Savunma Sanayi Uzmanı Arda Mevlütoğlu İle Söyleşi
Siyah Gri Beyaz blogu yazarı Arda Mevlütoğlu, yerli savunma sanayindeki son gelişmeler hakkında Güvenlik Enstitüsü Genel Yayın Yönetmeni Serkan Çakır’ın sorularını yanıtladı.
Merhaba Arda Bey, öncelikle bizimle söyleşi teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Bize kısaca kendinizden bahseder misiniz?
İstanbul Teknik Üniversitesi Uzay Mühendisliği bölümünden 2003 yılında mezun oldum. Ortadoğu Teknik Üniversitesi Bilim ve Teknoloji Politikası Çalışmaları bölümünden yüksek lisans derecesi aldım. Halen bir uluslararası ticaret ve danışmanlık firmasının savunma programları müdür olarak çalışmaktayım. Bir yandan da savunma ve güvenlik politikaları ile havacılık ve savunma teknolojileri alanında akademik çalışmalarıma devam etmekteyim.
Sahibi olduğunuz SiyahGriBeyaz bloğu savunma sanayine ilgisi olan birçok kişi için oldukça ilgi ile takip edilen bir platform, siteyi kurduğunuz sırada bu noktaya geleceğini düşünüyor muydunuz? Siteyi kurma amacınız neydi?
Siyah Gri Beyaz’ı aslında 2004 yılında, kısa öykü, deneme ve fotoğraflarımı paylaşmak için açmıştım. Bir süre devam ettirdim ancak daha sonra kapatıp, 2005 Nisan ayında esas ilgi alanım olan savunma sanayii ve havacılık ile ilgili yazılarımı, önemli gördüğüm haber ve makaleleri paylaşmak için yeniden açtım.
Siyah Gri Beyaz’ı ben hep, üzerinde düşündüğüm, araştırdığım konuları paylaşmak, öğrendiklerimi saklamak için bir aracı olarak tasarladım. Hiçbir zaman geniş kitlelere ulaşmak ya da yüksek popülerlik gibi bir hedefim olmadı. Zaman zaman hiç beklemediğim yer ve zamanlarda çok olumlu eleştiriler alıyorum ve bu beni mutlu ediyor.
Siz savunma sanayi üzerine ilgilenmeye başladığınızdan beri Türk savunma sanayinde neler değişti? Bu değişimi nasıl yorumluyorsunuz?
IDEF savunma sanayii fuarına ilk kez 1999 yılında gitmiştim. O dönem Ankara Etimesgut’taki Türkkuşu tesislerinde düzenleniyordu. Fuar alanının oldukça mütevazi bir kısmında yerli sanayi ürünleri sergileniyordu. Onun dışında fuar neredeyse tamamen Türkiye’ye sistem ve ürün satmak için gelmiş yabancı firmalarla doluydu.
16 yıl sonra İstanbul’daki IDEF 2015 fuarını gezerken o günlere geri döndüm. Artık yerli üreticilerin kabiliyetleri, ürünleri muazzam ölçüde gelişti. Yabancı firmalar da artık ürün satmaktan ziyade ortak üretim ya da geliştirme projeleri için geliyorlar. Bu, kaydedilen gelişmeyi gösteren güzel bir örnek.
Ancak bardağın boş tarafını da ihmal etmemek gerekir. Sektörle yakından ilgilenmeye başladığım 1994 yılında en önemli gündem maddelerinden bazıları taarruz helikopteri, genel maksat helikopteri ve ana muharebe tankı idi. 22 yılın sonunda taarruz helikopteri hizmete yeni giriyor; tankın seri üretimi başlamadı, en erken 2018’de başlayacak ve genel maksat helikopteri projesinde üretime yönelik çalışmalar daha yeni başladı. Planlama ve tedarik konusunda çözülmesi gereken sorunlar olduğu açık.
Türk savunma sanayinde verimlilik konusu son zamanlarda tartışma konusu haline geldi, sektörün istihdam ettiği personel sayısına karşılık üretkenliğinin yeterince yüksek olmadığını siz de daha önce dile getirdiniz, bu durumu açıklayabilir misiniz? Sizce sebepleri neler? Savunma sanayinde üretkenliği ve verimliliği arttırmak için neler yapılmalı?
Sektörün ciddi bir verimlilik sorunu olduğunu düşünüyorum. Bu sorunun en bariz yansıması ise hemen hemen tüm projelerde yaşanan takvim ve bütçe aşımları. Tabi ki bu durumu sadece verimsizliğe bağlamak haksızlık olur. Bir sektörün sıfırdan kurulması sürecinde şüphesiz çok sayıda zorlukla karşılaşılır. Ancak yine de kaynakların doğru ve verimli kullanımında bir sıkıntı olduğu aşikar.
Bu durumun nedenleri açıklık ve titizlikle araştırılmalıdır. Benim görüşüm, sektörün yapılanmasının önemli bir etkisi olduğu şeklinde.
Devlet desteği şüphesiz şart ancak bu destek aynı zamanda rekabetçi bir ortamı sağlayacak bir şekilde kurgulanmalıdır. Aksi takdirde iş ve gelecek kaygısı olmayan firmalar da, personel de kaçınılmaz şekilde rehavete kapılabilir, üretkenliklerini zamanla kaybedebilir.
Ayrıca sektördeki çalışan sayısının, projelere kıyasla oldukça az olduğu dikkati çekmektedir. Bu durum, her bir çalışan başına düşen iş miktarını artırmakta, belli konulara odaklanıp uzmanlaşma ve verimliliği artırmanın önünde engel olmaktadır.
Türk savunma sanayinin son zamanlarda ürettiği ve hizmete giren ürünler, ATAK, CİRİT, SOM, Kirpi, Cobra, MilGem MPT-76, gibi projeler hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu kazanımların önümüzdeki dönemde savunma sanayine ne tür katkıları olacaktır? Özellikle ATAK ve SOM gibi projelerin daha geliştirilmiş versiyonlarını ileride görme şansımız var mı sizce?
Başta MilGem olmak üzere bu projelerin ve ürünlerin tamamı Türk savunma sanayii için dönüm noktası niteliğindedir. Hayata geçirilmeleri sürecinde hem geliştiren ekipler, hem kullanıcı hem de tedarik makamları çok değerli tecrübeler edinmiştir. Şüphesiz ki teknolojideki gelişmeler ve kullanıcının ihtiyaçları doğrultusunda güncel, daha gelişmiş versiyonlarının üretilmesi gündeme gelecektir. Bu da, bu ürünleri ortaya çıkaran sektörün sürekliliğinin sağlanabilmesi ile mümkün olacaktır.
Bunun dışında henüz proje aşamasında olan ancak teslim edilmemiş ürünler, ALTAY, Anka, Hürkuş, hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu projelerin bazılarındaki gecikmeler ürünleri üreten kuruluşlar hakkında eleştirilere sebep oldu, sizce bu gecikmelerin sebebi nedir? Yukarıda bahsettiğimiz savunma sanayinde verimlilik konusuyla bu projelerin güncel durumu arasında bir bağlantı görüyor musunuz?
Burada verdiğiniz üç projenin de modeli birbirinden farklı. Dolayısıyla bunlardaki (ve diğer projelerdeki) gecikmelerin nedenlerini incelemek için her bir projeyi ayrı ayrı ele alıp, varsa ortak faktörleri ortaya çıkarmak gerekecektir. Ancak verimliliğin en önemli etkenlerden biri olduğu rahatlıkla söylenebilir. Ayrıca benim görebildiğim kadarıyla sistem mühendisliği ve proje yönetim süreçlerinde iyileştirmelerin yapılması gerekiyor. Söz gelimi bir projede kullanıcının isterlerinin bir noktada dondurulmaması, sürekli yeni isterlerin gündeme gelmesi o projedeki tasarım ve üretim faaliyetlerinin en iyi ihtimalle aksamasına neden olacaktır. Projede aşamalar ilerledikçe geriye yönelik tasarım değişikliği yapmanın zaman ve bütçe açısından maliyeti artar. Dolayısıyla ihtiyaçların belirlenmesinden proje yönetimine kadar ilerleyen sürecin bir reforma tabi tutulması gerekliliği ortaya çıkıyor.
Türkiye’nin uzun vadede gerçekleştirmeyi planladığı savunma sanayi projeleri, TF-X, TF-2000, Milli Uzun Menzilli Hava Savunma Sistemi, T-70, gibi projeler hakkında neler düşünüyorsunuz? Bu projelerin finansmanı ve Türk savunma sanayi şirketlerinin teknolojik birikiminin bu projeleri ortaya koymakta yeterli olup olmayacağına dair tartışmalar var, bu eleştirilere karşı bakış açınız nedir?
Bu gibi büyük çaplı, karmaşık projeler ciddi bir teknoloji ve insan kaynakları altyapısı gerektirir. Artan maliyetler nedeniyle dünyada çoğu ülke bunlar gibi kapsamlı projelerde uluslararası işbirliklerine yönelmiş durumda; risk ve maliyetleri paylaşarak azaltmak için. Türkiye savunma sanayiini 1970’lerin ortasında sıfırdan kurmaya başladı ve ancak son 10 yılda ilk meyveler alınmaya başlandı. Kritik sistem ve teknolojilerde bir önceliklendirme yapılarak, uluslararası işbirlikleri kurmak hem teknolojik hem de siyasi açıdan fırsatlar sunabilir.
Şu anda Türk savunma sanayiinde istihdam edilen personel sayısı 33,000 – 35,000 civarında. Bu kadar çalışan ile -ki idari personelden teknisyene tüm çalışanları kapsıyor- uydudan piyade tüfeğine, savaş gemisinden füzeye her türlü savunma sisteminin geliştirilmesi, üretilmesi ve modernizasyonuna soyunmuş durumdayız.
Sanayi ve teknoloji altyapısı bir yana, eğer daha büyük projelere soyunduysak ve bu sektörün devamlılığını hedefliyorsak insan kaynağını hem nitelik hem de nicelik açısından hızla geliştirmeliyiz. Aksi takdirde saydığınız projeler prototip ve/veya sınırlı sayıda üretimden öteye gidemeyecektir.
Yılan hikayesine dönen Uzun Menzilli Hava Savunma Sistemi İhalesini bizlere açıklayabilir ve bu ihale hakkındaki kendi görüşlerinizi paylaşabilir misiniz?
Türkiye, 1991 Körfez Savaşı sırasında çevresindeki balistik füze tehdidinin farkına vardı. Ondan önce İran – Irak Savaşı sırasında her iki taraf da şehirlere, sivil nüfusa karşı balistik füzeleri kullanmıştı; Soğuk Savaş boyunca hem Bulgaristan hem de Sovyetler Birliği, bölgemizde taktik balistik füzeleri yoğun olarak konuşlandırmıştı. Suriye ve Irak’ın füze programları biliniyordu. Bu açık ve büyük tehdide rağmen Türkiye, hava savunmasını ve genel olarak ülkenin savunma mekanizmasını NATO şemsiyesi altında kurgulamayı tercih etti.
1991’de Saddam rejiminin İsrail ve Suudi Arabistan’a SCUD tipi füzelerle saldırmasının ardından Türkiye’nin modern yüksek irtifa / uzun menzilli hava savunma sistemi tedarik etmesi gündeme geldi. Ancak çeşitli ekonomik, siyasi ve bürokratik nedenlerle bu tedarik bir türlü gerçekleşemedi. Bu sırada çevremizde vuku bulan çeşitli krizlere karşı devamlı NATO’dan koruma talep edildi.
Uzun menzilli hava ve füze savunma sistemi ihalesi, pek çok yönü itibariyle akademik araştırma konusu olabilecek bir sürece sahne oldu. Bu proje, Türkiye’nin savunma planlama, ihtiyaç tespiti ve tedarik mekanizmasının sahip olduğu yapısal sorunları gözler önüne serdi. Bu sorunları maddeler halinde sıralamak gerekirse: 1. Kararın sadece teknik parametreler ve performans üzerinden alınması; siyasi, ekonomik, ticari boyutların analiz edilmemesi; 2. Kurumlar arasında sağlıklı bir eşgüdüm oluşturulamaması, 3. Uzun vadeli bir yol haritası ve stratejinin mevcut olmaması
İhale iptal edildikten sonra başlatılan yerli geliştirme projesi, yukarıda önerdiğim çerçevede, uluslararası işbirliğini kapsayan bir modelde yürütülebilir. Her halükarda belli bir miktar sistemin tam göreve hazır olarak hizmete başlaması yıllar alacaktır. Paralel olarak devam eden Korkut ve Hisar A/O gibi hava savunma sistemlerinin de 2020’lerin başlarında hizmete girmeye başlayacağı düşünülecek olursa, Türkiye’nin kendi milli hava savunma şemsiyesini kurması, yaklaşık 35 yıllık bir sürece sahne olmuş olacaktır. Bu, içinde bulunduğumuz coğrafya ve tehdit ortamı değerlendirildiğinde, son derece düşündürücü bir durumdur.
Türk savunma sanayinin ihracat potansiyelini nasıl görüyorsunuz? Sizce savunma sanayi ürünlerinin başarısı sadece ihracat için yeterli mi? Yoksa bu ürünler ciddi bir siyasi ve diplomatik lobi ile desteklenmeli midir? Bizimle görüşlerinizi paylaşır mısınız?
Türkiye’nin üzerinde çalıştığı özgün savunma projelerinin neredeyse büyük kısmı büyük ihracat potansiyeli taşıyor. Sadece Türkiye’nin din, tarih, kültür gibi etkenlerle bağlı olduğu coğrafyalar değil; Avrupalı, Rus, Amerikalı üreticilere alternatif arayan diğer pazarlar nezdinde de ciddi fırsatlar görüyorum. Burada iki önemli faktör var: Milli sistemlerin kullanıma girmesi ile birlikte yetkinliklerini ispatlaması ve ihracatı kolaylaştırıcı kredi, teşvik ve benzeri mekanizmaların geliştirilmesi. Savunma sektöründe, diğer sektörlerde olduğu gibi ihracat potansiyelini artırmak fuarlarda boy göstermek ile sağlanmaz. Hedef ülke ve bölgelerde daimi varlık bulundurulmalıdır. Bunun için de yurtdışına yönelik iş geliştirme, pazarlama ve stratejik planlama kabiliyeti olan kadrolar oluşturulmalı, hem tedarik makamı hem de sektör firmaları bu doğrultuda insan kaynakları yatırımı yapmalıdır. Son olarak, kullanıcı makamı, yani Türk Silahlı Kuvvetleri de, kullandığı milli sistemlerin bir nevi pazarlayıcısı ve en etkili lobi kuruluşu konumunda olduğu için, bu konuda aktif rol üstlenmelidir.
Son olarak, Türk savunma sanayinin dünden bugüne geçirdiği dönüşüm hakkındaki görüşlerinizi ve savunma sanayinin geleceği hakkındaki fikirlerinizi bizimle paylaşır mısınız?
Bir ürünün prototipini geliştirmek ile o ürünü seri şekilde üretmek ve dahi ürettikten sonra desteğini sağlamak çok farklı şeylerdir. Prototipi üretmek, o ürünü ekonomik bir şekilde üretebileceğiniz anlamına gelmez.
Çok yetenekli mühendisleri ve bilim insanlarını modern binalara, laboratuvarlara doldurmak, bilim ve teknoloji üretmek için yeterli değildir. ArGe, sosyal bir süreçtir: Sosyal, teknolojik, kültürel ortamın bilim ve teknoloji üretmek için uygun olması, uzun vadeli, tutarlı, gerçekçi ve somut bir strateji ile desteklenmesi şarttır.
Bu saydığım iki husustan hareketle, Türk savunma sanayiinin bir yol ayrımında olduğunu değerlendiriyorum. Son 10 – 15 yılda kaydedilen büyük sıçrama ve kazanımların korunması için uzun vadeli, somut, nesnel önlemlerin alınması gerekmektedir. Başka bir deyişle, prototipten ürüne dönüşüm sağlanmalıdır. Aksi takdirde bütün harcanan emekler, zaman ve para boşa gitmiş olacaktır.
Zaman ayırıp Güvenlik Enstitüsünün sorularını yanıtladığınız için teşekkür ederiz.
Arda Mevlütoğlu