36,4207$% -0.01
39,3630€% 0.03
46,9840£% -0.05
3.417,25%-0,12
2.915,68%-0,20
10.459,08%2,65
İslâm Öncesi Dinlerde Kadın
Kadının yaratılışı; kız çocuk, eş ve anne olarak konumu, erkek karşısındaki statüsü ve içinde bulunduğu toplumsal hayattaki hak ve yükümlülükleri gibi açılardan tarih boyunca birbirinden çok farklı görüş ve uygulamalara konu olması, toplumsal yapıyla olduğu kadar din ve öğretilerin bu alanda getirdiğiyle de yakından ilgilidir.
Tarih boyunca çeşitli toplumlarda kadının farklı statülerde bulunduğu, anaerkil aile yapısının geçerli olduğu bazı ilkel topluluklarda kutsallaştırıldığı, bazılarında ise erkeklerle eşit statü ve haklara sahip bulunduğu görülmektedir. Ataerkil topluluklarda çoğunlukla erkeğe göre ikinci derecede bir statü taşıdığı ve hatta bazı kültürlerde hemen hemen hiçbir hak ve değere sahip olmadığı genel bir tesbit olarak söylenebilir. Başlangıçta ana soyunun hâkim olduğu anaerkil aile tipinin mevcudiyetini savunanlara göre insan hayatının kaynağı olması, doğurganlığı ve verimliliği sebebiyle kadını ilâhlaştırır. Tabiatla olan benzerliği sebebiyle tabiatın sembolü sayılarak verimlilik ilâhesi olarak tasvir edilir.
Eski Yunan’da kadınların hiçbir politik hak ve yetkisi bulunmamakta, Miras erkek çocuğa düşmekte, Tek kadınla evlilik temel ilkelerden biri sayılmaktadır. Evli kadının sadakatsizliği büyük suç olmakla birlikte erkek hiçbir sebep olmadan karısını boşayabilmekte, Kadın da dilediğinde boşanabilir ve çeyizini geri alabilmektedir. Kadınlar dinî âyinlere katılır ancak erkeklerden ayrı oturtulur. Yunan/Helen dünyasında bir kadın için en yüksek ve onur verici iş rahibe olmaktır. Rahibelik devletin tanıdığı yüksek bir memuriyetti ve rahibelerin çoğunu evli kadınlar teşkil ediyordu.
Roma’da kadınlara kamu hukuku alanında hiçbir hak tanınmamıştır, devlet kurumlarında görev almalarına izin verilmemektedir. Özel hukuk alanında da hakları kısıtlıdır. Kadın evlenerek baba hâkimiyetinden koca hâkimiyetine geçmekte ve kocanın mutlak hâkimiyeti altına girer. Erkeğin zina eden karısını affetmesine müsaade edilmez. Kadının kısırlığı boşanmayı haklı kıldığı görülmektedir ve sadece erkek boşayabilir. Kız evlât aile dinini devam ettiremeyeceği için pek makbul sayılmaz.
Eski Türkler’de ataerkil aile tipi hâkim ise de kadın çağının diğer kavimlerine göre daha iyi bir konuma sahiptir. Poligami olmakla birlikte monogami yaygındı ve eş seçmede kadınlar da söz sahibidir. Hakan bilge hatunla birlikte devleti yönetmektedir. Kadının kocasından ayrı mal edinme hakkı olduğu gibi sosyal ve dinî hayatta önemli roller üstlendiği ve dinî merasimlere katıldığı, hatta başkanlık ettiği görülür.
Yahudilik’te Kadın
Yahudilik’te kadının rolü eski dönemlerden beri var olan ataerkil toplum yapısına uygun olarak şekillenmiş, sosyal fonksiyonlar cinsiyete göre tesis edilmiştir. Tevrat’ta kadının yaratılışıyla ilgili iki kıssadan birincisine göre kadın erkeğe eşittir ve ikisi de Tanrı’nın sûretinde yaratılmıştır. İkinci kıssaya göre ise kadın, erkeğin kaburga kemiğinden ve onun yalnızlığını gidermek üzere uygun bir yardımcı olarak yaratılmıştır. Kadının erkekten yaratılmasının sebebi aynı bütünün parçaları olmaları dolayısıyla birbirlerine bağlanmaları, parça bütüne tâbi olduğu gibi kadının erkeğe tâbi olmasıdır. Bu tâbi oluş, kadının yasak meyveyi yemesi ve eşine de yedirmesi sebebiyle daha da ön plana çıkmıştır. Tanrı emre itaatsizliği yüzünden kadını cezalandırmış, zahmetini ve gebeliğini daha da çoğaltacağını, ağrı ile evlât doğuracağını, arzusunun kocasına karşı olacağını ve kocasının da kendisine hâkim olacağını bildirmiştir. Kadının erkekten sonra ve ondan bir parça olarak yaratılması, erkeğin kadına ad koyması erkeğin hâkimiyeti ve kadının ona boyun eğmesi olarak yorumlanmaktadır. Kitâb-ı Mukaddes geleneğinde erkek kadının efendisidir. İbrânîce’de kocaya verilen isimlerden biri de “baal”dir ki efendi anlamındadır.
Kadının birinci görevi ve varlık sebebi çocuk doğurmak ve yuvaya bakmaktır. Koca ve çocuklar iyi bir eş ve anne için mutluluk, kadının kısır olması ise kınanma ve üzüntü sebebidir. Anne olarak kadının özel bir yeri vardır ve ona saygı gösterilmesi istenmektedir. Dinî hukukta kadın, hakları, görevleri ve çeşitli kadınlık halleriyle özel bir hukukî statüdedir ve bu sebeple de erkeklerle ortak genel hükümler dışında farklı kurallara tâbidir.
İbadette kadının rolü ikinci derecededir. Kadın din görevlisi olamaz. Yahudilik’te kadınlar cemaatten sayılmazlar ve cemaatle ibadete iştirak edemez sadece uzaktan izleyebilirler. Kadınlar cenaze merasimine de katılamazlar. Kadının âdet görme ve çocuk doğurmasıyla ilgili özel kirlilik süresi ibadet yapmasına engeldir ve temizlenme kuralları söz konusudur. Yıllık üç hac sadece erkeklere şarttır. Kadın da erkek gibi adak adayabilir, fakat babasının veya eşinin iznini alması şarttır. Erkeğin belli durumlarda karısını boşama hakkı vardır. Tevrat’ta erkeğin, evlendiği kadında utanılacak bir şey bulduğunda eşini boşayabileceği belirtilmektedir. Talmudik dönem boşanma için bazı şartlar getirmiştir ve Ortaçağ’lardan itibaren boşanma her iki tarafın isteğiyle olmaktadır. Kadın kocasından ve erkek kardeşi varsa babasından mirasçı olamaz. Kadının şahitliği geçerli değildir.
Tevrat kadınlara erkekler gibi giyinmeyi yasaklamaktadır. Diğer taraftan kadının başını örtmesi gerekmekte, kadının başını açma ise kâhin tarafından bir aşağılama olarak yapılmakta, halk içinde başı açma küçük düşürücü bir davranış olarak kabul edilmektedir. Yahudi bilginlerine göre saçının örgüsünü gösteren evli kadın cezalandırılmalıdır. Talmud’a göre bir kimse halk içinde başını açan karısını boşayabilir, bazılarına göre ise başı açık kadının bulunduğu evde kutsal metinlerin okunması yasaktır. Kadının başını örtmesi şart olmasına rağmen peçe takma zorunluluğu yoktur.
Talmud sonrası dönemde kadınlara şefkat ve merhametle muamele edilmesi, ihtimam gösterilmesi gibi hususlar üzerinde durulmuş, fakat öğrenim kapıları sadece erkeklere açılmıştır. Maimonides’e göre kadın kamuya ait bir göreve tayin edilemez. Ona göre bir kadın kocasının ellerini ve ayaklarını yıkamak, ona hizmet etmek gibi görevlerini yerine getirmeyi reddederse sopayla cezalandırılır.
Hıristiyanlık’ta Kadın
İnciller’de Hz. Meryem başta olmak üzere muhtelif kadınlardan bahsedilmektedir. Îsâ sadece sözleriyle değil davranışlarıyla da kadınları yüceltmiş, İncil’i yayma işine seçtiği kadınları da katmıştır. Yeni Ahid’de erkekler gibi kadınlar da Mesîh’in doktrinine muhataptır ve onu dinleyip peşinden gitmiş, Îsâ Mesîh vasıtasıyla şifa bulmuş ve günahları bağışlanmıştır. Yeni Ahid’de bir taraftan cinsî hayat ve evlilik iyi görülmemekte, bekâretin üstünlüğü ve evlenmemenin fazileti vurgulanmakta, diğer taraftan poligami ve boşanma yasaklanmaktadır.
Hıristiyanlık kültüründe kadın yasak meyveyi Âdem’e yedirerek onun cennetten kovulmasına, böylece insan neslinin günahkâr olmasına sebep olmuştur. Kadın yeryüzüne günahı getiren, erkeği mahveden, baştan çıkarandır. Îsâ temizlik sembolüdür, çünkü Hz. Meryem onu cinsî ilişkiye girmeden doğurmuştur. Şu halde yapılacak tek şey Meryem gibi temiz ve iffetli kalmaktır.
Ortaçağ hıristiyan dünyasında kadın ve evlilik öylesine kötülenmiştir ki Mâcon Konsili’nde kadının ruhunun olup olmadığı tartışılmıştır. Buna bağlı olarak o dönemde kadının sosyal hayattaki durumu daha da kötüleşmiş, XII. asırdan itibaren Batı’da büyücü ve cadı avı başlamış, pek çok kadın cinlerle ilişkisi olduğu iddiasıyla yakılmış veya suda boğulmuştur.
İslâm’da Kadın
İslâm toplumlarında kadının gerek aile hayatında gerekse siyasî, hukukî, sosyal ve ekonomik alanlardaki konumunu bir taraftan dinî kurallar, diğer taraftan sosyal ve siyasî çevre, etnik yapı ve İslâm öncesinden gelen kültür mirası belirlemiştir. Bu sebeple İslâm dünyasında kadının her yerde ve her dönemde aynı konumda olduğunu söylemek mümkün değildir. Hatta aynı bölgede ve aynı zaman dilimi içinde yaşayan kadınlar arasında bile şehirde veya kırsal kesimde bulunmalarına göre farklılıklar olmuştur. Ancak bu, İslâm toplumlarındaki kadınların bütünüyle farklı kimlikleri temsil ettiği anlamına da gelmez; onlar sosyal, hukukî ve ekonomik konum bakımından her dönemde belirli ortak çizgilere sahip olmuşlardır.
İslâm dini, gerek İslâm öncesi Arap toplumundaki dinî anlayış gerekse yerleşmiş örf ve âdetlere nisbetle kadının sosyal, ekonomik ve hukukî konumunda önemli değişiklikler yapmıştır. Kur’an, insan olması bakımından kadını erkekle eşit bir varlık olarak kabul eder. Allah insanları daha huzurlu ve mutlu bir hayat sürmeleri için çift yaratmıştır (en-Nisâ 4/1; er-Rûm 30/21). İslâm’da ilk kadın tarafından işlenen ve erkeğin de işlemesine sebep olunan aslî günah anlayışı yoktur. Kur’ân-ı Kerîm, Hz. Âdem’le Havvâ’nın şeytan tarafından müştereken kandırıldığından bahseder (el-Bakara 2/35-36; krş. Tâhâ 20/120-121). İslâm’da Hıristiyanlık’ta olduğu gibi ilk günah anlayışına dayanan kadın karşıtı bir söylem yoktur. Erkek olsun kadın olsun her doğan kişi günahsız doğar, sonradan işlediği fiiller sebebiyle sorumlu olur.
Kur’ân-ı Kerîm’de gerek yaratılış gerekse hak ve sorumluluklar yönünden erkeklerle eşit konumda olan bir kadın portresi çizilmektedir. Kadın Allah’ın kulu olması bakımından erkekle eşit seviyededir; dinî hak ve sorumlulukları da aynı düzeydedir (Âl-i İmrân 3/195; et-Tevbe 9/71). Hz. Peygamber’in kadınlara yönelik sözleri ve uygulamaları Kur’an’ın çizdiği bu çerçeveye uygundur. Onun şahsında kadınlar her zaman meseleleriyle ilgilenen, eşleriyle olan anlaşmazlıklarında ara buluculuk yapan, haklarını koruyan, erkeklere eşlerine iyi davranmalarını öğütleyen ve kendi yaşayışıyla da buna örnek olan bir dost ve hâmi bulmuşlardır.
İslamda Kadının Hukukî Statüsü
Kadının İslâm tarihi içindeki konumunun belirlenmesinde hukukî hükümlerin önemli bir payının olduğu şüphesizdir. Konuyla ilgili çağdaş araştırmalarda da bu hükümler geniş bir şekilde incelenmiştir. Dolayısıyla burada, fıkıh kitaplarının ve uygulamanın ışığında özellikle tartışılan ve kadının konumunu belirlemede esas olan hak ve fiil ehliyeti, bu çerçevede evlenme özgürlüğü, boşanma imkânı, aile reisliği, miras paylaşımı, yargılama hukukundaki durumu, şahitliği, kamu alanındaki yeri ve devlet başkanlığı konularındaki hukukî hükümler ele alınmıştır. Uygulamaya yönelik incelemelerin önemli bir problemi bu alanda en zengin bilgi kaynağını Osmanlı mahkeme kayıtlarının teşkil etmesidir. Önceki dönemlere ve diğer ülkelere ait kayıtların çok nâdir oluşu, Osmanlı uygulamasının genelleştirilmesi sakıncasını beraberinde getirmekteyse de bu kayıtların çok geniş bir coğrafyaya yayılmış olması benzer sosyal ve kültürel yapıya sahip şehirlerin yanı sıra Halep, Şam, Kudüs, Nablus, Kahire gibi farklı yapılardaki şehirlere ait kayıtların da elde bulunuşu genelleştirmenin sakıncalarını asgariye indirmektedir.
Kadın İslâm hukukunda bir hak süjesi değil hakkın tarafıdır. “Erkeklerin de kazandıklarından nasipleri, kadınların da kazandıklarından nasipleri var” meâlindeki âyet (en-Nisâ 4/32), her iki cinsin sadece mânevî kazanımlarını değil maddî kazanımlarını da vurgulamaktadır. Hukukî işlemleri yapma hususunda kadın esas itibariyle erkeklerle aynı konumdadır; erkekler bir hukukî işlemi hangi şartlarla yapabiliyorsa kadınlar da o şartlarda yapabilirler. Her ne kadar İmam Mâlik, evli kadınların kocalarından izinsiz olarak ancak mallarının üçte biri oranında başkaları lehine karşılıksız kazandırıcı işlemleri yapabileceği görüşündeyse de bu görüş azınlıkta kalmıştır. Hukukçuların büyük çoğunluğuna göre tam ehliyetli olmak şartıyla kadınlar kendi aleyhlerine olan bağış ve vakıf gibi işlemleri de serbestçe yapabilirler. Nitekim Hz. Peygamber döneminden itibaren sadaka tarzındaki dinî bağışlarda kadınların özel bir yeri olmuştur.
Uzun zamandır dinlerin kadına bakış açılarını inceleme gereği olduğunu görüyorum. Bu nedenle de okurlarıma İslâm’a bakış açılarını genişletme ve her kesime bunu bir nev’i tebliğ etme gereksiniminde idim. Nadiren karşılaştığım, yanlış anlatıldığından ve yanlış aksettirilen İslâm dinini daha doğru anlatma platformları oluşturulması gerektiğini görmekteyim. Her fırsattada bunu yapacağım bundan böyle.
Ya sizin İslam’a bakış açınız?
TARAFSIZ TARAF