PKK’nın Bölgesel ‘Franchising’ Stratejisi
Norbert Reich By Royal Design isimli kurmaca romanında, Avrupa Konseyi başkanı olması muhtemel Peter Schneider’a El-Kaide’nin suikast düzenleme planından söz eder: “El-Kaide Schneider’ı öldürmek üzere bir plan yapmaktadır. Ama bunu nasıl yapacaktır? El-Kaide tetiği başkasının çekmesini istemektedir. Bunu Kızıl Ordu Fraksiyonu’na mı yoksa Fransız Doğrudan Eylem (Action Directe) isimli örgüte mi havale edeceklerdir? Hayır, tetiği hiç beklenmeyen bir örgüte çektirmek istiyorlar.
PKK’yı kullanacaklar; ne de olsa, PKK’nın Almanya’da on bin kişilik bir gücü ve kırk bin kişilik de bir sempatizan kitlesi var. Ayrıca Kızıl Ordu Fraksiyonu onları kamplarda da eğitiyor.”
Bu kısa kurmaca not bize PKK’nın Avrupa’daki derin yapılanmasına dair gerçek durumu yansıtırken, PKK’nın Ortadoğu’da yeni bölgesel yapılanmasına Batı’nın verdiği destek unutulmaktadır. Öcalan’ın 1999 yılında yakalanmasından bu yana geçen süre içerisinde, PKK hayatta kalmak ve yayılmak için ‘franchising’ adı verilen bir yöntemi benimseyerek yeni bir bölgesel yapılanmaya gitti. Polis Akademisi bünyesinde faaliyet gösteren Uluslararası Terörizm ve Güvenlik Araştırmaları Merkezi’nin yayınladığı son rapor, PKK’nın benimsemiş ve uygulamaya koymuş olduğu bu yeni bölgesel terör yapılanmasını ve onun olası küresel sonuçlarını farklı boyutlarıyla ortaya koyuyor.
Terörist ‘franchising’
‘Franchising’ stratejisi, terör örgütleri bağlamında, şimdiye kadar hep El-Kaide’nin 2003-2004 sonrası yeni yapılanmasıyla ilişkilendirildi. 11 Eylül terör saldırılarının akabinde Afganistan’ın işgali ve ‘küresel terörle mücadele’ nedeniyle büyük bir baskı altına giren El-Kaide, önce varlığını devam ettirmek, akabinde gücünü arttırmak amacıyla, Arap yarımadasından Güney Asya’ya, Mağrip’ten Afrika’ya kadar uzanan bir ‘franchising’ ağı kurdu. Bu nedenle Farrall, 2011 yılına gelindiğinde “Bugün artık El-Kaide geleneksel, piramit şeklinde bir emir komuta zincirine sahip, hiyerarşik bir terör örgütü değildir. Şubeleri ve ‘franchise’ları üzerinde tam bir emir komuta zincirine sahip değildir” demekteydi.
Kendisine biat ederek ‘El-Kaide Irak’ adını alan El-Tevhid Ve’l-Cihad gibi ‘franchise’ları sayesinde El-Kaide hem daha önce sahip olmadığı kadar geniş bir alanda hareket imkanı buldu hem de merkezi liderlik üzerindeki baskının olası sonuçlarına karşı kendini korumaya aldı. Örgüt lideri Bin Ladin 2011 yılında Pakistan’da öldürüldüğünde de El-Kaide yeni ‘franchising’ yapılanması sayesinde gücünü muhafaza etme imkanı buldu.
Değişen ulusal, bölgesel ve küresel şartlara ayak uyduramayan her örgüt yok olmaya mahkumdur. Bu düstur gereğince, PKK da Öcalan’ın yakalanmasıyla birlikte tarihinin en büyük varoluşsal krizine sürüklenirken, organizasyonel bir yeniden yapılanmaya gitti. 2000 yılında toplanan olağanüstü kongreden itibaren başlatabileceğimiz bu süreçte, PKK adeta kendini yeniden keşfetti. PKK 2002 yılında toplanan kongrede, tüm eylemlerini durdurarak KADEK isimli yeni bir oluşum meydana getirdi. Bu oluşumla birlikte PKK tedricen bir ‘parti kompleksi’ haline geldi. Alınan yeni karara göre, ‘öncü parti’ olarak PKK tüm eylem alanlarını kontrol edecek, ancak bu ‘parti kompleksi’ içindeki diğer grupların ve oluşumların eylemlerini artık yönetmeyecek, sadece koordine edecekti. 2002 yılında Irak’ta bir PKK ‘franchise’ı olarak Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi (KDÇP) kurulurken, aynı kongrede Suriye’de de bir ‘askeri kol’ ihtiyacı dile getirildi.
PKK ‘çatı terör örgütü’ haline geldi
Bu karar neticesinde PYD, PKK’nın bir ‘franchise’ı olarak 2003 yılında Suriye’de kuruldu. Tabii ki PYD bir anda gökten inmedi; Esed ailesiyle yıllardır süren ilişkiler sayesinde PKK, Suriye’nin kuzeyinde kısıtlı da olsa bir zemine ve gerekli bağlantılara sahipti. PKK 2004 yılında İran’da PJAK isminde başka bir ‘franchise’ oluşturdu. Türkiye’de ise aynı yıl TAK kuruldu. PKK liderliğinin Türkiye’de, Öcalan’ın yakalanmasından sonra büyük bir baskı ve iç tartışmalar yaşadığı bir dönemde, örgüt bölgede ‘franchise’lar kurarak hayatta kalmaya ve müteakip dönemde ise yayılmaya çalıştı. Yani PKK bu süreçte klasik ‘komünist parti’ yapılanmasından bir ‘parti kompleksi’ne evrildi. Kısacası, PKK bugün bir ‘şemsiye’ örgüt veya ‘çatı terör’ örgütü haline geldi.
Suriye’deki devrim hareketlerinin bölgesel ve uluslararası anti-devrim güçleri tarafından önce iç savaşa evrilmesi, ardından DEAŞ’la terörle mücadele eksenine indirgenmesi neticesinde, PKK’nın ‘franchising’ yapılanması başka bir boyuta taşındı. DEAŞ’ın Ayn el-Arab saldırısından sonra ortaya çıkan ‘Rojava devrimi’ söylemi ve buna eşlik eden ‘demokratik otonomi’ ve ‘demokratik konfederalizm’ kavramları, geçmişte her zaman birlik içinde olmadığı DHKP-C ve MLKP gibi marjinal sol terör örgütlerinin bile PKK’nın yanında yer almalarına, onun ‘franchise’ları haline gelmelerine yol açtı. Suriye’deki olayların gelişimi PKK’nın bölgesel terör yapılanmasında çarpan etkisi yaparken, bu örgütün neden uluslararası değil de ulus-aşırı bir örgüt olduğunu da bir kez daha gözler önüne serdi.
Kendisini geçmişte de ‘küresel sosyalizmin öncü bir partisi’ olarak gören PKK, söyleminde de değişikliğe giderek daha küresel çapta, sadece Ortadoğu’yla sınırlı olmayan yeni bir söylem benimsedi. Geçmişte de militanlarının önemli bir kısmını Suriye’den bulan PKK, 2017 itibariyle Kürt ve Kürt olmayan çok sayıda Batı ülkesi vatandaşını Suriye’ye çekmeyi başararak ulus-aşırılaştı. Bugün gelinen noktada, Amerika’dan İspanya’ya kadar çok sayıda anarşist, farklı çizgilerden gelen devrimciler ve Marksistler, PKK’nın Suriye ‘franchise’ları bünyesinde savaşmaya ve PKK’nın yeni söylemini tekrarlamaya başladılar. Örneğin PKK’nın Suriye ‘franchise’ı saflarında DEAŞ’a karşı savaşan İspanyol anarşistler ‘Komünist Yeniden İnşa’ adlı bir örgütün mensuplarıdır. Az sayıda Batılı yabancı savaşçı PKK’nın komünist söylemini ve pratiğini itici bulup YPG’den ayrılırken, diğer birçok Batılı yabancı savaşçı için YPG’nin bu kadar ‘kızıl’ olması bir tercih sebebidir. Bu bağlamdaki son gelişme, ‘Uluslararası Devrimci Halk Gerilla Güçleri’ isminde uluslararası anarşistlerden oluşan bir silahlı örgütün, PKK’nın yanında Suriye’de kurulmasıdır.
1990’lı yıllarda da dine karşı duruşunda değişiklik imajı veren ve ‘ateist’, ‘din karşıtı’ suçlamasından kurtulmak için dini söyleme başvuran PKK, 2000’li yıllarda ‘demokratik otonomi’ gibi kavramlarla, artık bağımsız bir devlet peşinde olmadığını iddia etti. Ancak otoriter ve muhalefete karşı tahammülsüz yapısı Türkiye’deki uygulamalarından da gayet iyi bilinen PKK’nın yurtdışındaki sempatizanları dahi, örgütün Suriye’deki ‘demokrasi’ söylemiyle totaliter eylemleri arasında büyük bir uçurum olduğunu teslim etmektedir. Bu nedenle PKK’nın Suriye’nin kuzeyinde oluşturduğu yapılanma, dış gözlemciler tarafından artık ‘mini-totaliter bir devletçik’ olarak tanımlanmaktadır. PKK’nın yaymaya çalıştığı ideolojik değişim imajına rağmen, PKK Stalinist liderlik modelini devam ettirmektedir.
PKK’nın yeni yapılanmasının El-Kaide örneğinden kısmi farkı, PKK’nın merkezi lider kadrosunun tüm ‘franchise’lar üzerinde El-Kaideye oranla daha sıkı bir kontrolünün olmasıdır. PYD, YPG, PJAK, TAK ve KDÇP birer PKK ‘franchise’ı olsa da, otonomileri son derece sınırlıdır. Her bir ‘franchise’ arasında operasyonel ve ideolojik geçişlilik mevcutken, her birinin lider kadroları PKK/KCK tarafından belirlenmektedir.
Avrupalı terör-suç şebekesi
Avrupa hem bir suç hem de terör örgütü olan ve hem ideolojisi hem de militan profili tamamen ulus-aşırılaşan PKK’yı desteklemeye devam etmektedir. Halbuki Casier’e göre, PKK 90’lı yıllarda Avrupa’nın en marjinal sol gruplarıyla omuz omuza durmuştur. Radu’ya göre, Öcalan İtalya’da, Yunanistan’da ve Fransa’da sol partilerin desteğini almış ve Almanya’daki ve İtalya’daki Marksist terör örgütleriyle işbirliği içerisinde olmuştur. Uyuşturucu ticaretinde Peru’nun Aydınlık Yol örgütüyle İngiltere’de işbirliği yapan PKK, yine İngiltere’de Tamil Kaplanları’yla yardımlaşmıştır.
Batı halen Avrupa’nın en büyük uyuşturucu ve insan ticareti örgütlerinden birisi olan ve zorla haraç toplayan bu örgüte destek vererek, ulus-aşırı bağlantılarının çok katmanlı hale gelmesine göz yummakta, kendi güvenliğini de orta ve uzun vadede tehlikeye atmaktadır.
EUROPOL’ün her yıl yayınladığı ‘Terörizm Durum ve Trend Raporları’na bakıldığında, 2008 yılında yayımlanan raporda, Almanya’da o yıl gerçekleştirilen on beş terör saldırısının on dördünün Kongra-Gel tarafından yapıldığı bildirilmektedir. 2009 yılına ait rapor, Avusturya’da meydana gelen kundaklamaların tamamını Kongra-Gel mensuplarının yaptığını not etmektedir. 2014 yılına ait rapor, “AB, temel eylemlerini Avrupa toprakları dışında gerçekleştiren terör gruplarının finans kaynakları yarattıkları, lojistik sağladıkları, sığındıkları ve malzeme elde ettikleri yer haline gelmiştir. Bu örgütler temelde PKK, DHKP-C, Kuzey Kafkasya’daki bazı örgütler ve Hizbullah’tan oluşmaktadır” demektedir. 2016 yılındaki rapor ise “PKK’nın Avrupa’da topladığı yasadışı paraların tamamını PYD, HPG ve YPG’yi desteklemek için kullandığını” not etmektedir.
2005 yılında Avrupa’da uyuşturucu ticaretinin yüzde 80’inin PKK kontrolünde gerçekleştiği, yine PKK’nın 1992 yılında Avrupa uyuşturucu piyasasının yüzde 80’ini kontrol ettiği de bu raporlarda not edilmektedir. PKK’nın bir suç ve terör örgütü niteliği bu kadar aşikarken, genelde Batı’nın, özelde Avrupa ülkelerinin PKK’nın ulus-aşırı terör-suç yapılanmasına göz yummaları, hele de Avrupa’da marjinal sol ve sağ akımlar bu denli yükselişteyken hiç akıllıca değildir.
PKK’nın ortaya koyduğu ‘demokratik otonomi’ söylemi demokratik olması şöyle dursun, Uluslararası Kriz Grubu’nun son raporunun bahsettiği gibi, Batı demokrasi anlayışına tamamen terstir. Bunun da ötesinde, yine son günlerde PKK’nın yanında savaşan bir Batılı anarşistin itiraf ettiği gibi, Suriye’deki ‘Apocuların’ hedefi uzun vadede ABD’dir. Avrupa başkentlerinden gelen bu anarşistler, devrimciler, sosyalistler ve komünistler, ülkelerine, çantalarında yeni terör bağlantılarıyla, yeni taktiklerle, yeni ve daha tutkuyla inandıkları bir anarko-sosyalist ideolojiyi yaymak üzere döneceklerdir. Suriye’nin kuzeyi, bu haliyle bir devrimin merkezi değil, 90’lar ve 2000’lerde El-Kaide’nin ardından, yeni bir uluslararası terör ‘hub’ı olmaya doğru ilerlemektedir.
Yard. Doç. Dr. ÖMER ASLAN