.16 Bu tür içinde Paşanâme’ye en yakın örnek -hem metnin içeriği hem de tasvirlerinin ikonografisi düşünüldüğünde- Malkoç Ali Paşa’nın (ölm. 1604) Mısır valiliği sırasında yaptığı işleri anlatan Kitâb-ı Vakâyi-i Ali Paşa adlı eserdir.17 Bu eserin temel vurgusu da Paşanâme’deki gibi sultanı adına adalet sağlayan paşanın yaptığı işlerdir. Bu sefer Ali Paşa, III. Mehmed (sal. 1595-1603) adına Mısır’ı adaletle yöneterek oraya düzen götürür. Yine tıpkı Paşanâme’de olduğu gibi bu görevin meşruluğu, Sultan’ın Paşa’yı görevlendirmesini gösteren tasvirlerle pekiştirilir. Elyazmasının ilk tasvirinde Ali Paşa, Sultan III. Mehmed tarafından görevlendirilirken gösterilirken (Resim 4) bir diğer resimde paşanın törenle saraydan çıkması betimlenir (Resim 5). Bu tasvirlerle gücünü ve meşruiyetini Sultan’dan alan Ali Paşa, diğer resimlerle de bu gücü ve adaleti uzak diyarlara taşırken gösterilir.18 Tıpkı Paşanâme’de olduğu gibi. Daha önce söylendiği gibi, Paşanâme’nin ilk bölümünde, yani Kenan Paşa’nın Rumeli illerindeki eşkıyaları yakalayarak cezalandırmasının anlatımında tek bir tasvir yer alır. Bu tasvirde de Drama’da yaşayan Kıptiler Kara Yusuf adlı bir şakiyi Kenan Paşa’ya şikâyet ederken gösterilirler (Resim 3). Ancak, sadece bu tasvir bile hem hikâyesi hem de ikonografisi ile Osmanlı tasvir sanatının eşsiz örneklerinden biri olmayı fazlasıyla hak eder. Kenan Paşa’nın sultan adına adalet dağıtmasını gösteren bu resim, bir yandan erken modern dönemdeki yönetici imgesinin taze soluğuyla beslenirken diğer yandan da bu mesajı iletmek için geleneksel bir ikonografiyi kullanarak İslam tasvir sanatının kadim geçmişine bağlanır. İlaveten, belli ki 17. yüzyılda epeyce meşhur bir şaki ile, Kara Yusuf’la tanışmamıza vesile olur. III. 17. Yüzyıldan Bir Eşkıya Hikâyesi: Kara Yusuf’un Kıptilere Zulmü Tulû‘î’nin anlattıklarına göre, Kenan Paşa Drama şehrine girdiğinde yörede yaşayan ve sultana cizye ödeyen Kıpti reaya feryat figan Paşa’nın yolu üzerine dökülürler. Öylesine çaresizdirler ki, Paşa’ya seslerini duyurmak için kucaklarındaki çocuklarının başlarını taşlara vururlar. Bunun üzerine Kenan Paşa’nın işareti ile aralarından biri öne çıkar ve dertlerini bir bir anlatmaya başlar. Anlattıklarına göre, Kara Yusuf adında bir sipahinin zulmünden bıkmışlardır. Bir gün haraç, diğer gün baç almaya gelen Kara Yusuf’un yaptığı eziyetin takririni tahrir mümkün değildir. Nerede bir Kıpti’nin çocuğu olsa, üç yaşına basar basmaz çocuğu tutsak alır, karşılığında ailesinden bin beş yüz akçe haraç isterdi. Hatta fırsatı olsa bin beş yüz değil, iki bin akçe istemekten de çekinmez, bir akçe bile eksik verseler kabul etmezdi. Bu duruma razı olmayanları ise çekinmeden katlederdi. Hatta Kenan Paşa gelmezden iki gün evvel bir Kıpti’yi 16 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Bağcı vd. 2006: 165-175. 17 Kitâb-ı Vakâyi-i Ali Paşa, İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi, Halet Efendi 612. 18 Elyazması ve resim programı hakkında güncel bilgi için bkz. Fetvacı 2011: 243-266. kebikeç / 33 • 2012 136 bu şekilde öldürmüştü ki bu cinayet kayıtlara bile geçmemişti. Paşa, bir kez araştırsa buna benzer daha nice fitnesi ortaya çıkacaktı. Kara Yusuf, tüm bu yaptıkları ile de kalmaz genç kızların bekâretini bozar, evli kadınlara musallat olurdu. Nerede iffetli bir kadın duysa hemen namusuna göz dikerdi. Elinde hançerle gezdiğinden kimse ona karşı duramaz, korkusundan hesap soramazdı. 19 Bu sözleri işiten Kenan Paşa derhal adamlarına Kara Yusuf’u bulmaları için emir verir. Paşa’nın adamları hemen soruşturmaya başlar ama zulmünden korktuklarından kimse Kara Yusuf’un nerde olduğu hakkında bilgi vermeye cesaret edemez. Bir gün Kara Yusuf’un İştib’de gezdiği haberi gelir. Kenan Paşa’nın adamları hemen Kara Yusuf’un yanına giderler, Kara Yusuf’u bulduklarında sarhoş bir şekilde şehrin kadısı ile kahve içmektedir. Bir yandan da elinde kadehle korkusuz bir şekilde daha önce yaptığı akıl almaz işleri övünerek anlatmaktadır. Söylediklerine göre, Sultan’ın -IV. Murad’ın- tahta çıkmasını o sağlamıştır. Sultan Osman vakasında -II. Osman’ın 1622 yılında öldürülmesibirçok kişiyi bizzat kendi elleriyle öldürmüştür. Kara Yusuf’un öldürdüğünü iddia ettiği kişilerden biri Sadrazam Dilaver Paşa’dır. Hayli cesaret göstererek Dilaver Paşa’yı elleri ile parçaladığını, ardından Dilaver Paşa yerine sadrazam olan Hüseyin Paşa’ya ilk hançer darbesini vuranın da yine kendisi olduğunu söylemektedir. Sonra “kızlar ağasının başını keserek öldürdüm, ardından da Ali isimli iki ağayı katlettim” diyerek buna benzer daha nice acayip olaylar anlatmaktadır. 20 19 Paşanâme, v.18a-20a. 20 Paşanâme, v. 20a-b. Kara Yusuf’un öldürdüğünü iddia ettiği kişilerin hepsi II. Osman vakasında kul taifesi tarafından öldürülen kişiler arasındadır. Ali isimli iki ağadan biri isyan sırasında öldürülenler arasında olan Yeniçeri Ağası Ali Ağa olmalıdır. Kızlarağası olarak bahsedilen de yine isyanda sultanla birlikte öldürülenler arasında olan Darüssaade Ağası Süleyman Ağa’dan başkası değildir. Olayın aktarımı için bkz. Hüseyin Tugi 2010: 38-106. Resim 3 – Drama’da Kıptilerin Kenan Paşa’ya Kara Yusuf adlı eşkıyayı şikayet etmeleri, Tulû‘î – Paşanâme British Library, Solane Add. 3584, v. 19a. DEĞİRMENCİ 17. Yüzyıldan Eşkıya Hikâyeleri 137 İşte Kara Yusuf bu üslupta, bu tür sözler söyleyip halka zorbalık ederken Kenan Paşa’nın adamları yanına gidip Paşa’nın davetini iletirler. Kara Yusuf her ne kadar korksa da bu daveti geri çeviremeyeceğini bilip naçar kabul eder. Paşa’nın adamları ile birlikte Serez’e gelir. Bu esnada Kenan Paşa’ya Kara Yusuf’un yakalandığı müjdesi verilir ve hemen tüm vilayet ayanı toplanarak Divan-ı Humâyûn kurulur. Divanda reaya şikâyetini dile getirir. Toplantının sonunda Kara Yusuf hem Kıpti halka zulmettiği için hem de Sultan Osman vakasında işlediğini söylediği cinayetler sebebiyle suçlu bulunarak öldürülür. Kara Yusuf’un ölümünden tüm ahali mutlu oldu dedikten sonra Tulû‘î, hikâyesini şöyle tamamlar: 21 Fehm eylediler varlığını şâh-ı cihânın Ref‘ eylediler şübhesini zann u gümânın Hamd eylediler Hazret-i Allah’a mukaddem Hünkâra du‘â eylediler sonra demâdem Feth oldu yeniden didiler mülk-i şehinşâh Sultânımızın her gününü bin ide Allah 21 Paşanâme, v. 20b-22a. Resim 4 – Ali Paşa’nın Sultan III. Mehmed tarafından Mısır Valisi olarak görevlendirilmesi, Kitâb-ı Vakâyi-i Ali Paşa İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi, Halet Efendi 612, v. 5b. kebikeç / 33 • 2012 138 Bu hikâyeye eşlik eden tasvirde Kenan Paşa tıpkı bir Osmanlı sultanı gibi süslü koşum takımları olan atının üzerinde ilerler; üzerindeki kırmızı şalvarı, sarı gömleği, belindeki murassa kılıç kabzası ile âdeta göz kamaştırır. Hemen yanında, sultan portrelerinde görmeye alıştığımız gibi, iki yeniçeri Paşa’nın matarasını ve kılıcını taşırlar. Kenan Paşa’nın etrafını saran maiyeti arasında, üzerlerinde kırmızı ve mavi renkli dizlerine kadar uzanan giysileri, başlarında kırmızı kep biçiminde başlıkları, bellerinde küçük keseleri, omuzlarında da tüfekleri olan bir grup asker dikkati çeker. Bunlar denize yakın yerlerde, bölgenin asayiş hizmetinde de kullanılan leventler olmalılar.22 Gerideki tepenin ardında atları üzerinde ellerindeki müzik aletlerini çalarak ilerleyen müzisyenler ise Kenan Paşa’nın Rumeli illerinden geçişinin gösterişli bir törene dönüş- türüldüğünü düşündürür. Sahnenin hemen önünde ise tıpkı nakledilen hikâyedeki gibi feryat-figan şikâyetlerini Paşa’ya duyurmaya çalışan Kıptiler yer alır. Kıyafet ayrıntıları, tasvirdekilerin gayrimüslim Kıpti reayadan olduklarını gösterir. Başları açık olan erkeklerin üzerinde genellikle kahverengi bir giysi vardır. Her biri ellerini açarak Paşa’ya yakarmaktadır. Kara Yusuf’un zulmünden öylesine bezmişlerdir ki, 22 17. yüzyılın ikinci yarısında yapılmış bir kıyafet albümünde yer alan levent tasviri buradaki figürlerin giydiklerine benzer bir kıyafet ve başlıkla betimlenmiştir. (bkz. Majda 2006: 244, res. 81). Resim 5 – Ali Paşa’nın törenle saraydan çıkması, Kitâb-ı Vakâyi-i Ali Paşa İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi, Halet Efendi 612, v. 9b-10a. DEĞİRMENCİ 17. Yüzyıldan Eşkıya Hikâyeleri 139 koltuk değneği ile yürüyebilen bir Kıpti bile durumuna aldırmadan şikâyetini söylemek için gelmiştir. Halkın çaresizliği, kalabalığın arasında Paşa’ya yakaran çocuk tasvirlerinde de izlenir. Sesini duyurma telaşıyla kucağındaki kundaklı çocuğunu yere fırlatarak Paşa’ya yakaran kadın, bir yandan olayın dramatik etkisini iyice kuvvetlendirirken diğer yandan da Tulû‘î’nin yukarıda nakledilen sözlerini resmeder. Kalabalığın arasındaki kadınlardan bir diğeri ise kucağında çocuğu ile biraz geride sessizce olayları seyreder. Beyaz tenli, kızıl saçlı olan Kıpti kadınlarının üzerinde uzun elbiseler, başlarında ise beyaz başlıkları vardır. Ancak Kıptiler sadece şikâyetlerini dile getirmezler, bir yandan da bir kurtarıcı gibi gördükleri Paşa’nın şerefine gösteriler yaparlar. Mesela, sahnenin sol köşesinde yanmakta olan ateşi elleri ile başının üzerinde tutan figür, herhalde Kenan Paşa’nın geçişi şerefine gösteri yapan bir ateşbâzdı. Bu hikâyenin ve tasvirin temel vurgusu Sultan IV. Murad’ın adaletidir. Sultan Murad’ın adaleti öylesine kuvvetlidir ki, tebaası içindeki gayrimüslim bir grup, Kıptiler bile bu adaletten nasibini almışlardır.23 Bütün halkını, toplumun nispeten “alt sınıflarını” bile ayırt etmeden adaletle yöneten hükümdar imgesi, İslam tasvir sanatının eski temalarından biridir ve genellikle yaşlı bir kadının şikâyetini dinleyen sultan tasviri olarak görselleştirilmiştir. Bu ikonografi Osmanlı nakkaşları tarafından da benimsenmiş, Osmanlı sultanlarının özellikle gayrimüslim tebaalarına karşı adaletli yönetimlerini vurgulamak üzere kullanılmıştır.24 Paşanâme’de de bu geleneksel ikonografinin bir başka yorumunu görürüz; tüm tebaasını adaletle yöneten sultan yerine, 17. yüzyıl başı Osmanlı siyasasına da uygun bir şekilde sultan adına bu adaleti dağıtan paşa ile 23 Osmanlıda Kıptiler/Çingeneler yoğunlukla Rumeli’de yaşarlardı. Hatta bu gölgede Rumeli Beylerbeyliği’ne bağlı bir Çingene Sancağı vardı. Bu sancağın ne zaman kurulduğu tam olarak bilinmemekle birlikte, II. Bayezid devrinden (1481-1512) beri var olduğu kayıtlardan izlenmektedir. Sadece üçte bir oranında Müslüman olan Çingenelerin büyük bir kısmı Hıristiyan’dı. Özel olarak tabi oldukları bir kanuna sahip olan Kıptilerin Müslüman olanları yılda 22 akçe, Müslüman olmayanları ise 25 akçe vergiyle mükelleftiler. 17. yüzyıl başına kadar çoğunlukla ordu geri hizmetinde çalışan Çingeneler ise vergi konusunda sıradan halka nazaran bazı imtiyazlara sahiptirler. (bkz. Dingeç 2009: 33-56; Şerifgil 1981: 117-144; Marushiakova-Popov 2006). 24 Bu konuyu işleyen hikâyeler nasihatnâme türündeki eserlerde sıklıkla karşımıza çıkar. Bunlardan en meşhuru Nizâmî’nin (ölm. 1209 ?) Mahzenü’l-esrâr mesnevisinde anlatılan Sultan Sencer (sal. 1191-1157) ile yaşlı kadın hikâyesidir. Hikâyede Selçuklu hükümdarı Sultan Sencer ava giderken yolu yaşlı bir kadın tarafından kesilir ve kadın askerlerinin zulmünden şikâyet eder. Bu hikâyenin benzerleri Osmanlı sultanının adaletini görselleştiren temalardan biri olarak kullanılmıştır. Mesela, Osmanlı sultanlarının hünerlerinin anlatıldığı III. Murad için hazırlanan Hünernâme’nin ikinci cildinde (TSMK, H. 1523) eserin yazarı Seyyid Lokman Aşurî bir sultanın tebaasını sevmesi ve onlara adaletle davranması gerektiğini, böylece Allah’ın onun devletini sonsuza dek koruyacağını söyledikten sonra bu konuyla ilgili bir hikâye anlatır. Buna göre, Sultan I. Mehmed askerlerinin fakir köylülerin bal kovanlarını bozarak ballarını çaldığını işitir ve bu olayı araştırmak için bir soruşturma başlatır. Sonunda suçlular yakalanarak cezalandırılır ve bu olay resmedilir (v. 121a). Tasvirdeki köylüler Hıristiyan giysileri içindedir. (bkz. Bağcı 2009: 119-120, res. XXII). Sultan Sencer ve yaşlı kadın ikonografisi için ayrıca bkz. Çağman 1993: 87-116. kebikeç / 33 • 2012 140 karşılaşırız. Kenan Paşa, hem hikâyede hem de resimde yerleşik bir siyasi gücün temsilcisi olarak gösterilerek aslında İslam tasvir sanatının geleneksel bir teması, 17. yüzyıl başının siyasi konjonktürü ile yorumlanarak bir nevi yeniden üretilir. Benzer bir şekilde, 17. yüzyıl başı koşullarının Paşanâme’deki bir diğer yansıması bu sefer sadece metinde karşımıza çıkar. Kenan Paşa, Kara Yusuf’u sadece Kıptilere zulmettiği için cezalandırmaz, onun Sultan Osman vakasında işlediği cinayetler de öldürülmesinin sebepleri arasında gösterilir. Aslında bu hikâye, yani Kıptilere zulüm eden Kara Yusuf’un aynı zamanda II. Osman’ın öldürülmesi ile sonuçlanan isyana katılanlardan biri olması ilk bakışta ilginç bir tesadüf gibi gelir. Ancak Tulû‘î’nin bir sonraki hikâyesindeki benzer bir detay, bunu tesadüften bir adım öteye taşır. Şair, Kara Yusuf hikâyesinin itmamından sonra bir başka şakinin, Kuloğlu’nun hikâyesini anlatmaya koyulur. Kara Yusuf işini halleden Kenan Paşa Ramazan ayını Serez’de geçirdikten sonra Selanik’e doğru hareket eder. Selanik halkı Kuloğlu adlı bir zorbanın zuhur ettiğini ve mallarını yağmaladığını anlatmaya başlarlar. Anlatılanlara göre, Sultan Osman’ın öldürülmesinden sonra sarayı yağmalayanlar arasında olan Kuloğlu, pek çok altın ve gümüşle birlikte İstanbul’dan firar ederek Selanik’e gelmiştir.25 Acaba Kuloğlu’nun da II. Osman’ın öldürülmesi olayına bir şekilde dâhil olması bir tesadüf müdür? Ya da Kenan Paşa, aslında tabii ki IV. Murad, sadece Rumeli’de yaşayan halka adalet götürmekle kalmıyor aynı zamanda Sultan II. Osman’ın da mı intikamını alıyordu? Buna paralel bir şekilde, sadece yakın geçmişin olağanüstü olaylarının yankıları değil, 17. yüzyılın inanış ve algıları da Paşanâme’de canlı bir şekilde izlenebilir. Mesela, Kenan Paşa’nın Gelibolu’da konaklarken yanındakilerle birlikte Yazıcızâde’nin mezarını ziyaret edip kabrinin toprağına yüz sürerek burada kurbanlar kesme hikâyesi aynı yüzyıla ait başka bilgilerle birlikte düşünüldüğünde farklı anlamlar kazanır.26 Tam da bu ziyaretin yapıldığı yıllarda Gelibolulu Yazıcızâde Mehmed’in Muhammediye adlı eseri halk arasında en fazla okunan, dahası ezberlenen kitapların başında geliyordu. Hatta kitabın kendisi ve etrafında oluşan pek çok efsane ile âdeta kutsal bir nesneye dönüşmesi ve Gelibolu’da bulunan müellif nüshasının Topkapı Sarayı’na getirilmesi de aynı yüzyıla denk geliyordu.27 Bu çakışma bir tesadüf müydü? Ya da aynı iklimin farklı birer tezahürü mü? Belli ki 17. yüzyılda sadece kitap değil, yazarı ile ilgili pek çok hatıra da Osmanlı toplumunun “kutsalları” arasına çoktan girmişti. 25 Paşanâme, v. 22a-b. 26 Paşanâme, v. 17b. Burada Kenan Paşa’nın Yazıcızâde ailesinden kimin mezarını ziyaret ettiği söylenmez ancak bu ailenin iki önemli alimi olan Yazıcızâde Mehmed (ölm. 1451) ve Yazcızâde Ahmed Bîcan’ın (ölm. 1466’dan sonra) mezarları Gelibolu’da eskiden Yazıcıoğlu mezarlığı olarak bilinen yerde yan yanadır. (bkz. Çelebioğlu 1989: 50; Mehmed Süreyya 1996: 1025). 27 Muhammediye’nin 17. yüzyıldaki popülerliği hakkında ufuk açıcı bir çalışma için bkz. Karateke 2012. DEĞİRMENCİ 17. Yüzyıldan Eşkıya Hikâyeleri 141 II. Osman’ın hazin sonunun henüz belleklerde taze olduğu dönemlerde, IV. Murad’ın II. Osman’ın intikamını aldığı bu hikâyeler okuyanların ve dinleyenlerin içini bir nebze olsun soğutuyordu belki de. Yine aynı okuyucular/ dinleyiciler için kutsal bir nesne olarak gördükleri Muhammediye’nin yazarının kabrine yapılan ziyaret sıradan bir kabir ziyaretinden çok daha öte anlamlar taşıyor olmalıydı. Peki, güncel tartışmalarla yoğrulmuş son derece renkli eşkıya hikâyelerinden oluşan bu kitabı kimler ve nasıl okuyordu/dinliyordu? Bu sorunun olası cevabı, eserin şairi Tulû‘î’nin kimliği ve eserini yazma hikâyesi ile yakından ilişkilidir. IV. Tulû‘î ve Paşanâme’yi Yazma Hikâyesi Paşanâme’nin şairini ne yazık ki sadece mahlası ile tanırız: Tulû‘î.28 Gerçek adını söylemeyen bu şairi tanımak için Paşanâme’de kendisi hakkında yazdıklarına bakmak şimdilik en makul yoldur. Tulû‘î metin içinde adını ilk kez makalenin başında nakledilen beyitte söyler ve bu satırlarda sultan için yazdığı bu eserin tasvir ve tezhiple süsleneceğini de belirtir. Şairin kendinden bahsettiği bir sonraki yer ise eserin tertip edilmesini anlattığı kısa bölümdür. Burada Tulû‘î unutulmuş bir şekilde kendi köşesinde otururken sultanın onun elinden tuttuğunu söyler. Bu sözler, şairin bu işle görevlendirildiği sırada yaşının çok genç olmadığını ayrıca da güç bir durumda olduğunu düşündürür. Ardından gelen “Sebeb-i Te’lîf” şairin kendisi ve eserini yazma hikâyesi hakkında en önemli bilgileri verdiği bölümdür. Okunabildiği kadarıyla burada Tulû‘î sultanın ve vezirlerin methedicisi ve duacısı olduğunu söyledikten sonra sultan için kasideler yazdığını, karşılığında pek çok ihsan aldığını ve bir hilatle ödüllendirildiğini, ardından da hiçbir şaire böyle ihsanın nasip olmadığını belirtir. Anlatımın devamına göre aldığı ihsanlarla daha da şevki artan Tulû‘î daha önce de belirtildiği gibi Kenan Paşa’nın meclisine kabul edilir ve bu buluşmada kendisinden var olan nesir bir metni nazmetmesi istenir.29 Görüldüğü gibi, bu bilgiler şairin saray çevrelerinde olduğunu, sultan ve vezirler için kasideler yazdığını gösterir. Tulû‘î’nin saraylıları metheden kasideler yazması (yazdığı kasideleri okuyor muydu acaba?) ve Paşanâme’de kendisinden bahsettiği bölümlerde kullandığı ifadeler ilginç ihtimalleri akla gelir. Şimdi yukarıda özetlenen bölümlerde şairin kendinden nasıl bahsettiğine göz atarak bu ihtimalleri dile getirelim: Gavvâs-ı bihâr-ı sühen-i nâdire-perdâz Meddâh-ı şehinşâh-ı cihân …-i i‘câz 28 Kenan Paşa’nın kimliği konusunda yaşananlara benzer bir karmaşa Tulû‘î konusunda da yaşanır. Hammer (1836-38: 322), Osmanlı yazarları arasında “Tului” mahlaslı İbrahim Çelebi adlı bir yazardan bahseder. Charles Rieu (1888: 192), Hammer’in bahsettiği bu yazara değinir ancak Paşanâme’yi yazan Tulû‘î ile aynı kişi olmasının şüpheli olacağını söyler. Hammer’in bahsettiği, aynı zamanda şair tezkirelerinde de adı geçen, III. Murad döneminde boğularak vefat eden Kalkandereli Tulûî İbrahim Efendi’nin, IV. Murad devrinde Paşanâme’yi yazan şair olamayacağı malumdur (Babinger 1992: 179). 29 Paşanâme, v. 6a-b. kebikeç / 33 • 2012 142 Hem mâdih-i dîvân-ı hümâyun-ı cihâniyân Hem dâ‘î-i hayl-i vüzerâ-yı azîmü’ş-şân Ya‘nî ki cihân-dîde Tulû‘î-i sühen-âver Hurşîd-i me‘ânî ‘araz ü nâzım-ı cevher30 Tulû‘î’nin bu mısralarda kendisinden sultanın meddahı olarak bahsetmesi sadece sultanı metheden bir şair olduğu anlamına gelen genel ifade miydi, yoksa Tulû‘î şairliğinin yanı sıra saray çevrelerinde hikâyeler anlatan profesyonel bir meddah mıydı? Bu konuda kesin bir şey söylemek mümkün olmamakla birlikte metnin devamında ikinci olasılığı, yani Tulû‘î’nin meddah olabileceğini ya da en azından eserinin yüksek sesle okunmak/anlatılmak üzere yazıldığı düşüncesini kuvvetlendirecek bazı ifadelere rastlamak mümkündür: … Eglenceleri ola cihânda nüdemânun Gûş eyleyeler adlini paşa-yı kerîmün İbretle nazar olunsa ahvâl-i ‘azîmün Her vak‘ası tasvîr ile meclis ola anun Hem okuna hem seyri olan nazm-ı revânun Tasvîr ideler Hazret-i Sultân Murâd’ı Tâ evveline kim ola takbîl-i eyâdî31 Burada Tulû‘î açık bir şekilde eserini nedimlerin eğlencesi olsun diye yazdığını, hem okunmasını, okunurken de tasvirlerine bakılmasını istediğini söyler. Sultana sunulmak için hazırlanmış bir kitabın nedimlerin eğlencesi olması, eserin sultanın önünde yüksek sesle okunarak ya da anlatılarak kullanıldığını düşündürür. Belki de kendisi de bir meddah ya da nedim olan Tulû‘î bizzat kendisi okuyordu eserini, sultan da bir yandan dinlerken bir yandan da kitabın tasvirlerini seyrediyordu; tam da Tulû‘î’nin istediği gibi, hem okunuyor hem de tasvirlerine bakılıyordu ya da en azından bu niyetle yazılmış ve resimlenmişti. Eserin yüksek sesle okunmak üzere yazıldığını düşündüren diğer ipuçları da metnin içinde yer alır. Mesela, Kenan Paşa’nın Gelibolu’ya girmesinin anlatıldığı bölümün başında Tulû‘î şöyle seslenir dinleyicilere: Gel ….. encümen-i kıssa-tırâza Meks eyle biraz dut kulagun nagme-sâza Gûş eyle ne dir hâce-i bâzâr-ı rivâyet Zer-târ-ı sühen nâdire-bâfân-ı hikâyet 32 Buna ilaveten Tulû‘î hikâyelerine başlarken de çoğu zaman raviler, söz ustaları şöyle rivayet eder gibi daha çok halk edebiyatının kalıplarını kullanarak 30 Paşanâme, v. 5b-6a. 31 Paşanâme, v. 7a. 32 Paşanâme, v. 13b-14a. DEĞİRMENCİ 17. Yüzyıldan Eşkıya Hikâyeleri 143 dinleyicilerine seslenir. Örneğin Kenan Paşa’nın Rodoscuk’a ulaşmasını anlattığı bölüme şöyle başlar: Üstâd-ı sühan böyle ider nakl u rivâyet Gel şehr-i Rodoscukdan işit tuhfe hikâyet33 Tulû‘î’nin daha önceden nesir olarak yazılmış bir metni yeniden yazması da bu kullanım biçimiyle alakalı olmalıydı, yani Tulû‘î olasılıkla var olan bir metni yüksek sesle okumak ya da anlatmak için uygun bir hale getirdi. Aslında, var olan metinlerin tekraren ve yeni bir üslupla çoğunlukla meddahlar tarafından yeniden yazılması Osmanlıların kullandığı bir yöntemdi. Bu yazım sürecinde eski metinler yüksek sesle okunmaya ya da anlatılmaya uygun olarak akıcı bir üslupla yeniden ele alınıyordu.34 Tulû‘î’nin bunun dışında yaptığı bir diğer şey ise daha önce nesir olarak yazılmış bir metni şiire çevirmesiydi ki bu da yine metnin kullanım biçimi ile alakalı olmalıydı. Aynı dönemde yeniden, yeni bir “dille” yazılan bir başka metnin girişinde söylenenler bu konu hakkında fikir üretmemizi kolaylaştırır. Bu eser Yavuz Sultan Selim’in dönemini (1512-1520) anlatan Şükrî-i Bitlisî’nin Selimnâme’sidir. Bitlisî’nin Selimnâme’si aslında 1530 tarihinde tamamlanarak dönemin sultanı Kanuni Sultan Süleyman’a (sal. 1520-1566) sunulur. 17. yüzyıl başlarında ise devrin meşhur hattatı Cevrî tarafından bu metin yeniden kaleme alınır ve eserin mukaddimesinde söylenenlere göre, yeniden yazılmasının sebebi Şükrî-i Bitlisî’nin eserinin eski bir Türkçe ile yazıldığından dolayı fetihlerin anlatımının artık zevk vermemesidir. Hüseyin Ayan (1981: 14) Cevrî üzerine yazdığı kitabında bu sözleri, haklı olarak, Selimnâme’nin edebiyat meclislerinde yüksek sesle okunmasına delil olarak gösterir. Bunun dışında, Cevrî mukaddimesinde Şükrî’nin eserini yeniden yazdığını, bu yeniden yazımda içeriğe müdahale etmediğini yani “sâhib-i te’lîf” değil, “sâhib-i tertîb” olduğunu uzunca anlattıktan sonra nazım olarak yazmanın faydalarına değinir ki benim tartışmam bakımından bu bölüm oldukça kıymetlidir: Gerçi ekser nesr ile mektûbdur Nazm ile amma dahi mergûbdur Nesr ile terkîbi hatırdan gider Nazm ile mazmûnına irmez zarar Nesr ile takrîrde noksân olur Nazm ile hıfz eylemek âsân olur35 Görüldüğü gibi burada geçmişte seleflerinin çoğunlukla nesir olarak yazdıklarını belirten Cevrî’nin ana vurgusu şiir şeklinde yazıldığı zaman eserin daha kolay ezberleneceği ve akılda kalacağı üzerinedir. Bu da Selîmnâme’nin yeniden yazılma sebepleri ile birlikte düşünüldüğünde eserin meclislerde yüksek 33 Paşanâme, v. 11a. 34 Bu konu daha önceki bir başka çalışmamda tartışılmıştı. Bkz. Değirmenci 2011: 7-43. 35 Cevrî, Selîmnâme, Millet Kütüphanesi, Ali Emiri, Manzum 1310, v. 5a. kebikeç / 33 • 2012 144 sesle okunarak kullanıldığı savını güçlendirir. Bunun dışında Tulû‘î’nin de benzer bir kaygıyla, yani akıcı bir okuma ve kolay ezberlenme endişesiyle, önceden nesir olarak yazılmış metni nazma çevirdiğini düşündürür. V. Sonuç Yerine Tüm bu tartışmalar gösteriyor ki, Paşanâme hem metni ve resimleri hem de hikâyesi, yani hazırlanma süreci ve kullanımıyla, erken-modern dönem Osmanlı sarayının siyasi yapısı, zevkleri ve kültürel eğilimleri hakkında pek çok şey söyler. Eserde anlatılan eşkıya hikâyeleri bir yandan salt tarihsel veri sağlarken diğer yandan da devrin sosyal yapısını anlamak için zengin bir kaynak niteliğindedirler. Bunun dışında yaşanan siyasi ve sosyal olayların -II. Osman’ın öldürülmesi gibi- yarattığı etkiyi takip etmek ve anlamak için son derece canlı resimler çizer bize. Sadece önemli siyasi gelişmeleri ve onların etkilerini değil, sosyalkültürel yaşamı, bu yaşamın pratiklerini tahayyül etmek için de eşsiz olanaklar sunar. Tüm bu özellikleri ile Paşanâme bir yandan üretildiği çağın toplumsal yapısına ayna tutarken diğer yandan da erken-modern dönem Osmanlı sarayının oluşturduğu/sunduğu sultani imgenin de kanlı-canlı temsilidir. Hatta sarayın/saraylıların himayesinde üretilen resimli kitap geleneğinin son halkasıdır bile denilebilir. Bu imge, hem metinde hem de tasvirlerde, dönemin genel kabulleri ile şekillenmiştir. Örneğin, sözde ve resimlerdeki IV. Murad’ın adaletine olan vurgu, aynı dönemde pek çok örneği yazılan nasihat edebiyatının genel kaygıları ile uyum içindedir. Yine, sultanın bu adaletini görevlendirdiği paşa eliyle dağıtması da, bu yazı boyunca tartışıldığı gibi, devrin siyasi konjonktürünün bir tezahürü olmalıdır. Oluşan bu yazılı/görsel imgenin sunum biçimi ise, yani sultanın beğenisini kazanmak amacıyla hazırlanan bu eserin olasılıkla bir meddaha yazdırılması ve okunmak/anlatılmak üzere tasarlanması kendi çağının genel beğenilerine, buna ilaveten de IV. Murad’ın kişisel ilgilerine yakışır. Dönemin genel eğilimlerine uygundur, nitekim II. Osman için resimlenen Türkçe Şehnâme’nin mütercimi/yazarı da bir meddahtır mesela. Ne tesadüf ki, bu Şehnâme’nin mütercimi Meddah Medhî de Şehnâme’yi II. Osman için sadece tercüme etmemiş, sözlü gelenekte yaşayan pek çok yeni ilave ile akıcı bir üslupla yeniden yazmıştır. Benzer bir biçimde, I. Ahmed (1603-1617) ve II. Osman devrinde eserleri resimlenen Ganizâde Nâdirî (ölm. 1627) de hem kıssahan hem de kasideler yazan bir şairdir, tıpkı Tulû‘î gibi.36 Görülüyor ki bu eğilim, bir sonraki dönemde, IV. Murad devrinde de devam etmiştir. Meddahlara ve meddah hikâyelerine epeyce düşkün olduğu bilinen IV. Murad’ın gözüne girmek için Kenan Paşa’nın başarılarını bir meddaha manzum olarak yeniden yazdırması, bu bağlamda hiç de şaşırtıcı değildir. Kahramanları arasında İstanbul’dan kaçan sipahilerin de olduğu bu renkli eşkıya hikâyelerinin 36 Bu konuda geniş bir tartışma için bkz. Değirmenci 2012. DEĞİRMENCİ 17. Yüzyıldan Eşkıya Hikâyeleri 145 meddahların ya da nedimlerin dilinden sarayda dinlenmesi ve bu hikâyeler üzerinden dönemin “ruhuna” da son derece uygun bir şekilde sultanın adaletinin her defasında yeniden üretilmesi, 17. yüzyılın sağladığı yeni şehir hayatının saraydaki tezahürü -ya da bu iki çevrenin kesiştiği ortak bir alanolarak okunabilir mi? Nitekim Cemal Kafadar’ın (2012: 46) 17. yüzyılın toplumsal yapısı hakkında söyledikleri Paşanâme’yi bu yüzyıla konumlandırmak için anlamlı bir bağlam yaratır. Kafadar’a göre, 17. yüzyılda yeni bir şehirli toplum ve şehir hayatı ortaya çıkmıştır. Bu yeni hayat tarzı kahvehane, hamam gibi eski mekânlarda yeni sosyalleşme biçimleri ve de yeni sosyal kategoriler (şehirli-şehir oğlanı-çelebi-beşe-hatun gibi) üretmiştir. Bu yazının derdi bakımdan daha da önemlisi ise tüm bu değişimler sözlü ve yazılı kültürün yeni sohbetlere hitap eden biçim ve içerik arayışlarına girmesine sebep olmuştur. 17. yüzyılın ilk yarısında Paşanâme’nin de aralarında bulunduğu saray için resimlenen bir grup kitabın meddahlar/hikâyeciler tarafından, olasılıkla okunmak/ anlatılmak için yazılması, bu yeni biçim ve içerik arayışının bir sonucu olmalıdır. Kaynakça El yazmaları Cevrî, Selîmnâme, İstanbul, Millet Kütüphanesi, Ali Emiri, Manzum 1310. Kelâmî, Kitâb-ı Vakâyi-i Ali Paşa, İstanbul, Süleymaniye Kütüphanesi, Halet Efendi 612. Tulû‘î, Paşanâme, Londra British Library, Solane Add. 3584. Yayınlar Ayan, Hüseyin. Cevrî, Hayâtı, Edebî Kişiliği, Eserleri ve Divanının Tenkidli Metni Erzurum: Atatürk Üniversitesi Basımevi, 1981. Babinger, Franz. Ken‘ān Pasha,” Encyclopedia of Islam, IV (1976): 884-885. Babinger, Franz. Osmanlı Tarih Yazarları ve Eserleri, çev. Prof. Dr. Coşkun Üçok, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1992. Bağcı, Serpil, F. Çağman, G. Renda ve Z. Tanındı. Osmanlı Resim Sanatı, İstanbul: Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2006. Bağcı, Serpil. “Visualizing Power: Portrayals of the Sultans in Illustrated Histories of the Ottoman Dynasty,” Islamic Art, VI (2009): 119-120. Çelebioğlu, Âmil. “Ahmed Bîcan,” TDVİA, 2 (1989): 49-51. De Groot. “Redjeb Pasha,” Encyclopedia of Islam, (fascicule 137-142), (1994): 480. Değirmenci, Tülün. “Bir kitabı kaç kişi okur? Osmanlı’da Okurlar ve Okuma Biçimleri Üzerine Bazı Gözlemler,” Tarih ve Toplum: Yeni Yaklaşımlar, 13 (Aralık 2011): 7-43. Değirmenci, Tülün. İktidar Oyunları ve Resimli Kitaplar: II. Osman Devrinde Değişen Güç Simgeleri, İstanbul: Kitap Yayınevi, 2012. Dingeç, Emine. “XVI. Yüzyılda Osmanlı Ordusunda Çingeneler,” SDÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 20 (Aralık 2009): 33-56. Çağman, Filiz. “Sultan Sencer ve Yaşlı Kadın Minyatürlerinin İkonografisi,” Sanat Tarihinde İkonografik Araştırmalar: Güner İnal’a Armağan, Ankara, 1993: 87-116. kebikeç / 33 • 2012 146 Fetvacı, Emine. “Enriched Narratives and Empowered Images in Seventeenth-Century Ottoman Manuscripts,” Ars Orientalis, 40 (2011): 243-266. Hasan Bey-zâde Ahmed Paşa. Hasan Bey-zâde Târîhi, Metin ve İndeks (1003-1045/ 1595-1635), haz. Şevki Nezihi Aykut, III. cilt, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 2004. Hammer-Purgstall, Joseph F. Geschichte der Osmanischen Dichtkunst, 3. cilt, Pesth: C. A. Hartleben, 1836-38. Hüseyin Tugi. Musîbetnâme, Tahlil-Metin ve İndeks, haz. Şevki Nezihi Aykut, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 2010. Kaçar, Mücahit. “IV. Murâd Dönemine Ait Manzum ve Minyatürlü bir Gazâ-nâme: Tulûî‘nin Paşanâme İsimli Eseri,” Türkiyat Mecmuası, 21 (Bahar 2011): 267-280. Kafadar, Cemal. “Sohbete Çelebi, Çelebi’ye mecmûa,” Eski Türk Edebiyatı Çalışmaları VII. Mecmûa: Osmanlı edebiyatının kırkambarı, haz. H. Aynur, M. Çakır, H. Koncu, S. S. Kuru ve A. E. Özyıldırım, İstanbul: Turkuaz, 2012: 43-52. Karateke, Hakan. “Seyahatname’deki popüler dinî kitaplar,” Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nin Yazılı Kaynakları, haz. Hakan Karateke-Hatice Aynur, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 2012: 200-240. Levend, Agah Sırrı. Gazavat-Nameler ve Mihaloğlu Ali Bey’in Gazavat-Namesi, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1956. Majda, Tadeusz. “Rålamb’ın Türk kıyafetleri Albümü,” Alay-ı Hümayun, İsveç Elçisi Rålamb’ın İstanbul Ziyareti ve Resimleri, 1657-1658, ed. Karin Ådahl, çev. Ali Özdamar, İstanbul: Kitap Yayınevi, 2006: 196-265. Marushiakova Elena, Vesselin Popov. Osmanlı İmparatorluğu’nda Çingeneler, çev. Bahar Tırnakcı, İstanbul: Homer Kitabevi, 2006. Mehmed Süreyya. Sicill-i Osmanî, Osmanlı Ünlüleri 3, haz. Nuri Akbayar, trans. Seyit Ali Kahraman, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1996. Meredith-Owens, G. M. “Ken‘ān Pasha’s Expedition against the Cossacks,” The British Museum Quarterly, XXIV/3-4 (1961): 76-82. Naîmâ Mustafa Efendi. Târih-i Na‘îmâ (Ravzatü’l-Hüseyn fî Hulâsati Ahbâri’l-Hâfikayn), II. cilt, haz. Mehmet İpşirli, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2007. Peirce, Leslie. Harem-i Hümayun, Osmanlı İmparatorluğu’nda Hükümranlık ve Kadınlar, çev. Ayşe Berktay, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2000. Rieu, Charles. Catalogue of the Turkish Manuscripts in the British Museum, Londra: British Museum, 1888. Titley, Norah. Miniatures from Turkish Manuscripts, A Catalogue and Subject Index of Paintings in the British Library and the British Museum, Londra: British Library, 1981. Sağırlı, Abdurrahman. Mehmed bin Mehmed er-Rûmî (Edirneli)’nin Nuhbetü’t-Tevârih Ve’l-Ahbâr’ı ve Târîh-i Âl-i Osman’ı (Metinleri, Tahlilleri), Yayımlanmamış Doktora Tezi, İstanbul: İstanbul Üniversitesi, 2000. Sıdkî Paşa. Gazavat-ı Sultan Murâd-ı Râbi’ (IV. Murad’ın Revan Seferi), haz. Mehmet Arslan, İstanbul: Kitabevi, 2006. Şerifgil, Enver M. “XVI. Yüzyıl’da Rumeli Eyâleti’ndeki Çingeneler,” Türk Dünyası Araştırmaları, 15 (Aralık 1981): 117-144. Topçular Kâtibi ‘Abdülkādir Efendi. Topçular Kâtibi ‘Abdülkādir (Kadrî) Efendi Tarihi (Metin ve Tahlil), haz. Doç. Dr. Ziya Yılmazer, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2003. DEĞİRMENCİ 17. Yüzyıldan Eşkıya Hikâyeleri 147 Öz: Bu yazıda, 17. yüzyıl ortalarında, IV. Murad’ın sarayında, Tulû‘î adlı bir şair tarafından yazılan ve dönemin vezirlerinden Kenan Paşa’nın Rumeli’nde eşkıya ile yaptığı mücadele ve Karadeniz’de Kazaklar üzerine düzenlediği deniz seferinin anlatıldığı Paşanâme adlı resimli kitap, devrin genel beğenileri, kültürel eğilimleri ve siyasi konjonktürü dikkate alınarak tanıtılmış ve tartışılmıştır. Anahtar sözcükler: Tulû‘î, Paşanâme, 17. yüzyıl, Kenan Paşa, eşkıyalık, 17. yüzyıl Osmanlı resim sanatı Tulû‘î’s Paşanâme and Strories of Banditry from the 17th Century Abstract: This article presents an illustrated book, Paşanâme, produced in the seventeenth century in the Ottoman palace by a poet named Tulû‘î during the reign of Murad IV. By reference to the political context and cultural tendencies of the period, the essay also discusses the content of the manuscript which accounts the fight of Kenan Paşa, a vizier of the time, against the bandits of the Balkan provinces and his naval expedition on the Cossaks of the Black Sea. Keywords: Tulû‘î, Paşanâme, seventeenth century, Ottoman Empire, Kenan Paşa, banditry, 17th century-Ottoman painting kebikeç / 33 • 2012 148 Akbaba – 16 Ağustos 1967

Tülün DEĞİRMENCİ

YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Sıradaki haber:

Türk Düşmanlığınızın Sebebi Nedir?

ZAFER PARMAKSIZ EMRE ÇARŞIM

HIZLI YORUM YAP