DOLAR

34,1884$% 0.14

EURO

38,2049% -0.14

STERLİN

45,8177£% -0.01

GRAM ALTIN

2.927,71%-0,18

ONS

2.666,84%-0,20

BİST100

9.743,48%-0,87

a

Musevi Türkler (BÖLÜM 1-2-3-4)

 

Musevi Türkler

Dileyen her insan sonradan Musevi olabilir ama Yahudi olamaz, çünkü Yahudi, bir ırkın adıdır, Yahudi olunmaz, doğulur. Musevi, Hz. Musa’nın şeriatını benimseyenlerin adıdır. Hz. İsa’nın dini İsevilik, tahrif olunca Hıristiyanlık, Hz. Musa’nın dini Musevilik de tahrif olunca Yahudilik adını aldı. Musevilik en sonunda bir ırka özel etnik bir dine evrildi, bu, dejenerasyonun da zirvesiydi. Her Yahudi, aynı zamanda Musevi’dir ama her Musevi, aynı zamanda Yahudi değildir. Dolayısıyla “Yahudi Türkler”, “Yahudi İngilizler”, …vb ifadeler doğru değildir, doğrusu “Musevi Türkler”, “Musevi İngilizler”dir. 

Bizde, birçok inanç ve ırkta da olduğu gibi Musevi Türk’lerde de “baba” esastır, yeni doğan çocuk, babanın dinini kabul etmek durumundadır, Yahudiler’de ise, nesli devam ettirdiği, taşıyıcı olduğu gerekçesiyle “anne” esastır, çocuk annenin dininden olur. Bir başka ifadeyle, Yahudiler’e göre “esas olan tohum değildir, esas olan tarladır.” Bu sebeple de bir Yahudi kızı, kolay kolay bir aşk evliliği yapamaz, onun kiminle evleneceği Havra’nın iznine bağlıdır, Yahudi olmayan biriyle, hatta dindaşı bir Musevi’yle dahi evlenemez, hahamlar buna müsaade etmez. Söz dinlemezse, nesli ifsat etmekle suçlanır ve toplumundan dışlanır. 

İlk Musevi Türkler 

1071’den beri değil, yaklaşık 12 bin yıldır Anadolu’da bulunan Türkler arasında Museviliğe ilk geçişler, Milattan Önce 600’lü yıllarda, Museviliğin kâbesi Urfa’da, Oğuzlar’ın asker-sivil ekâbirleri arasında başlar. Urfa, Oğuzlar’ın Anadolu’daki ilk uğrak yeridir. Urfa, Oğuzlar’ın Ehura Mazda inancına göre ilk özel mabed inşa ettikleri yerdir. Bu inancın mimarı ve kutsal kitabının adı Avesta olan Zerdüşt’ün, “eski İran peygamberi” olduğu bazı Batılılar ve Farslar tarafından yaygın bir şekilde iddia edilir, oysa Zerdüşt, Orta Asya-Horasan doğumludur, Türk asıllıdır, Oğuzların içinden çıkmıştır, insanlık tarihinin de dokuzuncu peygamberidir.  Zerdüşt, Urfa ya da

Anadolu’ya hiç gelmedi. 

Oğuzlar, Urfa’yı bir süre uhkum/idari merkez olarak kullandılar. Urfa ayrıca Oğuzlar’ın üstün Ehura Mazda dinini yayma, ekâbirleri ise Orta Asya’ya eski inançlarının usûllerini onarmaya gönderdikleri bir merkez oldu. Oğuzlar, ekâbirlerinden bazılarını Musevilik’in içine, Türkler’in “her dinin içinde bir miktar bulunma stratejisi” çerçevesinde attılar ve Urfa’yı, Musevilik’in ilk emniyetli şehri yaptılar. Urfa, baskı altındaki Museviler’in sığındığı bir yer oldu, ibadetlerini burada rahatça yapabildiler. 

Musevi Türkler, en eski Sabetay’lardır. Sabetayizm aslında, Yahudilik içinde bir Türk hareketidir, doğal olarak Yahudi merkezler, hareketin mensuplarının izini sürmektedir. Ömrü Sabetayları araştırmakla geçen Kudüs-İbrani Üniversitesi Yahudi Mistisizmi profesörü Gershom G. Scholem de “The Messianic Idea in Judaism and Other Essays on Jewish Spirituality” adlı eserinin 1974 Fransızca baskısının 219-247 sayfaları arasında Sabetaylık konusunu ele almakta ve “Sabetay’ların İsrail’de de bulunduğunda hiç şüphe yoktur. Zaten bizim dikkatimizi çeken de bu durumdur” demektedir.  

Pazar günü devam edelim. 

Musevi Türkler (2)

Musevilik, eski dönemlerde kendisine “muhtedi” kabul ediyordu. İsrailoğulları’ndan olmamalarına rağmen Yemen’den, Habeşistan’dan (Falaşalar), Hindistan’dan ve Türkler’den (Hazaralar, Kırımçaklar, Karailer) insanlar, Museviliğe mensup olabiliyorlardı. Musevilik, evrensel nitelikte bir din idi, giderek sadece bir ırka ait yerel bir dine dönüştü ve “Yahudilik” adını aldı. Diğer yandan Yahudilerin ve Hristiyanların dinlerinin bozulduğuna dair bir inançları yok, “Dinlerimizin muharref olduğu iddianıza bizim de katılmamızı beklemeyin” diyorlar. 

Musevilik ve İsevilik dinini benimseyen Türkler, tarihte, bu iki dinin deforme olmasını ve yerelleşmesini geciktirmek gibi tarihi bir rol oynamışlardır. Halen bugün de Musevi Türkler’in bir bölümü, yalnızca Tevrat’ı ölçü alır, Tevrat’ın zorlama tefsiri olarak değerlendirilen Talmud’u reddeder, bunu, rabbiler tarafından yazılan, düzmece ve çelişkili bilgiler içeren bir kitap olarak değerlendirirler. Yahudiler’e göre ise Talmut, Tevrat kadar önemlidir. Bunların ilahi ilhamla yazdırıldığına inanırlar. Genel Yahudi Ansiklopedisi’ne göre “Talmud, şerhleri olmaksızın, kilitle kapatılmış bir kitaptan öteye geçmez.” Talmut’a inanmayanlar gerçek Yahudi sayılmaz. Nitekim bir kısım Musevi Türkler, Talmut’a inanmadıkları için Yahudiler tarafından Yahudi olarak kabul edilmezler. Bu bağlamda tıpkı bizim de mensubu olduğumuz Kuzey İslâmı ve Maturidilik’te olduğu gibi, Musevi Türkler’de de akıl esastır, bu sebeple de bazı Yahudilerce “tehlikeli” olarak değerlendirilirler. 

Talmud’ta, kendilerinden olmayan herkese karşı bir kin besleme ve onlara tepeden bakma öğütlenir, Yahudi olmayan herkes, bir önyargıyla “düşman”dır. Musevi Türkler bu fanatizmi de reddeder ve bu sebeple de Siyonizm’in önünde bir engel olarak görülürler. 

İspanya’dan Mançurya’ya, Kafkasya’dan Kuzey Afrika’ya kadar geniş bir coğrafyaya dağılmış Musevi Türkler, gittikleri yerlerde Musevilik çalışmalarında Rabanit Yahudiler’le çatıştılar, çatışıyorlar. Bugün, bazı merkezlerce finanse edilen çeşitli çalışmalarla Musevi Türkler’e ait ne kadar kanıt varsa, üzeri örtülmeye, “yok” sayılmaya, yok edilmeye çalışılıyor. Çünkü Musevi Türkler hakkında ortaya çıkan bazı gerçekler, tarihin yeniden yazılmasını gerektirmekte. Ancak ünlü tarihçi Halil İnalcık’ın ifadesiyle “Şu bir gerçektir ki hiçbir zaman, objektif bir tarih yazılamaz; zira tarih, daima belli politikaları ve ideolojileri yönlendiren ve temsil eden bir görüş ve anlayışla ele alınmıştır.” (H. İnalcık’ın 29 Mart 2006 tarihinde Ankara Üniversitesi Rektörlüğü 100. Yıl Salonu’nda sunduğu “Tarih ve Politika” konulu konferanstan – Konferansın tam metni için: Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi, Sayı: 19, Yıl: 2006) 

Musevi Türkler’e ilişkin bazı veriler ayrıca “Yahudiler, Tanrı’nın seçtiği halktır” dogmasını da yerle bir etmektedir. 1983 yılında İngiltere’de şüpheli bir şekilde eşiyle birlikte intihar ettiği iddia edilen Arthur Koestler, “Onüçüncü Kabile” adlı kitabında Siyonizm’i temellerinden sarsan şu görüşlere yer veriyor: “Tarihçilerin pek çoğu, Doğu Avrupa Yahudilerinin ve dolayısıyla dünya Yahudilerinin bir bölümünün, belki de büyük çoğunluğunun, Sami ırkından olmayıp Hazar (Türk) soyundan olmaları olasılığı üzerinde durmaya yönelmişlerdir… Yahudilerin pek çoğu Doğu Avrupa kökenli. Bu da, bunların büyük bir olasılıkla, “Türkik” bir ulus olan Hazar kökenli olduğu anlamına gelebilir. Eğer bu doğruysa söz konusu Yahudilerin atalarının Tur-i Sina’dan değil, Kafkas dağlarından geldiği, Ürdün dolaylarından değil, Volga dolaylarından koptuğu gerçeklik kazanır. Böyle olunca bu insanların İbrahim’e, İshak’a, Yakub’a yakın olmaktan çok, Hunlara, Uygurlara, Macarlara yakın oldukları kabul edilmelidir.” (Arthur Koestler, Onüçüncü Kabile, Plato Film Yayınları, Temmuz 2007, Sayfa 5 ve 6) 

Yahudi-Musevi Türkler’in içinde Yahudiliğin tüm renkleri mevcut olduğu gibi, Yahudiliğin içinde de Musevi-Yahudi Türkler’e karşı genel ve birleşmiş bir reddiyeden bahsedilemez. 

Yarın devam edelim. 

Musevi Türkler (3)

Türkler’in Anadolu’daki varlığı 1071’de başlamadığı gibi Yahudi varlığı da 1492’de başlamamıştır, tarihi kalıntılardan, Anadolu’nun özellikle Kudüs’e yakın kıyı bölgelerinde Milattan Önce de Yahudi cemaatlerinin yaşadığı anlaşılmaktadır. Yahudiler için, eğer Kudüs’e gidemiyorsa bari yakın olmak çok önemliydi, mesela “Kuzguncuk, Avrupa Yahudileri tarafından, Kutsal Topraklar’a varmadan önceki son durak olarak kabul edilirdi. O kadar ki herhangi bir sebepten dolayı ‘Vaat Edilmiş Topraklara’ ulaşamayanlar hiç olmazsa, Kudüs’ten denizle ayrılmamış Kuzguncuk’a yerleşip ölmeyi arzular ve orada gömülmeyi vasiyet ederdi.” (Naim A. Güleryüz, Fetih Öncesi ve Feth-i Hakani Sonrası İstanbul’da Musevi İbadethaneleri – Uluslararası Osmanlı İstanbulu Sempozyumu/2, Mayıs 2014) 

1170 yılında İstanbul’u ziyaret eden ünlü İspanyol Yahudisi seyyah Tudela’lı Binyamin, “Sefer ha- Massa’ot” adlı eserinde, İstanbul’un Pera semtinde, Rabinik Yahudiler’in yanı sıra Musevi Türkler’e de rastladığını ifade etmektedir. Musevi Türkler, 1453’te İstanbul’un fethinden önce ve hatta Osmanlı daha ortada yok iken onlar buradaydı ve Fatih’i onlar karşıladı. Selanik ve Edirne’yi bir ilim merkezi haline getiren Musevi Türkler, Fatih’in çağrısıyla fetihten sonra İstanbul’a göç ettiler. Osmanlı, Rabanit Yahudilerle olan farklılıklarını bildiği için Musevi Türkler’e “cemaatbaşı” seçme hakkı tanıdı ve onları ayrı kategoride değerlendirdi, vergiden de muaf tuttu. 

Cumhurbaşkanlığı Forsu’nda tarihte kurulmuş Türk imparatorluklarını simgeleyen 16 yıldızın yedincisi, Musevi Türkler’in Milattan Sonra 651 ila 983 yılları arasında yaşayan devleti Hazar İmparatorluğu’dur. 

Musevilik veya Yahudilik dininin kaç yıllık bir geçmişe sahip olduğunun hesaplanabilir olduğu yaklaşımı, Yahudiler ve Hıristiyanlar için de geçerliliğini korumakta. Kur’an-ı Kerim söz konusu olunca Yahudiliğin hayli kadim bir din olduğu ortadadır. İşin ilginç yani Yahudiliğin kadimiyetini Yahudilerin de kabul etmemesidir. Yahudiler için bile “Yahudilik yaklaşık 3-5 bin yıllık bir dindir”. 

Oysa Kur’an-ı kerim dikkatle incelenirse Yahudiliğin 3-5 bin yıllık taze bir din olmadığı hayli kadim bir geçmişe sahip olduğu görülür. İsrailoğulları da bu açıdan bakıldığında hayli kadim bir ırktır.  Bu husus Yahudiliğin bir ırka dayandırılmasına imkân verecek verileri de içermektedir. 

Bizzat Kur’an-ı  Kerim zaten Yahudiliğin bir irk dini olduğunu teslim ediyor. Bu konu Yahudiliğin bir eksikliği mi yoksa avantajı mı diye sorulmadan “Yahudilik bir ırk dini” diye küçümsenebiliyor. Yahudilerin diğer ırklardan dinlerine katılımları şüphe ile karşılamaları, sorgulamaları ve bu noktada muhafazakâr davranmaları doğal sayılmalıdır. Çünkü Yahudilere ait bir dine başkaları niye katılsın ki! Peki öyleyse Türklerin geçmişte önemli bir kısmı acaba neden Yahudiliğe intisap etti?  Meselenin kilit noktası burasıdır.

“Türklerin bir kısmı ya da geçmişte önemli bir kısmı niye Yahudi oldu?” sorusu Yahudilik anlaşıldıkça stratejik bir husus olabilir. Fakat bundan daha önemlisi Yahudilerin menşei ile ilgilidir. Birçok tarih kitabı ve kutsal kitap, Yahudileri Ortadoğu kökenli hatta Kudüs kökenli bir halk olarak tanımlar. Fakat kadim bilgiler ve bilimler söz konusu olunca Yahudilerin asıl menşeinin, tarihin derinliklerine gömüldüğü iddia edilen medeniyetlere dayandığı görülür. Bu aynı zaman da Türklerin menşeini de gündeme getirir. Türkler ve Yahudiler aynı menşeiye sahip olabilir mi, bu soru cevabını aramaktadır. 

Perşembe günü devam edelim. 

Musevi Türkler (4)

Dünyada hangi halkın nereden, ne şekilde zuhur ettiğine dair anlatılan sayısız efsane, mit ve destan mevcuttur. Dolayısıyla milletlerin menşei hakkında ileri sürülen tüm fikirler, bilimsel gerçeklerden ziyade bir takım ön kabullere dayanmaktadır. Kutsal kitaplar burada bir istisna olabilir mi? Tevrat ve Kur’an-ı Kerim, İsrailoğulları ile ilgili bilgiler vermektedir. Fakat daha öncesini irdelemeye başlayınca yeni sorular ve yeni cevaplar gerekiyor. Bu bağlamda önümüzdeki yıllarda yeni birçok tarihi vesika ve arkeolojik bulgularla karşılaşacağız ve milletlerin gerçek orjinleri ortaya çıkacak. Bu durumda tarih yeniden yazılacaktır, şimdi bunun arefesindeyiz. 

Türkler ile Yahudiler aynı ırktan olabilirler mi, bu soruya yüzyıllardır cevap aranıyor. Diğer yandan Türkler ve Yahudiler aynı ırktan olsalar da olmasalar da dünya tarihi, aynı ırktan olanların savaşları rekabetleri ve mücadeleleri ile dolu. 

Kutsal kitaplarda anlatılan Habil ve Kabil’in dramatik hikâyesini biliyoruz. Kardeşlik olgusunun bile çöktüğü, insanlığın ciddi bir çözülme yaşadığı göz önüne alınırsa, aynı ırktan, aynı anne-babadan olsanız da bunun anlamsızlaştığı bir zaman dilimindeyiz. Belki de insanlık hep aynı zaman diliminde ve sürekli bir dejavu sürecinde. Böyle olsa da bilme-anlama-araştırma eylemi devam edecek. 

Türklerle Yahudilerin mukayeseli incelemeleri çok yeni değil. Türklerle Yahudilerin kolay anlaşması ve bazı açılardan birbirlerine benzemesi hep araştırma ve tartışma konusu olmuştur. Bu bağlamda Musevilik ya da Yahudilik, Japonya’ya kadar nasıl yayıldı ve Türklerin Yahudilikleri sadece Avrasya ile mi sınırlı diye öteden beri araştırılmakta. 

Yahudilerin dinlerine, tarihlerine, kültürlerine Türklerin ilgi duymasının sebebinin kadim medeniyetlerin taşıyıcıları olması ile ilgili olduğu da tartışılmaktadır. Türklerin yaygın olarak bulunduğu Asya’nın her noktasında Türk alfabesi ve İbranice’nin yan yana kullanıldığı Tevrat’ların bulunduğu göz önüne alınırsa Türkler’in ve Yahudilerin tarihi yeniden yazılacaktır. 

Eldeki bazı veriler, Türkler’in Yahudiliğe ilgisinin Hazar Türkleri, Hunlar, Doğu ve Kuzey Avrupa’ya yayılanlarla sınırlı olmadığı ve kadim bir geçmişe dayandığını ortaya koymaktadır. 

Musevi/Yahudi Türkler’in bugünkü Yahudilik kazanım, kültür ve networkünden herhangi bir talepleri de yoktur. Türkler, Yahudilerin kendileri ile ilgili tasavvurlarına saygı duymuşlar ve gerektiğinde şartları zorlayarak Yahudileri kollamışlardır. 

Türk Yahudilerden Türk milliyetçiliği ya da aşırı bir Türkiye hassasiyeti beklemek konuyu anlamamakla eş anlamlı olur. Türk Yahudileri, tüm Yahudi ekolleri ve kabalizm ile de hemhaller ve onlardan da kabalistler var. Yahudiliğin tüm kaynakları, Türk Yahudileri için de kabul görüyor.  Tüm dinlerde başkalarını yeterince dindar olmamakla itham eden mekanizmalar var. Fakat “Türk Yahudileri, Yahudi değildir, Sabetaylar, Yahudi değildir” gibi genel-yaygın bir dışlama söz konusu değil. Türk Yahudileri ve Sabetaylar, hem Yahudi hem de İslam tasavvufunu iyi biliyorlar. 

İslam dışı dinlere ve Türkiye dışı devletlere sahip soydaşlarımız hakkındaki yeni bilgiler dünyaya bakış açımızı değiştirecektir, değiştirmesi de gerekir. Türk Yahudileri ile ilgili sınırlı sayıda araştırma var, sayının artması bizleri sevindirir. (bitti) 

 

Musevi Türkler

YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Sıradaki haber:

Ortadoğu’da Yaşanan Kaosların Nedeni ?

HIZLI YORUM YAP