SURİYE DOSYASI : Fırat Kalkanı Harekatı’nın Jeopolitik Kodları
Fırat Kalkanı Harekatı'nın Jeopolitik Kodları
Cerablus müdahalesi, Türkiye’nin üç güvenlik sorunuyla eş zamanlı mücadele ettiği bir dönemde başladı. İçeride ve dışarıda oluşan güvenlik kırılganlığına neden olan bütün aktörleri aynı anda hedef aldı.
Son bir yıl içinde Türkiye’nin içinden geçtiği güvenlik çevresinde adeta bir deprem yaşanıyor. Temmuz 2015’de başlayan PKK eksenli silahlı çatışma ve terör, ülkenin enerjisini daha fazla içe yöneltmesine neden olurken Suriye’deki iç savaş süresince kendi jeopolitik realitesini Türkiye’ye dayatan DAEŞ-PKK çatışması Türkiye’nin güvenliğine yönelik risklere yeni ve yıpratıcı bir dinamiği daha eklemledi. DAEŞ merkezli terör eylemleri, sadece ülkenin “güvenlik yönetişimini” sarsmakla kalmadı aynı zamanda giderek polisiye bir sorun olmaktan çıkarak stratejik bir güvenlik sorununa dönüştü. Bu iki yaşamsal güvenlik sorununun sıkışmasından oluşan negatif enerjiyi Türkiye için stratejik bir zaaf olarak değerlendirip ülkeyi bütün olarak bir iç savaşa sürüklemek isteyen FETÖ’cü darbe teşebbüsü ve uyguladığı terör ise ülkenin güvenlik mimarisinde sarsıcı bir etki ortaya çıkardı. Tam da böylesi bir ortamda Türkiye’nin Cerablus hamlesi geldi.
Peki, Türkiye özellikle 15 Temmuz sonrası oluşan yeni durumun ortaya çıkardığı meydan okumalara nasıl bir politika ile cevap verecek ve Cerablus müdahalesi sonrasında nasıl bir “gelecek güvenlik stratejisi” hayata geçirecek? Bu soruyu cevaplamak için öncelikle yukarıda bahsettiğim üç güvenlik sorununun eş zamanlı bir biçimde Türkiye’nin ulusal güvenliğine ve bölgesel güvenlik politikalarına nasıl ve hangi düzeyde baskı oluşturduğunu doğru bir bağlama oturtmak gerekiyor.
KIRILGANLAŞAN GÜVENLİK ORTAMI
PKK eksenli çatışma son bir yılda iki düzeyde Türkiye’nin güvenlik politikaları açısından bir kırılmaya sebep oldu. Birincisi PKK, çatışmaları şehir merkezlerine taşımak suretiyle Kürt meselesini her zamankinden daha fazla güvenlik eksenine oturttu ve meselenin demokratikleşme zeminindeki ağırlığının hızla kaymasına neden oldu. Bu stratejinin amacı sürekli bir güvensizlik baskısı oluşturarak Türkiye’nin enerjisini içeride tüketmek ve böylece kendi gücünü Suriye’de sağlamlaştırarak bölgesel siyasette bir aktör haline gelmekti. İkincisi ise Türkiye’ye yakın coğrafi kuşağında yeni bir çatışma/savaş cephesi açarak Türkiye’nin bölgesel güvenlik siyasetinin sıklet merkezinin kaymasına neden olarak Türkiye’nin güvenlik politikalarının içe kapanmasına sebebiyet vermekti. Bu minvalde PKK; DAEŞ’in varlığını kendi gücünü konsolide etmek ve meşru bir aktöre dönüşmek için stratejik bir fırsata çevirerek Türkiye’ye karşı bir “yıpratma savaşı” döneminin başlamasını hedeflemişti. Böylece içerideki Kürt meselesinin bütün dinamiklerini Türkiye’nin dışına taşırarak Suriye bağlamına; hatta uluslararası bağlama oturtarak sorunu büyük ölçüde dışsallaştırdılar.
Suriye iç savaşını ve buradaki PKK-DAEŞ çatışmasını içeriye, içerideki çatışmayı da dışarıya taşıyarak, stratejisini Türkiye’nin bölgesel güvenlik halkaları içindeki ilk halkanın (iç güvenlik ve sınır güvenliği) Ankara açısından yönetilemez bir boyuta ulaşmasını hedefledi. İlkiyle iç siyasi istikrarı, ikincisiyle Türkiye’nin dış politikasını hedef aldı. Bütün bunlar ise şu sonuçları ortaya çıkardı:
- Kürt milliyetçiliği radikalleşerek marjinalleşti.
- PKK, “devlete” ek olarak yeni ve kullanışlı bir “öteki” keşfetti.
- PKK, kendisini bölgesel düzeyde bir tür güvenlik aktörüne dönüştürdü.
- PKK küresel imajını yeniledi
- PKK askeri kapasitesini artırarak bölgesel jeopolitik Lebensraumunu (yaşam alanı) konsolide etti.
- Ülkenin güvenlik yönetişimi kırılganlaştı.
- Güvenlik bürokrasisi güven kaybetti.
- Türkiye’nin güvenlik politikalarının ağırlık merkezine terör yerleşti.