Boraltan Köprüsü Olayı – Ağustos 1945
İkinci Dünya Savaşı yıllarında,1941 yılının Haziran ayında, Almanya Sovyetler Birliği'ne saldırıp bu ülkeyi işgal etmeye başladığında, Türkiye'nin Sovyetler Birliği ile ilişkileri eski gibi yakın değildi. Aksine, iki ülke arasında önemli anlaşmazlıklar vardı. Daha 1939 yılında Moskova; Türkiye'den boğazların savunulmasında ortaklık kurulmasını, yani boğazlarda Sovyet üssünü talep etmişti bile... Bazılarının sandığının aksine, bu talep ilk kez 1945 yılında değil, daha savaşın başında yapılmıştı. Elbette Türkiye bu talebi uygun bulmayarak geri çevirmişti. Dahası; Sovyetler Birliği, daha savaşın başında Almanya ile anlaşmış; İngiltere ve Fransa ile askerî bir ittifak imzalayan Türkiye'yi de bu anlaşmadan ayrılarak, kendilerine katılmayı davet etmişti. Bu talep de reddedilmişti. Sovyetler Birliği, bu bakımdan Türkiye'yi şiddetle eleştiriyordu.
Aradan geçen zamandan sonra saldırıya uğrayan Sovyetler Birliği, Almanya ile savaşırken; Türkiye'nin kendisine karşı en azından pasif bir tutumla Almanya'yı desteklediğini ileri sürdü. Bütün savaş yılları boyunca bu iddiasından da vazgeçmedi. Diğer yandan, müttefiklerin Türkiye'yi bir an önce Almanya'ya karşı savaşa girmesi için ısrarlı taleplerinin yanında durdu. Fakat Türkiye savaşa katılmayınca, Türkiye'nin müttefik olarak kabul edilmemesi gerektiğini açıkladı. Bu aşamada da iki ülke arasındaki ilişkiler iyice soğudu.
Nihayet savaşın sonlarına doğru Alman ordusu, Sovyet topraklarını terk ederken; savaş sırasında aslında Sovyet vatandaşı olan, fakat bir şekilde Alman ordusu saflarına geçerek onların yanında savaşan pek çok kişinin âkıbeti güçleşti. Bu kişiler, vatana ihanet suçlaması ile karşılaştılar ve yakalandıklarında da idam edildiler. Bazıları Türkiye'ye kaçabildi. Fakat savaşın galibi olarak Sovyetler Birliği, Türkiye'den bu kişileri geri istedi. İddiası, bu kişilerin savaş suçlusu ve vatana ihanetten mahkûm olan kişiler olduğu yolundaydı. Bu iddianın gerçek olup olmadığı belirsizdir; fakat o sırada ABD ile İngiltere ve Fransa'yı da yanında bulan Moskova'nın bu talebi; o sırada Birleşmiş Milletler olarak adlandırılan ve Almanya ile Japonya'ya savaş ilan eden bütün ülkelerin gündemini oluşturmaktaydı. Türkiye de, 1945 yılında savaş ilân etmişti zaten. Dolayısıya o da Birleşmiş Milletler üyesi olmuştu.
Sovyetler Birliği'nin bu talebi Türkiye tarafından yerine getirildi. Aksi halde, o sırada neredeyse aralarında savaş olasılığı bulunan bu iki ülkenin ilişkilerini daha gerginleştirecek bir gelişme söz konusuydu. Moskova, talebin yerine getirilmemesini, Türkiye'nin Almanya'ya ve Alman ordusuna karşı yeni bir yardımı olarak değerlendiriyordu. Müttefiklerin ağır baskısı söz konusuydu. Bu düşünceler ışığında Türkiye, kendisine sığınan ve suçlu olarak ilân edilen kişileri Sovyetler Birliği'ne iade etti.
Bir an için düşünmek gerekir ki; Türkiye, savaş yıllarında sürekli olarak saldırıya uğrama ihtimali içindeydi. Önce Almanya'nın, ardından da Sovyetler Birliği'nin saldırısına uğramaktan hep çekindi. Nitekim 1945 yılında, daha savaş bitmeden, Moskova, Türkiye'den hem boğazlarda askerî üs ve hem de Doğu Anadolu'da toprak talebinde bulundu. Bu talepleri yerine getirilinceye kadar da Türkiye ile arasında yirmi yıldan bu yana süren dostluk ve saldırmazlık anlaşmasını fesh etti! Savaş adeta kapıda bir görünüme bürünmüştü.
Türkiye'nin güvenliğinin sağlanmadığı bir sırada; ABD başta olmak üzere bütün Batılı devletlerin Sovyetler Birliği ile birlikte davrandığı bir dönemde; Türkiye'nin tek başına bir savaşı ve belki de işgali göze alarak, Sovyetler Birliği'nin bu talebine karşı çıkarak, ona yeni bir saldırı gerekçesi vermesi elbette düşünülemezdi.
Bu bakımdan; tarihsel geçmişi ve olayları, oldukları sıradaki tarihsel gerçekliği içinde anlatmak ve anlamaya çalışmak önemlidir. Tarihçilere düşen görev; geçmişi bütün boyutlarıyla ve olabildiğince geniş bir perspektif içinde ele almaktır. Tarihsel geçmişi öğremeye çalışanlar da; bütün bu gelişmelerin içinde alınan kararların doğruluğu ve yanlışlığı konusunda kendi vicdanî kanaatlerini oluştururlar.
Tarihsel çerçeveyi tam olarak bilmeden ya da geçmişin ayrıntılarına yeteri kadar önem vermeden; geçmişten politik malzeme devşirmeye çalışmak; maalesef politikanın tabiatında bulunmakla birlikte; tarihsel geçmişimizi değerlendirmek isteyecek vicdan sahibi herkesin dikkatini çekmesi gereken bir husustur. İnönü Vakfı olarak; tarihsel gerçekliğin politik tartışmalardan değil de; bilimsel ve akademik çalışmalardan oluşacağı yönündeki ümidimizi her zaman koruduk ve korumaya devam ediyoruz.
Hakkı Uyar
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Eylül 2012 tarihinde AKP Genel Merkezi’nde genişletilmiş grup toplantısına katıldı ve burada yaptığı konuşmada Suriye’de yaşanan olaylara ve Suriye’den Türkiye’ye sığınanlara değindi:
“Bizim geleneklerimizde misafir kutsaldır. Zamanında Osmanlı elçisi dahi sığınmacıların iadesini isteyen hükümdarlara ‘Onlar bize emanettir. Onları size veremeyiz’ demişlerdir. Ancak CHP’nin bugün Suriye’den sığınan mültecilere takındığı çirkin tavır kendi tarihinden de tekrarlamıştır.
CHP’nin on yıllar boyunca üstünü örtmeye çalıştığı bu olay maalesef gerek Türk gerek Azeri tarihine acı bir hatıra olarak kazınmıştır. 1945 yılında 146 Azeri aydın Stalin zulmünden kaçıyorlar. Türkiye’ye sığınıyorlar. Azeriler öz kardeşlerinin yurduna gelip kucaklaşıyor. Stalin Türkiye’den bu Azerilerin derhal iadesini istiyor. Sınırdaki karakola telgraf çekiliyor ve mültecilerin iadesi isteniyor. Karakol komutanı emri defalarca teyit ettiriyor. Ancak CHP hükümetinden emir geliyor. Durumu anlayan Azeriler lütfen bizi siz kurşuna dizin kendi bayrağımızın altında bizi öldürün diyorlar. Ancak Ankara’dan gelen emir net. Boraltan köprüsünü geçen aydınlar, elleri bağlanmış olarak infaz ediliyor. Karakol komutanının bu elim manzara sonrasında intihar ederek canına kıydığı söyleniyor” .
Boraltan Köprüsü Olayı ne kadar gerçek? İnternet ortamında ve konu üzerine yapılan diğer popüler yayınlarda bir hayli abartılı bilgiler dolaşmakta; ayrıca bu olay, İnönü ve CHP düşmanlığı yapmak için bir araç olarak kullanılmakta… Peki gerçek ne?
Aslında günümüz Türkiye’sinde Tek Parti Dönemi’ne dair ileri sürülen suçlamaların önemli bir bölümü Demokrat Parti döneminde, 1950’li yıllarda gündeme getirilmişti. Dolayısıyla günümüzdeki iddialar bir tekrar niteliği taşımaktadır. Tarihçilerde de doğal olarak “deja vu” hissi uyandırmaktadır.
Günümüzde Boraltan Köprüsü olayı olarak bilinen konuyu ilk kez gündeme getiren isim DP Tekirdağ milletvekili Şevket Mocan’dı. Tarih: 1951… Mocan, renkli bir simaydı. Mocan’ın renkli, kavgacı tavrı, aynı yıllarda DP içerisinde de devam etmişti. Orman Kanunu’na ilişkin istediği düzenlemeler nedeniyle dönemin Tarım Bakanı Nedim Ökmen ile de sıklıkla polemiğe girmişti. Bakan hakkında DP Meclis Grubu’nda gensoru vermiş, sonraki süreçte partiden atılmıştı. Bir müddet sonra CHP’ye girmiş, ancak CHP’nin 1959 yılındaki İlk Hedefler Beyannamesi’ni beğenmeyerek DP’ye geri dönmüştü.
Şevket Mocan’ın Sovyetler Birliği’ne iade edilen Rus mültecilere ilişkin soru önergesi Mayıs 1951 tarihinde TBMM’ye verildi. Önergenin TBMM’de gündeme geldiği tarih, 18 Temmuz 1951. Tek Parti Dönemi’ne yönelik Demokrat Parti iktidarı dönemi boyunca dile getirilen eleştirilerin, hesap sorma isteklerinin bir parçası olarak görmek mümkündür bu önergeyi… Ahmet Gürkan gibi milletvekillerinin İnönü’nün mal varlığını, Halkevlerini ve CHP’nin mal varlığını gündeme getirdikleri bu dönemde, söz konusu önerge, Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarında Almanya ve Japonya’ya savaş ilan etmesi ve 1951 yılında da, Almanya’ya savaş haline son verilmesine ilişkin kanun tasarısının görüşülmesi sonrasında gündeme geldi. Mocan’ın önergesine dönemin Adalet Bakanı Rüknettin Nasuhioğlu yanıt verdi. Günümüzde internet üzerinde konu hakkında yapılan yayınlarda Mocan’ın iddialarına yer verilmekte, İnönü suçlanmaktadır. Oysa Nasuhioğlu’nun yanıtlarına çok da yer verilmemektedir. Dönemin TBMM Tutanak Dergisi’nde konuyla ilgili bir hayli bilgi bulunmaktadır.
Mocan’ın soru önergesi şöyle idi:
“T. B. M. M. Başkanlığı Yüksek Katına
Aşağıdaki suallerimin sözlü olarak Başbakan tarafından cevaplandırılmasını rica ederim:
), İletişim Yay., İstanbul, 2014.
1951’de Mocan’ın gündeme getirdiği konu, sonraki yıllarda da Türkiye’nin gündeminde yer aldı:
“CHP iktidarının mültecileri iade etmesi konusu 1965 Seçimleri öncesinde de gündeme getirildi. 7 Ekim 1965 tarihli Adalet Gazetesi’nde çıkan imzasız başyazıda İnönü’nün günahları arasında sayılan, ağıtlarda, şiirlerde dillendirilen bu acı olaylar, filmlere de konu oldu. Mehmet Kılıç’ın yönetmenliğini üstlendiği ve Cüneyt Arkın, Oya Aydoğan, Baki Tamer gibi oyuncuların rol aldığı, 1977 yapımı ‘Güneş Ne Zaman Doğacak’ adlı filmde benzer bir konu işlenmiş ve ‘1945 yılında Sosyalist bir ülkeden Türkiye’ye iltica eden daha sonra düşmana edilirken sınırda şehit edilen 150 Türk’ün aziz hatırasına atfedilmişti’”. Bkz. Emre Gül, “Ne düşünüyorsun?CHP, mültecileri Sovyetlere kurban etmişti”, (son erişim tarihi: 10 Ağustos 2015).
Maraş’ta Aralık 1978 tarihine Cüneyt Arkın'ın başrolünü oynadığı “Güneş Ne Zaman Doğacak” filminin gösterimi sırasında sinema salonuna patlayıcı madde atılması, Maraş Katliamı’nı başlamasının kıvılcımını ateşlemişti. Olaylar sırasında 100’den fazla Alevi öldürüldü. Alevi ve Komünist düşmanlığının kışkırtıldığı dinci-milliyetçi bir katliam olan Maraş Katliamı, 12 Eylül askeri darbesine giden önemli kilometre taşlarından biridir. Bu konuda örneğin bkz. Aziz Tunç, Beni Sen Öldür, Maraş / 78, Fırat Basın Yayın, İstanbul, 2014; Orhan Tüleylioğlu, Kahramanmaraş Katliamı, Uğur Mumcu Vakfı Yay., Ankara, 2010.
- Muhtelif tarihlerde memleketimizde siyasi mültecilik haklarına dayanarak iltica etmiş (156) mülteci 1947 senesinde, milletlerarası hukuk kaidelerine tamamen aykırı olarak Sovyet Rusya'ya teslim edildikleri doğru mudur?
- Facia kurbanlarının sevk şekli de kurban gönderilen mabudun usullerine uygun olmasındanve akıbetlerini görmesinden, teslim işinde vazifeli Yedek Subay Posta Müfettişi Reşat’ın asabi rahatsızlığa uğradığı ve sinir hastanelerinde elyevm tedavi olduğu doğru mudur?
- 1945’te Almanya’daki öğrencilerimizi getiren İsveç bandıralı vaporla (Enver Anar ve Âdem) isminde iki münevver askerî Türk mülteci gencin senelerden beri memleketimizde tavattun etmiş amca ve teyzesinin yanından alınarak (Ankara'ya gönderiyoruz) diye Komiser Muavini Ali Rıza nezaretinde Kars’ta aynı mabuda kurban sundukları vâkı midir?”