HALASKAR* PAŞALAR… HULUSKAR* PAŞALAR…Dr. Noyan UMRUK

Osmanlı'da "paşa" mebzul miktarda idi....   Okullarda anlatılan Osmanlı tarihi bir "savaşlar tarihi" olduğu için, paşaların hepsi "asker" zannedilirdi. Ne zaman ki sivil olması gereken birçok görevliye "paşa" denildiği görüldü, akıllar karıştı..  Sonradan öğrenildi ki; hekim olan Marko efendinin, posta memuru olan Talat Bey'in neden "paşa" diye anıldığı...   Osmanlı devleti 19. yüzyılda, özellikle de Tanzimat ile birlikte yeniden yapılandırılırken, "paşa" payesi de bu dönüşümden payına düşeni aldı.   Hem Tanzimat (1839-1876) hem de II. Abdülhamid dönemlerinde (1876-1909) yeni ordunun, mülkiye bürokratlarının en yüksek kadroları ve tehdit altındaki imparatorluğun  Londra'ya, Viyana'ya, Paris'e gönderdiği diplomatların en önemlileri paşaydılar veya paşa yapıldılar….   Unvan neredeyse Osmanlı devletinin yüksek katlarının tamamını ifade eden bir terim halini aldı. Prof. Dr. Olivier Bouquet, Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nde bulunan ve Osmanlı devletinin son 35 yılında görev yapmış 51.000'den fazla mülki memurun sicillerini içeren Sicill-i Ahvâl defterlerinde iğneyle kuyu kazarcasına yaptığı çalışmanın sonunda, 282 paşalık bir derleme oluşturmuş.   Bır de mektepli-alaylı meselesi vardı… Mektep-medrese görmüş paşalar… Alaylı paşalar…   Alaylı paşalrın en ünlüsü Yedi Sekiz Hasan Paşa’(1); Osmanlı Ordusu'nda erlikten mareşalliğe kadar yükselebilen nadir isimlerdendir. Okuma-yazması zayıf olduğu ve imzası Arapça yedi (٧) ve sekiz (٨) rakamlarından oluştuğu için bu lakabı almıştı, 1831'de Çorum'da doğdu. Askerliğine kadar demirci ustası olan babasının yanında çalışıp, askerlik vazifesiyle İstanbul'a gelmiştir. Kırım savaşı'na katılıp ve büyük yararlılıklar gösterdi. İstanbul'a dönüşünde çavuş oldu.   Gözüpekliğiyle, daha çok Arnavut ve Çerkeslerin tekelinde olan muhafız alaylarında kendine yer edindi. Muhafız olarak katıldığı bir kaç sefer sonrası içinde bulunduğu gemiyi batmaktan kurtarınca, Abdülmecit tarafından kendisine mülazımlık (teğmen) rütbesi verildi.. Demek ki halaskarandan olmak için illa mektep medrese görmek gerekmiyor…   Ama Türkiye Cumhuriyetini mektepli  paşalar kurdu… Osmanlı paşalarının asker kökenli olanları ,,.   Onlar askeri okullardan, zamanlarının en iyi eğitimini alarak yetişmişlerdi. Yabancı dilleri vardı. Avrupa aydınlanma çağının tanıklarıydılar… Yüzyılın, imparatorluğun her türlü çilesini çekerek pişen adam gibi adamlardı…   Felek her türlü cefasın toplasın gelsin, Dönersem kahpeyim vatan yolunda bin türlü azimetten… Dizeleri yüreklerine ve beyinlerine kazınmıştı   Kemal Paşa, İsmet Paşa, Fevzi Paşa, Rauf Paşa, Kâzım Paşa, Ali Fuat Paşa, Fahrettin Paşa’lar kuşağı...   Onları, diğer paşalardan, Enver Paşa'dan, Cemal Paşa'dan ayrıldıkları nokta, artık imparatorluğun dağıldığının, eski yurtta yeni bir ülke, yeni bir devlet, yeni bir ulus yaratmak zorunluluğunun farkında olmaları idi.   Bu ayırımı onlara "son Osmanlı paşası", "Sarı Paşa" öğretti. Emperyalizmin ve kapitalizmin acımasız saldırısına karşı konulabileceğine, dahası onun yenilebileceğine inanan Osmanlı Paşası Mustafa Kemal, etrafına aldığı diğer Osmanlı Paşalarına bu inancı, bu gücü aşıladı. Emperyalizm yenildi.   Son Osmanlı Paşası Mustafa Kemal, bu toprakların gördüğü "en büyük devrimci" idi. Demek ki; paşa olmak devrimci olmaya engel değildi… Eğer içinde yaşadığın çağı devirmek, toplumu dönüştürmek, dünyanın neresinde en ileri bir toplum varsa en az onun gibi olmak istemin varsa, sen devrimcilerin şahısındır.   Cumhuriyet zamanla paşalığı generalliğe dönüştürerek, ait olduğu yere, askerliğe iade etti… Siyaset başta olmak üzere başka işlerle uğraşmak isteyenler üniformalarını çıkarttılar…   Uzun zaman bin bir elekten geçirilerek liyakatini kanıtlayan askerlere verilen, halka verdiği güvenle itibarını sağlayan bu unvan, maalesef, yine toplumsal yozlaşma ve çürüme sürecine parelel olarak Osmanlı’da olduğu gibi zamanla “huluskârane”(*) bir kazanım olmaya başlayınca, beyaz atlarına binip giden kurucu dedelerin ve onların kararlı takipçilerinin mirasına ihanet eden “huluskâr” ların ürkek ve yeteneksiz ellerine kalıverdi…   Hic şaşmayan en temel fizik kuralı :”Her boşluk doldurulur…”   Osmanlı’dan bu yana az gidip, uz gidip, dere tepe düz gidip;“Huluskâr” ların yarattığı boşluğun en nihayet “Sivil paşalarca” doldurulduğuna tanık oluyoruz…   Çiçeği burnunda sivil paşalarımız,  MSB müsteşar ve yardımcıları öncelikle “yakın mesai arkadaşlarına” ve de vatana,  millete hayırlı olsun…   Halaskâr: Kurtaran, kurtarıcı.    Huluskâr, Kendisine çıkar sağlayacak olanlara aşırı bir saygı ve hayranlık  göstererek, giderek çıkar sağlayarak yaranmak isteyen…  (1)(7-8 Hasan Paşanın günümüze intikal eden en önemli mirası Beşiktaş çarşı içindeki nefis unlu mamülleri ile ünlü Hasan Paşa fırınıdır.