“Aç bırak, dinlendir, muhtaç et, süründür…”


Bu dört kelime bir dönemin değil, aslında bir zihniyetin özeti. Yönetme sanatı, toplumun ihtiyaçlarını karşılamak, refahı büyütmek ve adaleti tesis etmek üzerine kurulu olması gerekirken; ne yazık ki bazı dönemlerde bunun tam tersi anlayışların hâkim olduğunu görüyoruz.

Bugün toplumun geniş kesimleri geçim derdine sıkışmış, temel ihtiyaçlarını bile karşılayamaz hale gelmişse; bu durum bir tesadüf değildir. Ekonomik politikalardan sosyal destek mekanizmalarına kadar uzanan hatalar zinciri, insanları adeta muhtaç bırakan bir yapıyı besliyor. Oysa devletin görevi vatandaşı güçlendirmek, ayağa kaldırmak, üretime, özgüvene ve umuda yönlendirmektir.

“Aç bırak, muhtaç et” düzeni; en güçlülerin değil, en kırılganların sırtına yük bindirir. İnsanların bir lokma ekmeği hesaplar hale gelmesi, emeğin değersizleşmesi ve gençlerin geleceğe dair umudunu kaybetmesi sadece ekonomik bir mesele değil, aynı zamanda toplumsal bir alarmdır.

Dinlendiriyoruz denilerek pasifleştirilen, süründürüyoruz denilerek yılgınlığa itilen bu anlayış, uzun vadede kimseye kazanç sağlamaz. Ne topluma, ne yönetenlere, ne de geleceğe…

Gerçek kalkınma, insanı merkeze alan politikalardan geçer. İnsan onurunu zedeleyen uygulamalar ne reformdur ne de çözüm. Çözüm; adaletli paylaşım, şeffaf yönetim ve kimseyi muhtaç etmeyen bir düzen kurmaktır.

Çünkü bir toplum ancak insanını güçlendirdiği ölçüde güçlüdür.