34,5467$% 0.18
36,0147€% -0.62
43,3470£% -0.52
3.005,41%1,48
2.705,79%1,29
9.549,89%1,94
CHP genel başkanı kemal kılıçtaroğlu 50 güvenlik korumasıyla 5 tane PKK lı çakaldan korkup kaçtı ve onları ihma etmedi kaçtı bu ülkede terör u bunlar mı yok edecek CHP Atatürk ün partisi Atatürk ne zamn hainlerden kaçmış tarihde bile böyle bir şey olamamış Atatürk hainleri hep yok etmiş ama bunlar Atatürk ün partisinde hainleri yok etmiyor onlardan kacıyorlar.
Artvin’in Şavşat ilçesinde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun konvoyunun geçiş güzergahında çatışma çıktı. Saldırının ardından bölgeden uzaklaştırılan Kılıçdaroğlu önce karayolları binasına götürüldü. Ancak teröristlerin buraya da sızabileceği şüphesiyle güvenlik güçleri zırhlı araçla CHP Liderini Şavşat Kaymakamlığı’na götürdü. Karadeniz’e sızmaya çalışan teröristlerin daha önce o bölgeden yaşam malzemesi temin etmeye çalıştığı belirtiliyor. CHP liderini Ardanuç’a götürmesi için gönderilen helikopter ise hava muhalefeti
nedeniyle henüz gelemedi.
Artvin programı kapsamında Şavşat ilçesine gelen Kılıçdaroğlu, burada vatandaşlarla sohbet ettikten sonra ilçeden ayrıldı. Bir süre sonra konvoyun geçiş güzergahında önlem alan güvenlik güçlerine ateş açıldı. Güvenlik güçlerinin karşılık vermesi üzerine çatışma çıktı.
Kılıçdaroğlu ve beraberindekiler, daha sonra yoğun güvenlik önlemleri altında Şavşat ilçesine hareket etti.Çatışma sırasında konvoydaki araçların herhangi bir zarar görmediği, Kılıçdaroğlu ve yanındakilerin sağlık durumlarının iyi olduğu bildirildi.
Günün öne çıkan yazarları
Bugünlerde Ankara’da en fazla kafa yorulan konuların başında FETÖ’nün, 15 Temmuz darbe girişiminden sonraki olası hamleleri ve zamanlaması geliyor.
Esasen FETÖ’nün devletteki orta katman bürokratik yöneticilerinin büyük ölçüde deşifre ve tasfiye edildiği belirtiliyor. Mali kaynaklarının kurutulmakta olduğu, uluslararası arenada da kısmen farkındalık meydana getirildiği düşünülüyor.
Tabii, örgütü olduğundan büyük göstermemek ve örgüt liderinin ABD’den iadesi noktasında da stratejik hareket etmek gerekiyor.
Amerikan derin devletinin FETÖ’nün kurucusu ve yöneticisi Gülen’i iade etme pazarlıkları sırasında, küresel sistemde yedekten getirip, oyuna süreceği yeni oyuncuyu belirlemek için taktik hamleler yapabileceği varsayılıyor. Tabii bu vesile ile şu hususu da hatırlatmakta fayda var.
“Türkiye posta koydu, ABD Gülen’i iade etti”, “Washington, Ankara’nın baskısı karşısında pes etti” tarzı algılar, iade için atılabilecek ileri adımları geciktirebilir. Yani… Süper güç olarak ABD, Ankara’nın racon kesmesine tahammül edemeyebilir. Buna karşın, darbede parmak izi bulunan ABD, Türkiye’de yerleşen Amerikan karşıtlığının yeni dünya düzeninde yeni işbirlikleri arayışının da farkında. ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın, Türkiye temasları sırasında bilhassa vurguladığı, “Türkiye’nin, ABD’den daha iyi dostu yok” ifadesini, “Konjonktürel, bölgesel yeni ittifaklara fazla bel bağlamayın; yarın, yine bize ihtiyacınız olur. ABD’yi, bir başka devletle ikame etmeye çalışmayın” mesajı olarak da okumak mümkün!
Bundan üç yıl önce, yani 2013 yılının yaz aylarında ABD’nin sanayi ve otomotiv üretim merkezlerinden biri olan Detroit kentinin yerel yönetimi iflas için mahkemeye başvurdu. Detroit, tipik bir Amerikan rüyası yani hızlı “batılılaşma” örneği idi. Detroit Yerel Yönetimi, otomobil fabrikalarının kurulmaya başlamasıyla akına uğrayan ve daha 1950’lerde 1.8 milyonu bulan kentin nüfusunun 700 bine düştüğünü ve buna bağlı olarak vergi gelirlerinin giderleri karşılamadığını iflas başvurusunda belirtmişti. Kent, güvenlik, aydınlanma, sağlık taleplerinin karşılanmaması gibi hayati sorunlar yaşamaya başlamıştı. Kentteki ambulansların üçte ikisi kullanılamaz durumaydı o tarihte. (Dikkat edin, kent ABD’nin otomotiv merkezi) sokak lambalarının yarısının yanmadığını da ilave edelim. Detroit’in bir kent olarak iflas ettiği günlerde Çin’in Şanghay, Hangzhou gibi sanayi ve ticaret kentleri bulundukları bölgede üretimi geometrik hızla artıracak alt yapı yatırımlarını yapıyorlardı.
Ama bu, Çin ile de sınırlı değildi. Türkiye dahil olmak üzere, çoğu gelişmekte olan ülke, ticaret, kültür ve turizm potansiyeli olan büyük metropolleri dünya merkezi yapacak yatırımları yapıyorlardı. İstanbul’da 3. Köprü, havaalanı, metro ağları bu zaman diliminde realize olmaya başladı. Şimdi Çin’in Hangzhou’da G-20 zirvesinde bir final olarak anlattığı “tek kuşak-tek yol” projesi, Şanghay limanlarını ve Hangzhou’nun üretim potansiyelini Türkiye’nin demiryolu ağları ile Avrupa’ya taşıyacak yeni İpek Yolu’ndan başka bir şey değildi.
Tam burada Çin’in ve bu bağlamda yeni doğu kalkınmasının çok önemli bir yanını anlatmak için bir parantez açmak istiyorum. Bütün G-20 zirvesi boyunca Çin yönetimi kentteki çoğu alışveriş merkezini, mağazayı kapatmıştı. Milyonlarca insanın yaşadığı, dünyadaki günlük ticaretin en yoğun olduğu bu kentten yaklaşık bir ay el ayak çekilmişti. Ancak Çin, bu ticari kaybı karşılıyor.
Tam burada yine 2013’te batan Detroit’e dönelim; o yıl Detroit yerel yönetiminin borçlarını Obama yönetimi federal bütçeden karşılık ayırarak üstlenmedi ve kenti kaderiyle baş başa bıraktı. Beyaz Saray sözcüsü Jay Cerney, yardım düşünmediklerini, sorunun Michigan Eyaleti, Detroit kenti ve alacaklılar arasında olduğunu ve böyle çözülmesi gerektiğini söyledi. Bunu “liberal” bakış açısıyla açıklayamayız. Aynı ABD, 2008 krizi sonrası batık finansal kurumlara milyarlarca dolar akıttı. Çöp olmuş varlıkları Fed bütün bu süreçte topladı ve sistemi ayakta tuttu. Ama Detroit hayvanat bahçesindeki hayvanların açlıktan ölmesini bırakın, 2008 krizinden beri, sayıları artarak, ABD’nin metropollerinde sokakta ölen üniversite muzunu, meslek sahibi evsizler ABD ekonomisi için bir istatistik bile değildir.
G20 zirvesindeki Suriye görüşmelerinden ve son gelişmelerden üç ana sonuç çıkarabiliriz:
1- Erdoğan liderlerle yaptığı görüşmelerde Türkiye’nin güney sınırı boyunca bir “terör koridoru” oluşturulmasına izin vermeyeceğinin altını çizerek Fırat Kalkanı operasyonunun çerçevesini genişletiyor. Operasyonun 12’nci gününde ÖSO güçleri Azez- Cerablus hattını birleştirdi. Böylece DAİŞ’in sınırımızla teması kalmadı. Bundan sonraki aşama bu hattın güneye doğru derinleştirilmesi. Ancak operasyonun amacı sadece Azez- Cerablus hattını DAİŞ’ten temizlemek ve PYD koridorunun kurulmasını engellemek değil. Tüm Suriye sınırını PKK dahil terör örgütlerinden arındırmak. PKK’nın son canlı bombalarının YGP- PYD kontrolündeki kantonlardan geldiği hatırlanırsa durumun ciddiyeti anlaşılır.
Türkiye YPG -PYD kontrolündeki bölgeye çeşitli formlarda operasyon yapmayı masada tutmaya devam edecek. Haseke’deki Esed rejim güçlerinin tümden ayrılmasından sonra kantonlardan sızan teröristlerin yuvalarının dağıtılması hızlanabilir. ABD, YPG -PYD’yi Fırat’ın doğusuna çekilmeye ikna edemezse Suriye demokratik Güçleri içindeki Arap -PYD kapışması büyüyebilir. Dahası ÖSO- PYD çatışması birçok cepheye yayılabilir.
2- Fırat Kalkanı operasyonu Suriye’de siyasi çözümün tekrar canlanmasının katalizörü oluyor. Önce cephedeki aktörler hareketlendi. Rusya- Esed güçleri Halep’in kent merkezini kuşatmaya aldı ve ağır bombardımana başladı. ÖSO Cerablus’un yanı sıra Hama’da da ilerliyor. YPG- PKK ise Türkiye’nin ilgisini içeri çevirebilmek için terör eylemlerini artırdı. HDP eş genel başkanı Demirtaş, Öcalan’ın sağlığı üzerinden kitleleri harekete geçirecek “sivil direniş” sözleri etmeye başladı.
ABD ve Rusya’nın ise Suriye’de tekrardan ateşkesi uygulamaya geçirmeye yakın olduğundan bahsediliyor. Suriye’nin DAİŞ’ten kurtarılma sürecinde yeni gelişmeler oldukça ülkenin geleceği için barış görüşmeleri ivme kazanacak. DAİŞ, Münbiç’den sonra El-Bab’ı da kaybederse Halep ile bağlantısı tümden kesilerek Rakka, Deyrizor ve Humus bölgesine sıkışacak. Bu da örgütün Suriye’den temizlenmesinin son düzlüğü demek.
3- Halep’in kaderi yeni Suriye’nin nasıl olacağını belirleyecek. Zira Halep’i ele geçiren DAİŞ’ten temizlenen Suriye’nin ortagüney kesimleri üzerinde hâkimiyet kurabilecek. Her ne kadar ABD YPG’yi Rakka’ya yönlendirse de o bölgede nihai kontrol ya Esed ya da ÖSO güçlerinde olacak. Bu da barış masasında Esed- muhalifler dengesini yeniden şekillendirebilecek bir durum.
Bunlar hep KHK yüzünden” diye ahkâm kesmek kolay… Aydın sorumluluğu (varsa böyle bir sorumluluk), KHK’ya icbar eden olaylar hakkında da birkaç şey yazmayı gerektirir.
Siz meseleyi, “Bir avuç adam çıkmış, anayasal bir kurum olan OHAL’i kullanarak otoriter bir rejim kurmaya çalışıyor” düzeyinde tartışırsanız, hem kötü niyetli olduğunuzu ele verirsiniz, hem de hiçbir şey söylememiş olursunuz. OHAL’e karşı çıkan hangi aydın, PKK terörüyle arasına kategorik mesafe koydu?
FETÖ darbesiyle ilgili ne yazdı? Merak ediyorum: Bu aydınlar, bizi OHAL ve nihayetinde KHK gerçekliğiyle tanıştıran “zorunluluklar”ın hangisiyle ilgili itirazcı bir yaklaşım geliştirdi?
Darbelere karşı olduğunu tekrarlayıp duran aydınlarımızın 15 Temmuz darbe girişimiyle ilgili söyledikleri tek şey şu: “Sürek avı yapılıyor. Yapılmasın.”
Yapılmasın, tamam da, Meclis’i bombalanmış, insanları öldürülmüş, ordusunun neredeyse yarısı darbeye seferber edilmiş bir ülkeden (bir devletten) nasıl bir tavır almasını bekliyorsunuz?
“Efendim Erdoğan…” Bu “efendim Erdoğan”ı, FETÖ’nün mazmunlaştırdığı bir dizi itiraz izleyecektir.
Bu itirazlar, artık ve sadece, kendilerine “liberal” süsü vermiş aydınlar tarafından dile getiriliyor; Vaktiyle Erdoğan’ı “büyük devrimci ve devlet adamı” ilan eden adamlar bunlar. Dört yıl öncesine kadar, Erdoğan’ın demokratik alanda gerçekleştirdiği dönüşümlere/düzenlemelere alkış tutuyorlardı. Darbelerle hesaplaştığını, Dersim’den dolayı özür dilediğini, “Andımız” rezaletine son verdiğini, “Kürtçe yasağı”nı ortadan kaldırdığını, 1915’le yüzleştiğini, Nazım’a vatandaşlığını iade ettiğini, gasp edilmiş azınlık mallarıyla ilgili tediye sürecini başlattığını, özgürlükler alanını genişlettiğini yazıyorlardı. “Onun kalibresinde bir siyasetçi gelmedi, gelmeyecek” diyorlardı.
Bir “şey” oldu. Bir “kırılma” yaşandı. Erdoğan, aynı Erdoğan’dı… AK Parti, aynı AK Parti’ydi…
Hocaları muhalefete (daha doğrusu “harekete”) geçti. MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı tutuklatmaya kalktı, elinin altındaki gazetelere “Paşasının Başbakanı” şeklinde manşetler attırmaya başladı, ameliyat masasındaki Erdoğan’ı öldürtmeye çalıştı, nihayetinde (17/25 Aralık girişimiyle) bombasını patlattı.
İlginçtir, “Erdoğan’ın kalibresi” diye yazılar yazan, onu “çağın en büyük siyasetçisi”, “demokratik dönüşümlerin kralı” ilan eden aydınlar da (eş zamanlı olarak) muhalefete geçtiler.
Aynı adamlar, şimdi de, KHK üzerinden hükümet pataklıyorlar.
Fetullah’ın darbe girişimiyle ilgili tek laf yok. Dahasını da söyleyeyim: Darbe ikliminin oluşturulmasında en büyük katkı, yine bu aydınlardan gelmiştir. 15 Temmuz’dan “geriye doğru” bir basın taraması yapın; bir darbeyi istedikleri ve özledikleri, “darbenin sivil ayağı” gibi çalıştıkları açıkça görülecektir.
PKK, en başından beri Türkiye’yi kontrol ve dizayn etme mekaniğininbir dişlisiydi. Hatta PKK’nın devlet kurmayı hedefleyen “bir orijinalliğe” sahip olduğunu dahi düşünmüyorum. Şu an tabii ki Suriye’de yapılmaya çalışılan şey budur; ancak PKK’nın varlığının amacı, PKK’nın karar verebileceği bir şey değildir. Meselenin sınırı, PKK’ya bir devlet hediye etmek olmaz.
Lakin Türkiye’nin güneyini kapatmak, Güneydoğu’yu koparmak, yani bu yolla Türkiye’yi dizayn etmek bağlamında sentetik bir devlet kurmak işlevsel olduğunda, PKK bu rolü üstlenir. Nihai amaç Türkiye ve hinterlandının dizayn edilmesidir. Zaten bu amaç için yaşatılmış ve semirtilmiştir. Tıpkı FETÖ ve diğer örgütler gibi.
PKK’nın gerçek işlevi, bir etnik kesimin geçmişteki sorunları ile kamufle edilmiştir. Bu yolla kısmen toplumsallaşmış, acılı bir hafızanın üzerinde güçlenmiştir. PKK gerçek rolünü Kürt sorununun içine gömmüş, orada gizlemiştir. Daha doğrusu onu yöneten üst akıl böyle bir taktik uygulamıştır. Bu sorunu, bu boyuta gelmeden mesela rahmetli Özal’a, Erbakan’a çözdürmemiş olmaları, zamanı geldiğinde (bugünlerde) uygulayacakları harita değişikliklerinde bir manivela olarak kullanmak istemelerindendi.
Bu nedenle PKK sorununu hâlâ Kürt sorunu olarak okumayı, bitiştirmeyi, hele hele bunu Kolombiya’nın FARC sorunu/çözümü ile bir tutmayı anlayabilmek mümkün değil. FARC çözümün mimarına darbe yapmayı denemedi, sürecin garantisi olan aktöre sorunun müsebbipleri ile bir olup saldırmadı. FARC, PKK gibi “sosyalistim, ezilen halkların koruyucusuyum, emparyalizmin düşmanıyım” derken, hegemonlara sivillerin kanını pazarlayıp, onlarla Kolombiya’nın bir içsavaşa sürüklenmesi adına düşüp kalkmadı. PKK organik bir örgüt olsaydı, FARC gibi doğal, eşyanın tabiatı ve hayatın akışına uygun yolu seçecek, Çözüm Süreci gibi tarihi bir fırsatı kaçırmayacaktı.
Tam 61 yıl önce bugün Türkiye’de yaşanan utancın incelenmesi yani 6-7 Eylül 1955’te eski derin devlet tarafından tertiplenen olayların detaylı irdelenmesi geride bırakmaya çalıştığımız Eski Türkiye rejiminin de şifrelerini veriyor aslında. Bu korkunç hadise Eski Türkiye zihniyetinin bu toprakları gayrimüslimlerden tamamen arındırma siyasetinin bir parçası olarak ele alınmalıdır…
6-7 Eylül 1955 felaketi eski rejim ve eski derin devlet açısından tekil bir olay olarak görülemez. Herhalde bu zulümleri de FETÖ’ye mal edip kurtulacak halimiz yok. 1915’te Ermenilerin zorunlu olarak göç ettirilmesi ve ciddi bir kısmının da katledilmesi, 1924’te başlayan mübadele süreci, 1930’lardaki gayrimüslimleri yıldırma amaçlı kanunlar ve uygulamalar, 1942’de Varlık Vergisi denen ırkçı kanunla gayrimüslimlerin servetinin talan edilmesi, ardından 1955’te 6-7 Eylül olayları ve özellikle Rum yurttaşları ülkeyi terk etmek zorunda bırakan 1963 kararnamesi gibi hadiseler “arındırma ve temizleme” siyasetinin bir bütün oluşturan parçalarıdır.
Öte yandan gayrimüslimlere yönelik bu zulüm politikalarını da Eski Türkiye’nin genel zulüm siyasetinden ayırmamak gerekir. Kemalizm adına hareket eden eski devlet zihniyetinin yarattığı derin yapılanma Alevi yurttaşlara karşı da aynı 6-7 Eylül benzeriMaraş, Malatya, Sivas olaylarını tertiplemekten çekinmemiştir. 6-7 Eylül’deki kitle faşizmine “cinayete bulaşmayın” diye özel uyarı yapıldığı için hadise daha çok talanboyutuyla kaldı. (Fakat yine de görgü tanıklarının söylediği üzere balkondan atılarak katledilen gayrimüslimler de oldu.) Malatya ve Maraş gibi Alevilere yönelik derin yapılanma tertiplerinde ise “cinayet serbest” olduğundan çok ciddi kıyımlar yaşandı.
6-7 Eylül 1955 talanıyla 19-24 Aralık 1978 Maraş kıyımı, eski derin devletin tertiplemetaktikleri açısından da çok benzer iki olaydır. Önce ortam hazırlanır ve çoğunluk kesim azınlıklara karşı sistematik olarak kışkırtılır. Sonra “şartlar olgunlaştığı” zaman derin yapılanma Atatürk’ün Selanik’teki evine zarar gücü düşük bir bomba attırır. 6 Eylül 1955 günü 13.00’te devlet radyoları bu haberi duyurur. Özel olarak görevlendirilen medya provokatif biçimde bu haberi “Rumlar Atatürk’ün evini bombaladı” şeklinde manşet yapar, bu gazete aşırı sayıda baskı yapar. Güvenlik güçleri sahadan çekilir ve gayrimüslimlerin evlerine ve dükkânlarına yönelik saldırılar başlar. Maraş’ta Alevi mekânlarına yapıldığı gibi önceden gayrimüslim mekânları işaretlenmiştir. Nerelere saldırılacağı konusunda listeler o güruhun elindedir.
Özel Harpçi Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu’nun bir söyleşisinde utanç verici şekilde itiraf ettiği gibi ‘muhteşem organizasyon’dur 6-7 Eylül… Bir başka söyleşisinde ise Kıbrıs’ta Özel Harp Dairesi olarak cami yaktıklarını itiraf eden Yirmibeşoğlu da herhalde Fetullahçı değil. Eski rejimin içinde barındırdığı faşizmi de unutmayalım…
Cumhurbaşkanı ve Başbakan başta olmak üzere sivil yönetimi yok etme ya da ele geçirme, Komuta kademesini de enterne ederek darbeye katılmaları yönünde ikna niyeti, kağıt üzerinde kolay gözükse de, gerçekleşmesi pamuk ipliğine bağlı bir plandı. Esas haliyle bile pamuk ipliğine bağlı darbe planını yapanların, 15 Temmuz’un akşam saatlerinde niyetlerinin anlaşıldığını fark edince neden vazgeçmedikleri, önemli bir soru.
Darbe girişiminin bilinen ve ele geçirilen aktörlerinin büyük bir çoğunluğunu FETÖ’nün evlatları oluşturuyor, burası açık. Ancak, işin içinde devşirilenler de var. FETÖ tarafından yetiştirilen, askeri okullara sokulan, subay olduktan sonra terfileri ve makamları konusunda sürekli destek olunanların emir aldıklarında darbeye niyetlenmeleri ve açığa çıktıklarını anladıklarında da durmayıp girişimi erkene almaları, anlaşılır bir şey diyelim.
Ama darbe niyetinin açığa çıktığını anladıklarında ‘devşirilenlerin’ niçin durmadıkları ve sonu belirsiz bir maceraya girmeyi hangi sebeple göze aldıkları, başka önemli bir soru.
Gerek evlatlar ve gerekse devşirmeler, FETÖ adına darbe girişimine kalkışanların hemen tamamının başarısız olurlarsa hayatlarının artık sona ereceğini bilmiyor olmaları mümkün değil.
Kendilerine yapılan iyiliklerin kulu haline geldiklerini düşünebileceğimiz FETÖ evlatları ve devşirilenlerin, netice alabilmelerinin iyice imkansız hale geldiği bir aşamada bile vaz geçmeyip bunun bir yok oluş olduğunu bile bile girişimi sürdürmelerinin motivasyonu nedir acaba?..
Açığa çıkanlar tamam. Ama halen örtülü bir şekilde varlıklarını devam ettiren ve çeşitli şekillerde bundan sonrası için de tehlike oluşturanlar olduğunu biliyoruz.Bunlarla yapılacak mücadelede, binlerce insanı adeta büyülenmiş gibi kendisinden isteneni yapar hale getiren sebepleri öğrenmenin önemi de herhalde çok büyüktür… İki kesimin de nasıl kullanıldıkları konusunda kafa yormak ve bundan sonrası için tedbirler geliştirmek belki zor, ama gerekli… Aksi takdirde fatura daha büyüyor çünkü…..
G20 zirvesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan öncelikle Obama ve Rus lider Vladimir Putin ile görüştü. Almanya Başbakanı Angela Merkel’i kabul etti. Dünyanın farklı coğrafyalarından liderlerle bir araya geldi. Hangzhou zirvesi için Obama’nın katıldığı son zirve diyebiliriz. New York’ta önümüzdeki hafta yapılacak Birleşmiş Milletler zirvesi ile ABD Başkanı, emekliliğine giden son virajı da dönmüş olacak.
Erdoğan ile son buluşmasında bir süredir olumsuz seyreden Türk-Amerikan ilişkilerine bir ivme kazandırma çabası da gözlendi diyebiliriz. Ancak bu çabanın yeterli olduğunu da söylemek mümkün değil. 15 Temmuz sonrası başta FETÖ elebaşının iadesi olmak üzere Ankara, Washington’dan söylem değil, eylem bekliyor. Obama’nın “darbede rolü olanların adalet karşısına çıkarılması için yardım etmeye hazırız” şeklindeki cümlesi dikkatle not edildi. Washington’un bu beyanın gereğini yerine getirmesi bekleniyor şimdi.
Cerablus, PYD’nin bir terör koridoru oluşturma çabaları, Suriye gibi konular masada ele alınan başlıklardı. Cumhurbaşkanı’nın Putin ile olan görüşmesinin de olumlu bir havada geçtiğinin altını çizelim. Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, Enerji Bakanı Berat Albayrak, Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan gezide Cumhurbaşkanına eşlik eden isimler. Ankara’nın kilit düzeydeki bakan ve bürokratları tanımını yapabiliriz yukarıda saydığım isimler için.
Çin yönetimi Türk heyeti için güvenlik tedbirlerini en üst düzeyde aldı. Otelin önünde havadan ve karadan olası saldırılara karşı her türlü önlem alındı. Bu satırları yazdığım sırada, Hangzhou’da saatler 16:55, İstanbul’da ise 11:55… Az sonra temaslar tamamlanıp, Ankara’ya hareket edilecek. Toplantıların detayları daha fazla belirginleşecek. Ancak şimdiden şunun altını çizmek gerekiyor ki, Türk heyeti Hangzhou’dan tam bir dopingle dönüyor.
PKK bal gibi bir terör örgütüdür ve terör faaliyetlerini yalnız Türkiye’de değil Almanya ve birçok Avrupa ülkelerinde de faaliyet göstermekte ve insanlara korku yayıp baskı ile zorla para toplamakta, esrar ve insan ticareti yapmaktadır. Avrupa’da birçok Kürt PKK’dan yaka silkmektedir.
Ama esas PKK terörünün alasını Türkiye yaşıyor… PKK canlı bombalarla büyük şehirlerimizi kana boyamakla kalmadı şimdi de güneydoğu şehirlerimizde bombalar patlatarak yalnız güvenlik güçlerimizi hedeflemiyor aynı zamanda çoluk çocuk halkımızı da yok ediyor.
Yani ABD bile PKK’yı terör listesinden çıkarmayı aklına bile getirmiyor… Zavallı Demirtaş ve arkadaşları PKK ile aralarına mesafe koyacaklarına tamamen terör örgütüne teslim olmuş durumdalar. Hatta Kandil’in sözünden çıkmayı bir an bile düşünemiyorlar. Yani Halkın Demokrasi Partisi’ni de PKK yönlendiriyor, güdüyor… İşte onun içinde artık TBMM’de HDP milletvekillerine ciddi bir tavır var. Onun için Külliye’ye davet edilmiyorlar, onun için Yenikapı’da yoklar.
Pazar günü Diyarbakır’da halkla ve kanaat önderleri ile görüşme imkânı elde ettik. Millet PKK’dan korkuyor, oy vermelerine rağmen HDP’yi adamdan saymıyorlar… Ama bölge insanımız bir yeni barış ve kardeşlik sürecinin başlaması gerektiğini, bunun PKK ve HDP ile olmayacağını ve halkı temsil eden yeni muhataplarla bu sürecin başlatılması gerektiğini ve böylelikle teröristlerin “izole” edileceğini vurguluyorlar.
Aynı zamanda bölge insanı devleti her zaman yanında görmek ve hissetmek istiyor. Ve son olarak “arkanızı dönüp gitmeyin, bizi PKK ile baş başa bırakmayın” diyenler çoğunlukta. Ve bu işi Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakanımız Binali Yıldırım’ın yapacağına insanlar inanıyor.
Konvoyuna ateş açılmasının ardından Kılıçdaroğlu’nun çark etmeye hazırlandığına dair ilk işaret fişeklerini Özgür Özel ile Selin Sayek Böke’nin “kimi beyanlarıyla attıkları” gözleniyordu. Mesela, Özel “AK Parti Hükümeti’nin 15 Temmuz sonrası dış politikasını” eleştirerek “Bunlar bir an evvel NATO’dan ve AB’den kurtulmak istiyorlar” diye konuştu! Özel’in NATO’su (ABD’si) ve AB’si üç yıl önce Mısır’daki Sisi Darbesi’nden çok mutlu olmuşlardı; 15 Temmuz’daki FETÖ darbe girişiminin başarısızlığından dolayı “devasa bir hayal kırıklığı” ve “derin üzüntü” yaşadılar/yaşıyorlar.
Selin Sayek Böke, ne yaptı? “Amerikan devletinin ağzıyla konuşup” Türkiye’nin Cerablus Harekâtı’ndan rahatsızlığını dışa vurdu! Üstüne; Devlet Bahçeli’nin Adli Yıl açılışına katılmasını “MHP kongresini kaçak sarayda yapsın” sözleriyle eleştirdi. Peki; 25 Temmuz’da “Külliye’nin yolunu tutan” genel başkanı Kılıçdaroğlu değil miydi? Pensilvanya’daki Locaefendi’nin darbeci pilotları, 15 Temmuz gecesi Külliye’yi bombalamaya giderlerken telsiz konuşmalarında “Kaçak Saray” diyorlardı!
Gülen’in de; darbeci askerlerinin de; Selin Sayek Böke’nin de “bir numaralı putu” ABD’dir! Küresel Baronlar’ın yönetimindeki Bilderberg’in Avusturya’nın Telfs şehrindeki Haziran 2015 tarihli derin toplantısına Türkiye’den katılan isimler arasında Selin Sayek Böke de yer alıyordu!
Katılımcılar arasında Küresel Baronlar’ın önde gelenlerinden Henry Kissinger da vardı. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg de oradaydı; Bild gazetesini yayınlayan Axel Springer şirketinin CEO’su Mathias Döpfner de! Döpfner, CIA’in uzun seneler önce Almanya’da kurduğu “Atlantik Brücke” (Atlantik Köprüsü) derneğinin üyesidir…
Terör Devleti İsrail’e bütün hücreleriyle bağlı Axel Springer şirketi Doğan Holding’in ortağıdır. Baronsal Hürriyet, Selin Sayek Böke’yi iki yıldır “parlatmaya” doyamıyor; öve öve bitiremiyor! Kemal Kılıçdaroğlu’nun kurucuları arasında yer aldığı TESEV’i fonlayan uluslararası kuruluşlar arasında “National Endowment for Democracy”(NED) özel bir yer tutar… NED, CIA tarafından kurulmuştur! 15 Temmuz’daki darbe kalkışmasında, CIA işin içindeydi… FETÖ ile birlikte sahadaydı!
Çapkın’a 3 milyon dolarlık hediye ev