DOLAR

34,6134$% 0.2

EURO

36,3512% 0.94

STERLİN

43,5060£% 0.39

GRAM ALTIN

2.924,98%-2,66

ONS

2.632,67%-2,70

BİST100

9.659,96%1,15

İmsak Vakti a 02:00
İstanbul PARÇALI BULUTLU
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce

DANIŞTAY DAVASI : Danıştay saldırganı Alpaslan Arslan’ın Gülen Bağlantısı

Hatırlayalım, Danıştay saldırganı Alpaslan Arslan, Ergenekon Ana Davası’ndaki çapraz sorgusunda Fethullah Gülen tarikatıyla olan irtibatını anlattı. Duruşmayı takip edenler hatırlarlar. Alpaslan Arslan saldırı öncesinde Danıştay Başkanı Mustafa Birden’in adresini ve telefon numarasını Fethullah Gülen’in yeğeni Kemalettin Gülen’den aldığını söyledi. Arslan, Elazığ’da yaşadığı dönemde sık sık Işık Evleri’ne gittiğini ve Fethullah Gülen’e bağlı olduğunu ifade etti.
Danıştay İkinci Daire üyesi Mustafa Yücel Özbilgin’i öldüren ve Danıştay Başkanı Mustafa Birden ile birlikte 4 kişiyi silahla yaralayan Alparslan Arslan, Fethullah Gülen Tarikatıyla olan bağlantısını Ergenekon duruşmasında çok net bir şekilde anlattı. Ancak mahkeme üyeleri de aynı cemaatten olunca sümen altı edilmesi, üstünün kapatılması normal. Geçtiğimiz günlerde FETÖ ÖRGÜTÜ’ne yönelik operasyonlarda Ergenekon davasına bakan 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin heyet üyeleri Hakim Sedat Sami Haşıloğlu, Hasan Hüseyin Özese ve Hüsnü Çalmuk tutuklandı. Savcılardan Zekeriya Özverdiği gizli bilgiler sayesinde firar etti ve şu an Alman istihbaratının kontrolünde yaşıyor. Savcı Osman Şanal’da 1 hafta önce tutuklandı. Diğer savcılarında akıbeti aynı.
17 Mayıs 2006 tarihinde Alparaslan Arslan’ın arabasından 13 Şubat 2006 tarihli Vakit Gazetesi’nin bir kopyası bulunmuştu. “İşte o üyeler” manşetiyle çıkan gazete, türban kararının altında imzası bulunan Danıştay üyelerini hedef gösteriyordu.
Alpaslan Arslan, Ergenekon Davası’nın 2010 yılındaki duruşmasında kendisine o gazeteyi gösteren kişiyi açıkladı. Bunu da hatırlıyorsunuz değil mi yada medyadan takip etmişsinizdir. Alparslan Arslan, Vakit gazetesinin Danıştay hakimlerini hedef gösteren haberini kendisine gösteren kişinin Fethullah Gülen’in yeğeni Kemalettin Gülen olduğunu açık açık söyledi.Alpaslan Arslan, Danıştay saldırısından bir hafta önce Kemalettin Gülen’in bürosuna gitti. Kemalettin Gülen burada Alpaslan Arslan’a, Danıştay hakimi Mustafa Birden’in adresini ve telefon numarasını da verdi.
Alpaslan Arslan’ın Fethullah Gülen’in yeğeni Kemalettin Gülen hakkında söyledikleri benim 116. duruşmada söylediklerimi hatırlattı. İsteyenler duruşma tutanaklarından ilgili bölümü okuyabilirler. Ben, Alpaslan Aslan’a“neden bu saldırıyı yaptın” diye sordum; Aslan da “Beni Fethullahçılar yönlendirdi, pişmanım” demişti. Bu açıklamanın az öncesine gidip Alpaslan’a bu soruyu nasıl ve ne şekilde sorduğumu anlatayım. Böylece kapalı kapılar ardında ne dolaplar döndüğünü gözünüzde canlandırabilirsiniz. Benim FETÖ ÖRGÜTÜ ile tek yönlü muhabbetim 2001 yılının Şubat ayında başlıyor. Nasıl ve ne şekilde başladığını kısaca özetliyorum.
Fetullahçı İstihbaratçıların ilgi alanına 2001 Şubat ayında girdim. Bana kendileri için çalışmam şifai olarak telkin edildi öncelikle. Tam tarihini hatırlamıyorum ama telefon kayıtları hala saklanıyorsa tam tarih buradan çıkarılabilir. Şubat 2001 tarihinde (15 Şubat olabilir) tanımadığım bir numaradan arandım ve bana istihbarat servisi için çalıştığını söyleyen Yılmazadlı birisi (Soyadını bilmiyorum ama 0543-533-1769 no’lu telefonumun kayıtları incelenirse kimin üzerine kayıtlı olduğu bulunabilir) benimle yüz yüze görüşmek istediklerini söyledi ve bir ofis adresi verdi. Ben de akabinde İstanbul Mecidiyeköy’de bulunan bu ofise gittim. Burada eğer görürsem hatırlayacağım 3 kişi bulunuyordu. Şık bir ofisti. Bana önce çay ikram ettiler, halimi hatırımı sordular. Daha sonra istihbari faaliyetlerim hakkında bilgi sahibi olduklarını ve kendileri için çalışmak isteyip istemeyeceğimi sordular. Ben kibarca reddettim. Bunun üzerine eğer tekliflerini reddedersem devlet için yapmış olduğum istihbari faaliyetlerimin engelleneceğini ve ileride çok sıkıntılar yaşayacağımı söylediler. Üstü kapalı olarak tehdit ettiler. Ben yine red edince konuşma sona erdi ve ofisten ayrıldım.

Bu konuşmadan aşağı yukarı 1 hafta kadar sonra bir akşam oturduğum apartmanın otoparkına arabamı park ederken yanımda koyu renk ve camları filmle kaplı bir minivan (Hatırladığım kadarıyla) durdu. Yan kapısı açılınca yüzleri koyu renk maskeli 2 kişi direnmeme rağmen kollarımdan tutarak zorla araç içine aldılar. Bana ses çıkarmamamı yoksa önce beni sonra da ailemi öldüreceklerini söylediler. Gideceğimiz yere varınca yine kollarımdan tutarak aşağı indirip bir süre yürüttüler ve bir sandalyeye oturttular. Burada bana devletin bir birimi için çalıştıklarını ve beni de bazı operasyonlarda kullanmak istediklerini söylediler. Ben itiraz edince de işkence yaptılar. Ancak seslerinden çıkarabildiğim kadarıyla 1 hafta kadar önce Mecidiyeköy’deki ofiste benimle konuşan kişiler değillerdi. Bu kişiler muhtemelen farklı bir gruptu. Geçmiş zaman olduğu için bazı önemli detayları hatırlamakta zorluk çekiyorum, bu yüzden beni bağışlayın.

İşkence 2 gün kadar sürdü. Ben istedikleri gibi bir cevap vermedim. Daha sonra sanıyorum devam ettirmenin gereksiz olduğunu düşündüler ki beni tekrar yüzümü kapatarak bir araca bindirdiler ve gece yarısı Fikirtepe civarında evime yakın bir yerde indirdiler. Ben bu olaydan sonra konuyu aydınlatırlar düşüncesiyle MİT’in Beşiktaş’ta bulunan Bölge Müdürlüğü’ne giderek yazılı başvuru yaptım. Elimdeki dilekçeyi bina dışına çıkarak benimle görüşen yetkiliye verdim. İlgileneceklerini söyledi. Savcılığa da gitmeyi düşündüm uzun süre ancak aileme zarar verebileceklerini düşününce korktum ve vazgeçtim. Benim can endişem yok korkmuyorum ama aileme önem veririm. Bundan dolayı çekimser kaldığımı söyleyebilirim.

Bu olaydan sonra uzun bir süre farklı farklı araçların beni her yerde takip ettiğini fark ettim. Fark ettim diyorum çünkü tesadüf olamayacak şekilde ve adeta kendilerini gösterir tarzda bir takip idi. Açıkçası saklanmıyorlar ve kendilerini belli ediyorlardı. Ben bu araçların plaka numaralarını ve içindeki şahısların eşgallerini ve diğer ayrıntıları hemen Ajandama not ettim. Bu arada şunu da özellikle belirteyim. Kaçırılma olayından sonra ailem ne olup bittiğini tahmin ettiği için (Ben aileme hiçbir zaman işkence gördüğümü söylemedim, arkadaşlarımda kaldım, kavga ettim gibi farklı şeyler anlattım) Feneryolu Kadıköy’deki evimizi satarak Maltepe Kadıköy’de başka bir eve taşındık. Benim bu araç plakalarını ve şahısların eşgallerini ayrıntılı olarak kaydettiğim ajandam bu Maltepe’de taşındığımız eve girilerek gizlice alındı. Ev’den bu ajandam dışında bilgisayarımın hard diski de beraberce götürüldü. O zaman bunun basit bir hırsızlık olmadığını çok net bir şekilde anladım. Bunu MİT BÖLGE MÜDÜRLÜĞÜ’ne telefon ile bildirdim. Eğer Maltepe’deki evimizin telefon numarasının o dönemki telefon kayıtları arşivden bulunursa BÖLGE MÜDÜRLÜĞÜ ile yaptığım tüm görüşmeler görülecektir.

Maltepe’deki eve taşındıktan sonra da aynı takip devam etti. İstihbari çeşitli yöntemler kullanılarak bana zaman zaman kontrol altında tutulduğum mesajı verildi. Bazen arabamı tehlikeli şekilde sıkıştırma, bazen silah gösterme, bazen isimsiz tehdit telefonları gibi tacizler devam etti. Tabi bu taciz takibi sürerken aynı grup kız kardeşimin eşini de yani eniştemi de takip etmeye başladılar. Eniştem o dönem DOĞUŞ OTOMOTİV Firmasında 2. El araçların satışından sorumluydu. Maalesef taciz takibi yüzünden işinden rahatsızlanarak ayrılmak zorunda kaldı. Bu olaylardan sonra vücudumda ve zihnimde anormallikler olmaya başladı. Evde iken vücudumun belirli bölgeleri aşırı ısıya maruz kalıyordu. Aynı zamanda kafamın içinde sesler duymaya başladım. Telsiz sesleri, insan sesleri gibi. Bunlar devam edince bir tanıdığımız vasıtasıyla emekli bir Askeri doktora gittim. Psikiyatriste yaşadıklarımı anlatınca bana HASSAS TAKİP & MK ULTRA TEKNOLOJİSİ’nden bahsetti. Bu tacizin etkilerini azaltmak için bir süre düzenli olarak ilaç kullandım. 2003 yılına kadar çalışmalarıma İstanbul’da devam ettim. 2003 yılında baskıya dayanamayarak Düzce iline yerleştim. Düzce iline yerleşmeden önce Koçbank’ın Kozyatağı semtinde bulunan iş merkezindeServis Müdürü olarak çalışıyordum. Baskı artınca istifa etmek mecburiyetinde kaldım. Sosyal Sigorta kayıtlarımı arzu etmeniz halinde delil olarak arz edebilirim.

Burada da aynı kontrol ve takip devam etti. Aynı zamanda İstihbari faaliyetlerime devam ettim. 0543-533-1769 nolu telefonumun HTS KAYITLARI 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİNDE (Dava şimdi Yargıtay’da olduğu için bu kurumun arşivine de gelmiş olabilir) bulunuyor. Bu istihbari faaliyetlerim devam ederken hangi istihbaratçılarla irtibatta olduğumu o kayıtlardan görebilirsiniz. Halen Düzce İstihbarat Şubesi’nde görevli Nail bey ile zaman zaman görüşüyorum. Evime yakın bir yerde oturuyor. O dönem İstihbarat Şubede görevli Hasan bey ve Nail bey vasıtasıyla elde ettiğim istihbaratı bu kanal üzerinden İstihbarat Şube ile paylaştım. Bu kapsamda yaptığım görüşmeler Yargıtay arşivinde mevcut, oradan alıp tapeleri dinleyebilirsiniz. Hatta bu ekip ile o kadar samimi idim ki evime de gelir giderlerdi. Ama tutuklandığım esnada hiçbir şekilde yardımcı olmadıkları gibi bu tarihten sonra ne telefonlarıma çıktılar (Nail bey hariç) nede beni gördükleri zaman selam verdiler. Bu taciz takibi 22.Ocak.2008 tarihine kadar zaman zaman sürekli zaman zaman aralıklarla devam etti. En sonunda22.Ocak.2008 tarihinde 3. Dalgada yapılan operasyonla malum Fetullahçı ve Kaçak Savcı Zekeriya ÖZ’ün emri ve ALİ FUAT YILMAZER’in ve grubunun direktifi ile tutuklandım.

Gerisi mâlum. 36 ay 1 hafta tarafıma yönelik şiddet, baskı, taciz takibi ve komployu sayın Hakim heyetine ısrarla anlatmaya çalıştım. Hatta Emniyet İstihbarat eski Başkanı Ramazan Akyürek’e devlet için yapmış olduğum istihbari çalışmalarımı gizledikleri ve ayrıca bilgisayarımda bu kapsamda yapılan yazışmaların olduğu hard diski de mahkemeden gizledikleri için davalar açtım ama o dönem Yargı erkinde Fetullahçıların güçlü olmasından dolayı bir sonuç alamadım. Son mahkemede (Tahliye olduğum gün çıktığım son duruşma) anlattıklarımın hepsinin belgeli ve doğru olduğunu istenirseYALAN MAKİNESİNE dahi girebileceğimi söyleyince o duruşmanın akşamı tahliye oldum.
Tahliyemden sonra 1 sene kadar taciz takibi Düzce’de devam etti. Hakkımda asılsız iddialar ortaya attılar ve yaymaya çalıştılar. Yine bu kapsamda Düzce Cumhuriyet Savcılığı’na resmi suç duyurusunda bulundum. Aynı zamandaTBMM YASADIŞI TELEKULAK KOMİSYONU’na dilekçe gönderdim. Ama maalesef bir sonuç alamadım. Çünkü o dönem henüz PDY (Paralel Devlet Yapılanması) ile AK Parti arasında bir sorun yoktu. FETÖ’cü hakim ve Savcılar görevinin başındaydı ve FETÖ aleyhine verilen tüm suç duyuruları örtbas edildi yada takipsizlik verildi. Halen bu istihbari faaliyetlerime devam ediyorum.
Neyse, ben Danıştay Saldırısında FETÖ ÖRGÜTÜ’nün nasıl bir rolü olduğunu aktarmaya devam edeyim..
Bu açıklamanın az öncesine gidip Alpaslan’a bu soruyu nasıl ve ne şekilde sorduğumu özetleyerek anlatmaya çalışayım. Tutuklandığımızda bir şey dikkatimi çekti. Ben tüm tutuklananların Fetullah Cemaatine anti patisi ve nefreti olduğunu gözlemledim. Hatta bazıları bu örgütün gadrine de uğramışlar, aynen benim gibi. Dolayısıyla bir suçumuz yokken tutuklanınca hepimiz bunun bir operasyon olduğunu net olarak gördük. Özellikle hiş ilişkimiz yokken DANIŞTAY SUİKASTİ, HRANT DİNK CİNAYETİ, RAHİP SANTORO CİNAYETİ, CUMHURİYET GAZETESİNİN BOMBALANMASI gibi olayların üzerimize bırakılması bunun sadece bir operasyon değil dantel gibi işlenmiş ULUSLAR ARASI bir İSTİHBARAT PLANI olduğunu anlamamızı sağladı. Özellikle delillerin hukuki hiçbir geçerliliğinin olmaması, dijital delillerin kurgu ve sahte olması, sanıklar hakkında dava öncesinde illegal izleme ve ortam dinlemeleriyle yasa dışı delil toplanması ve bazılarının yandaş medya organlarında yayınlanması, hukuksuz bir davada her şeyin bu kadar aleni olmasına rağmen 1 hakim dışında (Köksal Şengün) tüm hakimlerin yıllarca tutukluluk halinin devamına karar vermesi ve bu dosyanın çöpe atılması yerine sahici olarak yürütülmesi biz de böyle bir düşünce oluşturdu.
Bunları düşününce ben Danıştay saldırısının kesinlikle FETÖ Örgütü işi olduğuna karar verdim. Ve kilitte Alpaslan Arslan’dı. Duruşmalar devam ederken Alpaslan’da anormallikler başladı. Kimine göre deli taklidi yapıyordu, kimine göre Zihin Kontrolü yapılıyordu. Ben de ceza muafiyeti almak için numara yaptığını düşünüyordum. Tahmin ettiğim de oldu. Mahkeme heyeti Alpaslan’ı Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne müşahade için gönderdi. Benim bir şekilde kendisine yakın durmam ve kafamdaki soruları sormam gerekiyordu, çünkü bu cezaevinde mümkün değildi. Farklı koğuşlardaydık. Benim de Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne sevkim gerekiyordu. Bu nedenle ben de bir gece koğuşumda 1 kutu mide ilacı içtim. 10 dakika sonra fenalaşınca koğuşumun İMDAT butonuna basıp Gardiyanları çağırdım. Dilim aşırı şiştiği için konuşamadım ama Gardiyanlar şişliği fark edince intihara teşebbüs ettiğimi anladılar. Ve beni o gece önce Silivri Devlet Hastanesi’ne sonra da Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne sevk ettiler. İlk birkaç gün müşahade altında tutulduğum için Alpaslan’ın odasına yaklaşamadım. 3. Günün sonunda müşahade bitince hastane içinde rahatça dolaşmaya başladım. Ve fırsatını bulunca Alpaslan’ın odasının önüne geldim. Alpaslan sırtüstü yatıyordu. Ellerini başının arkasında birleştirmiş kendi kendine söyleniyordu. Önce dikkatini çekmek için yüksek sesle anne ve babasından selam getirdiğimi söyledim. Bunu birkaç kez tekrarlamak zorunda kaldım ve nihayet dikkatini çektim. Burada neler anlattığımı ve onun neler dediğini uzun uzadıya anlatmayacağım. Ama özetle şunu söyledim.
“Alpaslan bak, seni anlıyorum. Bir halt ettin ve bunun farkında mısın bilmiyorum. Ama farkında olsan iyi olur. Çünkü senin yüzünden uluslar arası FETÖ’cü çete ve CIA bu saldırıyı zıplama taşı yaparak ülkenin önde gelen yurtseverlerine operasyon yaptı. İleride de yapacakları ve ülkeyi kendi istedikleri gibi dizayn etmeye çalışacakları gün gibi aşikar. Sana çok net bir soru soracağım. Kendin mahkeme sorgusunda Fetullahçılarla aranın çok iyi olduğunu söyledin. Bu saldırıya seni onlar mı yönlendirdi ? yoksa kendi kararın mıydı ? diye sordum. O da evet beni Fetullahçılar yönlendirdi pişmanım ! diye cevap verdi. O an bulunduğu şartlar ve özel durumu nedeniyle yalan söyleyecek bir nedeni ve imkanı yoktu. Söylediğine bugün de samimiyetle inanıyorum. O cevabı aldıktan birkaç gün sonra Hastane yönetimi benim akıl sağlığım da bir sorun görmediği için cezaevine geri gönderdi. O da cezaevine geldiğinde ilk duruşmada ona bu soruyu sordum ancak sanıyorum Cemaatin gücünden çekindiği için “HATIRLAMIYORUM” diye cevap verdi. Hakimler de rahat bir nefes aldılar.
Duruşmalar devam ederken Kemalettin Gülen’i cemaatten tanıdığını söyleyen Arslan’a Fetullahçı hakim Hasan Hüseyin Özese, “cemaatten başka kimleri tanıyorsunuz?” diye sordu. İsimleri sayamayacağını belirten Arslan bu soruya şöyle yanıt verdi:
“ELAZIĞ KOVANCILAR’DA 10 YIL YAŞADIM. ÜNİVERSİTEYE ORADA HAZIRLANDIM. ORADA FETHULLAH GÜLEN CEMAATİ İLE HAŞIR NEŞİRDİM. DERS ÇALIŞIYORUZ DİYE EVLERE GİDER, FETHULLAH GÜLEN’İN KASETLERİNİ İZLERDİK. FETHULLAH GÜLEN’E BAĞLIYIM, KENDİSİNİ ÇOK SEVİYORUM.”
2010 yılındaki duruşmada Arslan’a Ergenekon belgelerini nereden aldığı sorulmuştu. Aslan, bu soruya da yanıt verdi. Aslan, Fehmi Koru’nun Taha Kıvanç adıyla yazdığı yazıları düzenli takip ettiğini söyledi.
Sayın Yurtseverler, bugün geldiğimiz nokta da gizemli FETÖ ÖRGÜTÜ’nün tüm istihbarat operasyonları gün yüzüne çıkıyor. Şimdi sıra Hrant Dink cinayetinde. Bu cinayetin planlayıcısı, azmettiricisi ve uygulayıcısı olan sivil, asker ve polis tayfası şu anda hakim önünde terliyorlar. Ardından sıra Danıştay saldırısına gelecek.
Arkasından kim bilir belki bu dosya açılacak.

FETÖ ÖRGÜTÜ DOSYASI : YAŞAR KUTLUAY’I MOSSAD VE GÜLEN Mİ ŞEHİT ETTİ
FETÖ’nün Mossad ile ortaklaşa gerçekleştirdiği ilk cinayet olduğu söylenen Yaşar Kutluay dosyası yeniden açılmalı.
Önceki yazımda, FETÖ başının “İlk merdiveni neden Said Nursi’dir? Onun eserlerinde kendi yolunu inşa etmek için hangi mazlemeleri bulmuştur? Diğer bir soruşla Said Nursi’nin düşünceleri gerçekten istismara çok mu açıktır? Esas aldığımız bağlamda, Said Nursi’nin hakkını gözeterek, fincancı katırlarını da ürkütmeksizin bu soruların cevabını arayabilmeliyiz” demiştim.
Said Nursi’den FETÖ’ye geçişle ilgili kaynak-türev ilişkisini merkeze alan sorular daha önce başkalarınca da soruldu.
İLK SORULARI KUTLUAY SORDU

Soruluş zamanlarındaki şartlara ve anlayışlara göre kimi değişiklikler gösterse de özü hep aynı kalan o soruları ilk soranlardan biri Yaşar Kutluay’dı.

Kutluay’ın İslam ve Yahudilik mezheplerini karşılaştıran bir çalışmasından (1965) hemen sonra, Theodor Herzl’in anı-günlüğünden hareketle Siyonizmi ve İsrail’in kuruluşunu incelemeye başlaması (1967) nedeniyle, bu çalışmalardan büyük rahatsızlık duyan İsrail gizli servisi tarafından kaçırıldığı ya da öldürüldüğü, Dücane Cündioğlu başta olmak üzere (bkz.: Yeni Şafak, 12 Eylül 2000), birkaç yazar tarafından önceden dile getirilmişti.
ÇOK ÖNEMLİ BİR MAKALE

Geçen Cumartesi, dostlarla söz konusu kaynak-türev ilişkisi üzerine sohbet ederken, Rasim Bey kardeşim (kendisinden izin almadığım için soyadını veremiyorum), Kutluay’ın, 1966 yılında İslam Tetkikleri Enstitüsü dergisinde yer alan Mezhepler Tarihi Yönünden Said Nursi ve Nurculuk adlı makalesine dikkatlerimizi çekti.
KUTLUAY BALIK AVINDAN GERİ DÖNEMEDİ

Arşivimde yer alan ancak zamanla varlığını unuttuğum bu makaleye tekrar bakınca, Kutluay’ın 12 Aralık 1969’da Silifke’de çıktığı balık avından geri dön(e)memesinin bir boyutunun daha olabileceğini fark ettim.
GÜLEN – İSRAİL İŞBİRLİĞİNE VERİLMİŞ İLK ŞEHİT Mİ?

O boyut, Fethullah Gülen’in İsrail gizli servisiyle ilişkisinin 60’lı yıllara dayanması ve Kutluay’ın hem Siyonizm hem de Said Nursi gibi iki riskli konuda araştırma yapıyor olmasıyla ortak düşman sayılması ve dolayısıyla ortak bir kararla (operasyonla) öldürülmesi ihtimaliydi. Buna göre Kutluay’ın, Gülen-İsrail işbirliğine karşı verilmiş ilk şehit olması mümkündü.

Kutluay’dan önce, kimi Kemalist yazarlar devrim karşıtı hareketin sahibi, kimi İslamcı yazarlar da Kemalizm’e karşı mücadele vermesi cümlesinden ilgili kitaplarında Said Nursi ile ilgili kötüleyici ya da övücü bahisler açmışlardır.

Kutluay’ın makalesi ise İlahiyat Fakültesi doçentinin akademik bir metni olması ve dolayısıyla nesnel bir bakış açısını içermesi nedeniyle, nazariyattan çok pratiğe yönelen ilk sağlam ve muteber bir eleştiri olarak önce çıkmaktadır:

“Son yıllarda kendisinden çok bahsettiren, lehinde ve aleyhinde pek çok söz söylenen bir cereyan ve bu cereyanın temsilcisi, yani Said Nursi ve Risâle-i Nûr şakirdleri üzerinde durmak istiyorum. Maksad burada Said Nursi’yi ve eserlerini teker teker ele alarak, ileri sürdüğü fikir ve görüşlerin tenkidini yapmak, bunlar hakkında bir kıymet hükmüne varmak değil, fakat onun hayat ve faaliyetine kısaca göz atarak, gerek kendisi ve gerekse başkaları yahut taraftarları tarafından ortaya atılan fikir ve iddiaların ışığında Nurculuk hareketini ele almak ve hareketin tarihteki paralelleri (vurgu benim) ile bir mukayese denemesi yapmaktır.”
SAİD NURSİ ELEŞTİRİSİ

İçeriğini izleyen yazılarımda ele alacağım bu makalenin bir diğer önemi de, Kutluay’ın şu sözleriyle güçlü bir sezgiye sahip olduğunu göstermesi ve Said Nursi eleştirisine ciddiyet ve kararlılıkla devam edeceğini bildirmesidir:

“…Cemaatin bundan sonra vaziyeti ne olacaktır, ne gibi bir mecrada akacaklardır, sorularının cevabını zaman verecektir. Bununla beraber Risâleler’de ileri sürülen ve dinî mahiyet verilen fikir ve görüşlerin teker teker ele alınarak tenkidinin yapılması, gözü kapalı bu cereyana kapılanların çoğunu bu akıntıdan kurtaracaktır. Bundan sonraki çalışmalarımızda bu yola gireceğiz.”
ÖLÜM FERMANI!

Bana ait olan yukarıdaki vurguları, Kutluay’ın bunlarla adeta kendi ölüm fermanını yazdığını göstermesi bakımından yaptım.

Çünkü,

1-Bundan sonraki çalışmalarda cemaatin mevcut durumuna daha fazla el atılacak ve muhtemel mecrası ve macerası hakkında kanaatler belirtilecektir.

2-Doğrudan Risâlelere yapılacak eleştirilerle, bu akıma gözü kapalı olarak katılanların uyanması ve yeni katılımların önlenmesi sağlanabilecektir.
SİYONİSTLER OPERASYON DÜZENLEDİ

Said Nursi’yi de taklit ederek kendisini daha özel bir kişiliğe, konuma ve role hazırlayan Gülen’in bu iki maddedeki tehlikeyi sinesine çekmesi mümkün olmadığı gibi, büyük bir ihtimalle sonuçları (başlangıcından beri süregelen) karanlık ilişkilerin ifşasına dayanacak olan yeni çalışmalara tahammül etmesi de mümkün değildir.

Böylece, Siyonistler için de zaten tehlike arz eden Kutluay’ın ortak bir operasyonla şehit edilmiş olması, her iki tarafın kesişen çıkarları bakımından ihtimal olmaktan çıkıp, kesinlik katına yükselmektedir.

Bilahare mezkur kaynak-türev planında eleştiri yapanların hemen hepsi şu soruyu sorarlar: Eleştiride neden geç kalındı?

Bunun asıl cevabı Kutluay’ın akibetinde yatmaktadır:

Said Nursi, Gülen, İsrail ve ABD’nin karanlık ilişkilerine dokunan, yanar!

O halde, Yaşar Kutluay dosyası tekrar açılmalıdır.
Bu makale Ömer Lekesiz tarafından Yeni Şafak gazetesinde kaleme alınmıştır.

YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Sıradaki haber:

TÜRKİYE’NİN EN ÇALIŞKAN VALİSİ RECEP YAZICIOĞLU’NU ŞÜKRAN VE RAHMET İLE ANIYORUZ !!!!

HIZLI YORUM YAP