34,5467$% 0.18
36,0147€% -0.62
43,3470£% -0.52
3.005,41%1,48
2.705,79%1,29
9.549,89%1,94
Türklerin İslamiyet’e geçişinden sonra; İslam uygarlığının bilim, inanç ve kuralları etkisi altında, Arap ve Fars edebiyatının estetik kuralları üzerine kurulan edebiyat akımına “divan edebiyatı” denir. Özellikle Anadolu’da yaygınlaşan bu edebiyat “İslami saray edebiyatı, Enderun edebiyatı, havas edebiyatı, klasik edebiyat, eski edebiyat” gibi değişik kavramlarla da anılır. “Divan edebiyatı”nın sözcük olarak 19. yüzyılda ortaya çıktığı düşünülmekteyse de ilk defa kimin tarafından kullanılmış olduğu bilinmemektedir. Divan edebiyatına ait bilinen en eski örnek, XI. yüzyılda Karahanlılar döneminde Hakaniye lehçesiyle yazılmıştır.
Anadolu’da ilk ürünlerine XIII. yüzyıldan itibaren rastlanmaya başlayan bu edebiyat akımına adını veren, şairlerin şiirlerini “divan” adını verdikleri kitaplarda toplamalarıdır. Kitapta toplama işlemine tedvin denilirdi. Belli bir sıra gözetlenerek hazırlanan divanlara müretteb, sıra gözetilmeden hazırlanan divanlara gayr-i müretteb denilirdi.
Medreselerde bilim dili olarak Arapçanın, edebiyat dili olarak Farsçanın okutulması o dönemin sanatçılarının özellikle İran edebiyatına ilgi duymalarına neden olmuş; Farsçadan yapılan manzum ve mensur çeviriler zaman içinde Türk yazar ve şairlerini aynı türde yerli eserler vermeye yöneltmiştir. Divan edebiyatın yaygınlaşmasının bir diğer büyük nedeni de sarayın ileri gelenleri tarafından bu türde eserlere gösterilen aşırı ilgi ve eserlerini bu türde veren şairlere verilen maddi destektir. Fakat hecelerin açık (kıta) veya kapalı (uzun) oluşunu temel alan Aruz ölçüsüyle eserler verilmeye çalışılması, Türkçede uzun ünlü bulunmaması nedeniyle aynı zamanda dilde bozulmayı da beraberinde getirmiştir.
Divan şiiri geleneğinin hem dini hem de dindışı kimliği daha kuruluş döneminden itibaren belirginleşmeye başlamıştır. Kadı Burhaneddin ya da Şeyhi gibi sanatçılar bu geleneğin dini ve tasavvufi yönünü simgelerken, Ahmet Paşa ve Necati gibi sanatçılar yaşanılan dünyanın zevke, eğlenceye dönük yönünü yansıtırlar.
Anadolu divan edebiyatının ilk döneminde gazel ve kasideden çok mesnevi türündeki eserlerin çokluğu dikkat çekmektedir. Öyle ki, XIV ve XV. yüzyıllar mesneviler çağı olarak da anılır. Bu olgunun altında yatan nedenler arasında şairlerin İran mesnevilerini kendi dilinde veya Türkçe çevirilerinden okumuş olmaları gösterilebilir.
Divan Edebiyatı’nın Genel Özellikleri
Divan edebiyatının temelini, tek başına bir bütün sayılan “beyit” oluşturur. Önemli olan beyit güzelliğidir. Beyitler kendi içinde bir anlam bütünlüğü taşıdığı için, her beyit farklı şeylerden bahsedebilir; diğer beyitlerle arasında bir konu bütünlüğü aranmaz. Beyite o denli önem verilmiştir ki, bazı şairlerin tek beyitten oluşan yapıtları bulunmaktadır. Tek başına bağımsız olan bu tür beyitlere müfred denilmektedir.
Divan edebiyatında anlam her şey kabul edildiğinden bir beyit birçok farklı anlamla yüklenmiş olabilir. Bir divan şairi başka bir şairin daha önce kullandığı bir deyimi kullanacaksa, onu diğer şairin kullandığı anlamının dışında kullanmaya özellikle dikkat ederdi.
Divan edebiyatına yeni konuların girmesi, bu konulara özgü dil ve terminolojiyi de birlikte getirmiştir. Divan şairleri hüner ve marifet gösterebilmek için klasik konuları özgün bir üslupla işlemeye yönelmişler, bazı kavramları dolaylı yoldan anlatmak için kullanılan sanatlı söz anlamına gelen bikr-i mazmun yaratma gayretine kapılmışlardır.
Divan şiiri ortak malzemeyi klasik kurallara uygun biçimde işleyen gelenekçi bir edebiyat akımı olarak gelişme gösterirken, kimi şairlerin bu kuralların sınırlarını biçim ve içerik yönünden zorlamaları, sonraki yüzyıllarda daha da belirleyici olmuştur.
Divan şairleri ortak malzemeyi işlerken hüner ve marifet göstermek zorundaydılar. Bu da ancak şiirsel söylemde başvurulan mecaz, söz ve anlam sanatlarını bilmeyi ve uygulamayı gerektiriyordu. Bunun yolu ise çok ince bir zekaya sahip olmak, dilin inceliklerini bilmek ve daha önce verilen yapıtları okumaktan geçerdi. Sanatçı tüm bu deneyimlerinden yararlanarak yazdığı beyitleri birçok edebi sanatla süslerdi. Divan edebiyatında anlam güzel bir kadın olarak kabul edilecek olursa, edebi sanatlar da onu daha da güzelleştiren ziynetlerdi.
Gerçekten de divan edebiyatının en önemli özelliklerinden olan söz sanatlarından sıklıkla yararlanılmıştır. Divan edebiyatında en çok kullanılan söz sanatları ise şunlardır:
Bütün bu edebi sanatlar araçlar kullanılarak yapılan divan edebiyatının âşık-maşuk-aşk üçgeni gibi bazı ortak kalıpları vardır ve bunların dışına çıkılamaz. Örneğin divan şiirinde şair her zaman aşıktır, aşık olunan ise her zaman vefasız. Bu durumun dermanı olmamasına karşın şair her daim durumundan mutludur.
Yine aynı biçimde Fars edebiyatından aktarılan birçok düşünce ve kavram kalıplaşmış ve şairler tarafından ortaklaşa kullanılmıştır. Göz yerine nerkis, kaş yerine keman, yüz yerine mah, boy yerine selvi sözcüklerinin kullanılması gibi. Bütün bunların sonucu olarak divan şiiri hem biçim hem de öz olarak eldeki örneklere uymakla yetinmek zorunda kalan, yaşamdan çoğu zaman kopuk, kitabi ve soyut bir şiir biçimine dönüşmüştür.
Divan şairleri şiirlerinde kafiyenin üzerine de dikkatle eğilmişlerdir. Tam ve zengin kafiyenin dışına fazla çıkmadan redifin sağladığı olanaklardan olabildiğince yararlanmışlardır. Şairlerin, şiirlerinde ilgisiz benzetmelerden, cinas ve kafiyelerin tekrarlanmasından kaçınmaları, noktalı ve noktasız harfleri sıralamaya yer vermemeleri divan edebiyatın genel özellikleri arasındadır.
Divan edebiyatındaki nazım şekilleri de oldukça fazladır. Başlıca nazım şekilleri ise şöyle sıralanabilir:
Divan Edebiyatının Önemli Şairleri
Yusuf Has Hacip: Kutadgu Bilig’in yazarı olan şair 1069 yılında tamamladığı mesnevisini Karahanlı hükümdarı Tafgaç Buğra Han’a sunmuştur. İslamiyet’ten sonraki Türk edebiyatının ilk ünlü eseri olan Kutadgu Bilig yaklaşık 6500 beyitlik didaktik bir mesnevidir. Oldukça özenli bir dili vardır.
Edip Ahmet: Türk töreleri ve gelenekleri ile İslam görüşünü kaynaştıran didaktik divan şairidir. Türkistan’da doğan şair aynı zamanda doğuştan kördür. Din kurallarına bağlı, ahlaksal eğitimi amaçlayan didaktik şiirler yazmıştır. Bir öğüt ve ahlak kitabı olan ve Edip Ahmet’i ölümsüz Türk şairleri arasına sokan en önemli eseri Atabet-ül Hakayık’tır. Dörtlüklerden oluşan eserin içeriğinde büyük ölçüde ayetlerden, hadislerden, Arapça beyitlerden ve İslamiyet’in temel kurallarından yararlanılmıştır.
Hoca Dehhani: Aslen Horasanlı olan şair, divan şiirimizin temellerini atan şairlerin en önde gelenlerdendir. Farsça şiirler yazmakla birlikte Anadolu Türkçesiyle terennüm edilen aşk ve şarap üzerine şiirleri ile ünlenmiştir. Tasavvufun yoğun olarak işlendiği bir dönemde son derece temiz bir dille din dışı konulara eğilmiştir.
Mevlana: Yalnız Türk edebiyatının değil, dünya edebiyatının da önde gelen şairleri arasında sayılan Mevlana Celaleddini Rumi Belh’te doğmuş ve ailesiyle birlikte Anadolu’ya göçmüştür. Mezarı Konya’dadır. Tasavvuf düşüncesini halkın zevkine uygun ve onların anlayacağı şekilde öyküler yardımıyla anlatmıştır. Farsça yazmakla birlikte içinde bolca Türkçe sözcüğün bulunduğu şiirlerinde ilahi aşkı işleyip insanlara öğütler vermiştir. Türklük sevgisi oldukça kuvvetli olduğu için eserlerinde diğer dikkat çeken bir nokta da Türklüğe olan övgüdür. Başlıca eserleri Divan-ı Kebir, Mektubat ve Mesnevi’dir. Ünlü Alman şair Goethe, Mevlana’dan etkilenerek Farsça öğrenip bir de divan yazmış, ünlü ressam Rembrant Mevlana’nın bir tablosunu yapmıştır.
Sultan Veled: Mevlana’nın oğlu olan ve asıl adı Bahaeddin Muhammed Veled olan şair dini, tasavvufi, didaktik manzumeler yazmıştır. Anadolu’da Türkçe şiir söylediği bilinen en eski şairdir. Mevleviliği geniş halk kitlelerine ulaştırabilmek için yazdığı Türkçe şiirleri birçok kusuru barındırmasına karşın sevimli bir söyleyiş taşır. Mevlana’nın büyüleyici coşkunluğu onda yerini öğretici, didaktik ve yorumcu bir niteliğe bırakmıştır. 13 bin civarında beyiti olan Farsça bir divanı, üç mesnevisi bir de mensur olmak üzere beş eseri bulunmaktadır.
Kadı Burhaneddin: Anadolu Türk şiirinin kurucularından olan şair 1344 dolaylarında Kayseri’de doğmuştur. Türkçeyi aruza ilk uygulayanlar arasında sayılır. Aşk, yiğitlik, tasavvuf konularını savaşlar ve ihtiraslarla pişen bir ruh olgunluğu içinde kendine özgü bir söyleyişle dile getirmiştir. En önemli eseri 1500 gazel, 119 tuyuğ, 20 rubai ile müfredlerden oluşan Türkçe mesnevisidir. Aruz ölçüsüyle yazdığı Türkçe şiirlerdeki teknik kusurlar, duyguların içtenliği ve kültür zenginliğinin içinde kaybolup gitmiştir.
Şeyhi: Asıl adı Yusuf Sinaneddin olan divan şairi 1371 ya da 1375 yılında Kütahya’da doğmuştur. Adını günümüze Harname adlı eseri getirmiştir. Bu eser hiciv edebiyatının en güzel örneklerinden biridir. Başarılı gazel, kaside ve mesnevileri ile divan şiirimizin kurallarını, özelliklerini, mazmunlarını açık, derli toplu bir anlatışla ortaya koymuş; bu şiirin iskeletini, çatısını kurarken iç güzelliği yaratmaktan geri kalmamış, şiir kültürüyle Fuzuli’yi dahi etkilemiştir.
Süleyman Çelebi: Rivayetlere göre Yıldırım Beyazid döneminde Bursa Ulu Cami’nin imamı olan şairin en önemli eseri Mevlit’tir. Mevlit’in Ulu Cami’de dini bir tartışmanın ardından İranlı bir vaizin Hz. Muhammed’le öteki peygamberler arasında hiçbir üstünlük olmadığını iddia etmesi üzerine yazıldığı söylenir. 800 beyitten oluşan ve asıl adı Vesiletü’n Necat olan bu mesnevi 1409’da tamamlamıştır. Doğal bir içtenlikle yazıldığı için dinsel şiirler içinde halkı en çok etkileyenlerden biri olup, günümüzde dahi sık sık okunmaktadır.
Ali Şir Nevai: 1441’de Herat’ta doğan Nevai, Çağatay Türk edebiyatının en önemli şairidir. Eserlerinde Türk ruhunu işlemiş, kahramanlarını tam bir Türk kahramanı durumuna getirmiştir. Türkçenin gelişmesi için büyük çaba harcayan şair Farsça şiir yazma modasına karşı çıkmakla kalmamış, Türkçenin şiir dili olması içi elinden geleni yapmıştır. En önemli yapıtları Türkçenin Farsçadan üstün olduğunu kanıtlamak için yazdığı Muhakemat-ül Lugateyn ile Türk edebiyatında yazılmış ilk şairler tezkiresi olan Mecalis-ün Nefais’tir. Ali Şir Nevai aynı zamanda beş mesnevinin bir araya gelmesiyle oluşan hamseye sahip Türk edebiyatındaki ilk isimdir.
Fuzuli: Asıl adı Mehmet olan şair büyük olasılıkla 1490-1495 yılları arasında Kerbela’da doğmuştur. Türkçe, Arapça ve Farsça şiir yazabilecek bilgi ve yeteneğe sahip olan şair bilimsiz bir şiirin temelsiz bir yapıya benzediğini ileri sürer. Ona göre şiirin temeli bilim, özü ise sevgiden oluşur. Şiirlerini Azerbaycan Türkçesi ile yazan Fuzuli özellikle gazellerinde büyük bir ustalık göstermiştir. Çeşitli anlam ve söz sanatlarını başarıyla kullanması, ses benzerliklerine büyük önem vermesi, halk dilinde geçen sözcükleri, deyimleri, atasözlerini kullanması, yeri geldiğinde Kuran’dan ve hadislerden aktarmalar yapması yaratıcılığının başlıca özelliklerindendir. Mesnevi ve murabbaları da gazelleri kadar başarılı olmakla birlikte kasidelerinde aynı derece ustalık görülmez. Şiirlerinde kişisel bir özdenlik, engin bir insan sevgisi, romantik bir lirizm mısra mısra işlenir. Aşk en güçlü anlatım yeteneğini onun şiirlerinde bulmuştur. Fuzuli şiir sanatının bütün inceliklerini iyi bilen ve başarılı biçimde uygulayan bir şair olarak divan şiirinin klasik bir nitelik kazanmasında büyük ölçüde rol oynamıştır. Yüzyıllar boyunca halk ve divan şairleri üzerinde derin bir etki bırakmasında, deyiş özelliğinin, dil ustalığının, duygularını insani bir içtenlikle işleyişinin büyük rolü vardır. Üç dilde divanı olan şairin Leyla ile Mecnun’u da Türk edebiyatının en güzel mesnevileri arasında gösterilir.
Baki: Asıl adı Mahmud Abdülbaki olan divan şairi İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Sağlığında Sultanü’ş Şuara ve Melikü’ş Şuara unvanlarını almıştır. Kanuni için yazdığı mersiyesi türünün en güzellerinden biri olarak kabul edilir. Şiirlerini söz ve anlam sanatlarıyla süslemiş, Türkçenin ifade olanaklarından ve mecazlarından hayli geniş yararlanmıştır. Baki divan şiirini İran örnekleri düzeyine çıkarmakla kalmamış, Kanuni Sultan Süleyman’ın da yakın arkadaşı olmuştur. Yoğun hayallerle, mazmunlarla, yabancı sözcüklerle örülü beyitlerinin gerçek sanat yanı dil yapısında, doğal ses uyumunda gizlidir.
Nedim: İstanbul’da doğan divan şairinin asıl adı Ahmet’tir. Nedim aşk, zevk ve neşe şairidir. Divan şiirine yeni bir söyleyiş, yerli ve gerçekçi bir içtenlik kazandıran Nedim aşkın, zevkin ve neşenin şairidir. Tasavvufla ya da hikmetle hiç ilgilenmemiştir. Çağdaşlarından itibaren bütün Türk şairlerini etkisi altında bırakmıştır. Çağdaşlarına göre çok daha az şiir yazsa da şiirleri birçok kez bestelenmiş ve Batı dillerine çevrilmiştir. Nedim’i ölümsüz yapan, Türkçe şiirlerinin toplandığı küçük divanıdır.
Nabi: Divan edebiyatının en önemli didaktik şairi olarak kabul edilen Nabi 1642 yılında Urfa’da doğmuştur. Şiirlerinde atasözlerinden, hikmetlerden, fikirlerden büyük ölçüde yararlanmıştır. Divan edebiyatında hikmetli, öğretici, atasözlü şiir söylemek çığırını açan odur. Şiirlerindeki rahat söyleyişi yaratan kusursuz bir nazım tekniği bulunur. Mazmunlara, cinaslara, söz sanatlarına düşkün olmasına karşın şiir dili oldukça sadedir. Yaşadığı dönemin en güzel İstanbul Türkçesi onun şiirlerinde görülür. En güçlü şiirlerini gazel tarzında vermekle birlikte, rubai, kıt’a, kaside, mesnevi ve nesir de yazmıştır. En tanınmış eserleri Türkçe ve Farsça şiirlerini topladığı Divan ile oğluna verdiği öğütleri manzum olarak ortaya koyan Hayriye’dir.
Nefi: Divan edebiyatının en büyük hiciv ve kaside şairidir. 1572 yılında Erzurum’da dünyaya gelen Nefi’nin gazelleri oldukça sade bir dille yazılmış olmasına karşın kasidelerinde çok ahenkli bir dil kullanmıştır. Divan şiirinin kurallarını başarıyla uygulamış, çoğunlukla din dışı konuları işlemiştir. Yergilerindeki kaba ve çirkin küfürlerin çokluğu hemen dikkatleri çeker. Türkçe ve Farsça divanı bulunmaktadır. Diğer bir önemli eseri de çoğu beyitleri küfürlerle dolu olan hicivlerin toplandığı Siham-ı Kaza’dır.
Şeyh Galip: Divan edebiyatının son büyük şairidir. Asıl adı Mehmet olan şair 1757 yılında İstanbul’da doğmuştur. Galip, klasik Türk şiiri sayılan divan şiirinin son dehası, Nedim’den sonraki şairlerin en büyüğü kabul edilebilir. Klasik şiirimizin geleneklerine bağlı kalmakla birlikte, belli mazmunlar yaratmış, yeni imajlarla divan şiirinin daralan ufkunu genişletmiştir. Düşüncelerle, tasvirlerle örülü yoğun bir hayal gücü vardır. İlk şiirlerini henüz 24 yaşındayken Divan’da toplamış, başyapıtı kabul edilen Hüsn-ü Aşk’ı ise 26 yaşında tamamlamıştır. Divan edebiyatı akımlarında Sebk-i Hindi üslubunu dilimize uyarlayan odur. Şeyh Galip divan şiirinde yenilikler yapmak için uğraşmışsa da, divan şiirinin kalıplaşmış kurallarını yıkmayı başaramamıştır.
SOYKIRIMLAR & SÜRGÜNLER DOSYASI : Nazi Toplama Kampları