EZGİLERİ SUSTURULAMAYAN BİR YÜREK: RUHİ SU

 “Ama benim memleketimde bugün
İnsan kanı sudan ucuz
Oysa en güzel emek insanın kendisi
Kolay mı kan uykularda kalkıp
Ninniler söylemesi”…

Çarpık düzen ve bununla birlikte halk kültürünün yozlaşmaya yüztuttuğu bir dönemde bütün zorlukları göze alarak geçmişin direncini taşıyan kültür mirasını sahiplenen ilk isimdir Ruhi Su. Halkıyla bütünleşmek, sanatçı yönüyle toplumsal sorunlara karşı bilinç uyandırmak adına çıktığı bu zorlu yolda kendisine ödetilen bedel baskı ve yıldırmalarla geçen koca bir yaşam olmasına rağmen çok iyi bildiği ve geliştirmeyi başardığı geçmişten aldığı direniş geleneği onurlu duruşundan hiç ödün vermemesini sağladı. Aramızdan ayrıldığı 20 Eylül 1985’ten bugüne tam 20 yıl geçti…



Muhalif müziğin sesi 1960’larda yükselir. Köroğlu, Pir Sultan, Dadaloğlu gibi ozanlara dayanan muhalif halk müziği geleneği o yıllarda yeniden etkinliğini Ruhi Su sayesinde sürdürür. Dünya müziği ve geleneksel halk müziği arasında bir köprü kurma misyonunu başarıyla yüklenen usta ozan sergilediği devrimci duruşuyla da tıpkı Pir Sultan gibi, Dadaloğlu ve Köroğlu gibi egemenlerin hedefi olur.

1951 yılında tutuklanıp aylarca işkenceler görür. Tam 5 yıl değişik hapishanelerde tutsak edilir. Sonra sürgün, gözaltı… Yurt dışına tedavi görmek için gitmesini bile engellerler.

Bugün az sayıda devrimci sanatçının örnek aldığı Ruhi Su hala bu devrimci duruşun, direnişin en başta gelen sembollerinden birisidir. “Türkü söylemek benim için bir aşk halidir. En güzel aşklarımı türkü söylerken yaşadım. Ne onlar beni aldattı ne de ben onları. Türkü söyledikçe yeşeriyor, çiçekleniyordum” diyordu her şeye karşın Ruhi Su bir yazısında. Bir ülkenin suyu ve toprağı kadar değerli varlığı olan türkülerine baskı görenin yanında saf tutarak sahip çıkmıştır…

Ruhi Su yaşamını da karşısına dikilen bütün güçlüklere ve engellemelere karşın bir sanat yapıtına dönüştürebilen bir insandı. Görkemli başarısında geçmişten bir başka halk sanatçısında övdüğü sevgiye, hoşgörüye ve insanın yaratma gücüne olduğu kadar halktan kopuk hiçbir işten, hiçbir insandan hayır gelmeyeceğine duyduğu inancın da payı büyüktür.

1912 yılında Van’da doğmuştu. Anasını, babasını hiç görmedi. Çocukluğu Adana’da, Çukurova’da, Toroslar’da geçti. Van’dan Adana’ya bir aileye geldiğinde çok küçüktü. Ailesi çok yoksuldu.

Altı yaşına geldiğinde Adana’yı Fransız ve İngilizler işgal etmiştir. Bu yüzden Toroslara sığınırlar. Oradan oraya göçerler. Sonra tekrar Adana…

Asıl adı Mehmet olan Ruhi Su 10 yaşındadır o zaman. Sonra bir öksüzler yurduna verilir. O günden sonra da hep yatılı okur. Müzik yaşamı da öksüzler yurdunda başlar.

1925 yılında Ankara’da Müzik Öğretmen Okulu kurulmuştu. Türkiye’deki tüm öksüzler yurtlarına bir bildiri yollanır, “müziğe hevesli, istidatlı çocukları bize yollayın” denir.

Bu sınavlara girip kazanır Ruhi Su. Ama Türkiye’deki tüm öksüz yurtlarına bir başka tamim daha gönderilir, “okulu bitiren tüm çocuklar zorunlu olarak askeri okullara girecek” diyorlardı bu kez.

Ruhi adı da Adana’dan ayrılmadan önce muayene sırasında doktorlar tarafından konmuştu Ruhi Su’ya. Askeri lisedeyken çalıp söylemeye, bir yandan da sevmediği askeri okuldan ayrılmanın yollarını aramaya başlamıştır. Okuldan kaçıp Ankara’ya gider.


Cebinde sahte bir kimlik, yüreğinde sonsuz bir sevinç ve umutla gittiği yolun sonunda yanında iki inzibatla İstanbul’a döner. Kaçtığı için hapsedilmiştir. Daha sonra çürüğe çıktığından Halıcıoğlu Askeri Lisesi ile ilişkisi kesilir, Adana’ya, öksüzler yurduna geri gönderilir. Oradan da Adana Öğretmen Okulu’na…

Müzik sevdası ağır basmıştır Usta’nın. Ankara’daki o tek müzik okuluna gitmeyi düşler. Adana’da o yıllar yaz geldiğinde öksüzler yurdunda kalan çocuklar evlerine gönderilirdi. Evi olmayanlar da Konya’ya aynı okula gönderilirdi. Orada Ruhi Su’nun sesini duyan okul öğrencileri “mutlaka Ankara’ya gelmeye bak” demişlerdi Ruhi Su’ya.

Birisinden bir keman ödünç alıp bir otel odasında gece gündüz çalışır. Sınav günü gelip çatınca girdiği her dersin sınavını başarıyla verip sonunda Ankara Müzik Öğretmen Okulu’na girer.

Orta Eğitim Müdürü büyük eğitimci Hasan Ali Yücel’dir o yıllar. 1936’da Ankara’da Riyaseti Cumhur Orkestrası kurulmuştur. Ankara Müzik Öğretmen Okulu’nu bitiren Ruhi Su da girer konservatuvara, 1942 yılında opera bölümünden mezun olur.

Radyolarda türkü söylemeye başlar. Radyodaki programları çok tutulur. Radyo programları tutulmasına tutulmuştur ama senin için şöyle şöyle diyorlar diyenler halk türkülerini söyleyen, seslendiren Ruhi Su’yu, 1952’de hem radyodan hem de operadan kopartmışlardı.

1952 yılında cezaevine girer, 5 yıl hapis yatar. Siyasal düşünceleri yüzünden girdiği cezaevinden 1957’de çıkar.

1960’ta İstanbul’da türkü söylemeye başlar. Bu sıralarda “Bitmeyen Yol” filminde söylediği türküdeki Serdari’nin “Halimiz ne olacak kısa çöp uzundan hakkını alacak” şeklindeki sözler hakkında kampanyalar açılmasına bile neden olacaktır.

Sanat yaşamı boyunca 16 45’lik plak, 12 uzunçalar plak doldurdu. Kendi şiirlerinin yanısıra Nâzım Hikmet’ten, Türk halk ozanlarından ve diğer şairlerden çeşitli şiirleri besteledi. Şiir, yazı ve konuşmalarını 1975’te basılan “Ezgili Yürek” adlı kitabında topladı. Anısına hazırlanan “Ruhi Su’ya Saygı” kitabı da 1986’da yayınlandı.

Ruhi Su “Halkımın desteğini gördüğüm için sürdürdüm ve hep bu işle yaşadım” diyordu. Genç yaşlardan başlayarak dünyaya bakış açısı sanatını, sanatçı duyarlılığı da dünyaya bakış açısını geliştirmiş, biçimlendirmiş ve güçlendirmişti.

Yaşamı boyunca yılmadı. Sesi, sazı ve türkülerle yaşadı. 1985’te aramızdan ayrıldığında Türkiye halkına bağlılığını benzersiz bir eylemle, bu halkın müziğini evrenselliğe ulaştırarak kanıtlamıştı.

Devrimci müzik nedir sorusuna karşılık “Halkın özlemleridir. Ekmekten aşka kadar halk neyin özlemini çekiyorsa odur” diyordu. Dadaloğlu’nda da, Köroğlu’nda da, Pir Sultan’da da bizim halkın özlemi, dertleri ve sorunları dile geliyor demişti.

Ruhi Su da diğer bütün halk ozanları gibi halk kaynağından beslenmiş bir ozan. Ama bir farkla o bir yandan halk kültürünü araştırıyor, geçmişin şiirlerini, türkülerini ortaya çıkarıyordu. Bir yandan da bunları çağdaş bir yorumla halka sunmaya çalışıyordu.

Ruhi Su’nun gür sesli yalın söyleyişi, türkülere bir canlılık, tazelik ve renklilik getirmiştir. Hem O’nun halka olan saygısını hem de halk kültürüne olan sevgisini ortaya koymuştur.

Ruhi Su, 1960-1970’li yıllar arasındaki kuşağın bir kesiminin türkülere getirdiği yoz anlayışı kırmış, kan ağlayan ağıtlara, yiğitçe başkaldıran koçaklamalara, derin insancıllık yüklü nefeslere yeni bir soluk getirmişti. Çünkü Ruhi Su’nun sesi kabukları kırıp öze giden, özle sözü bir eden bir sesti.

Halk türlü baskılardan türkülerde kurtulur, içini türkülerle döker. Ruhi Su’nun türkülere getirdiği katkı, yanıklığı uyanıklığa çeviren bir ses ve saza bile başını eğmeden, göğsünü gere gere bir söyleyişti.

Yorumculuk yönüyle de öne çıktığı 1960’lı yıllardan sonra bir ekol haline gelmişti. 1940’larda başladığı müzik çalışmalarına da 1952-57 yılları arasında tutukluluk yüzünden ara verir.

Türküleri bir konu çevresinde toplar ve toplumcu şairlerin yapıtlarını da besteleyip yorumlardı. 80 sonrası ortaya çıkan müzik gruplarında Ruhi Su’nun etkisi görülür. Ruhi Su’nun kendinden sonra gelenleri etkilemesinin nedeni türkülerdir. Diyar diyar gezip derlediği türküler…

Ruhi Su’ya kadar türküler sadece o zamana kadar gelen, geleneklere bağlı kalan klasik bir yöntemle “derleme“ usulü ele alınıyorken Ruhi Su, müzikte çağdaşlaşma adına yorum ve derlemede farklı arayışlara girmiştir. O, ardından gelenlere halk türkülerinin alışıldık kalıpların dışında da sunulabileceğini kanıtlamayı bilmiştir.

Türkülere kendinden bir şeyler katan Ruhi Su, birçok konuda türkülere titizlikle eğiliyor, tarihsel serüveni içinde köklerine inip bugüne taşıyordu. Her türküde koyduğu katkı geleneği gelecekle buluşturuyordu. Ruhi Su demek halk türkülerinin teorisini ve pratiğini birlikte ve en iyi haliyle işleyerek ortaya koymak demekti.

Anadolu’nun geleneksel enstrümanı olan ince sazıyla bas-bariton bir ses bu kadar birlik ve beraberlik çağrıştırıp yakışabilirdi. Ruhi Su’ya göre ses müzikte en önemli ögeydi. Sözü söz eden meramı ifade de en başta gelendi. Bu nedenle çoksesli müzik arayışlarının başına “insan sesini” koymuştur.

Onunki ne geleneksel olarak kısır bir halk seviciliği ne de körü körüne çağdaşlaşma adına batılı anlamda müzik anlayışı değildi. Anadolu’daki müzik kültürünün özüne sadık fakat halkın beğenisini yüceltecek bir eğilimdi.

Müzikteki gelişme ve değişimi eğitime, bu alandaki zengin kültürel birikimin çağdaş kültüre dönüşmesine bağlıyordu. O’na göre bir yerde türküler ne kadar gelişmişse, anlatım gücü ne kadar artmışsa, oradaki koşullar o oranda çoğalmış demekti.

Türkülerden korkulması boşuna değildi. Halkı türkülere katmak, geçmiş kültürü çağın beğenisiyle ve diyalektik bir yöntemle yığınlara taşımak ve türkülerle tek ses olmaktı amaçladığı. Geçmişten yansıyanı bugünkü ile karıştırmak, günümüzde geçerli olan gerçek yaşamdan izlerle yaşatmak ve sonra haykırmak. Ruhi Su’dan yansıyan buydu işte. Bu yüzden sevilmişti Ruhi Su. Ve genç kuşakların belleklerinde bu nedenle yaşıyor. Ve bu nedenle ezgili yüreğinden taşan ses kulaklarımızda yankılanmaya devam ediyor. Ölümünden tam 20 yıl sonra bile…

Temel Kaynak: Ezgili Yürek, Ruhi Su, Adam Yayınları 1985.

Tamer UYSAL