DOLAR

40,2592$% 0.13

EURO

46,7280% 0.07

STERLİN

53,9463£% 0.2

GRAM ALTIN

4.309,12%-0,18

ÇEYREK ALTIN

7.021,00%0,34

TAM ALTIN

28.001,00%0,34

ONS

3.335,67%0,36

BİST100

10.222,02%-0,03

BİTCOİN

4782277฿%1.63469

a

Türkiye ve Yunanistan arasındaki  adalarda yaşayabilirsiniz kendi ülkenizi buralarda kurabilirsiniz

Bu adalarda pasaport lazım değil 1923 Lozan Antlaşması ve 1947 Paris Antlaşması nda başıboş bırakılmış bu adalarda kendinize devlet kurabilirsiniz

İşte Türkiye ve Yunanistan arasındaki  adalar konusunda gerginliğin sebebi

Geçmiş de dünyayı yönetenler ve 10 Şubat 1947 Paris İtalyan Barış Antlaşmasında Türkiye ve Yunanistan arasındaki  bu adaları başıboş bırakmışlar.

Yunanistan ise boşluğu bildiği için adaları işgal etme yoluna gitmiş ve bu adalara gitmek isteyen kim olursa olsun hiçbir devlet müdahale etme yetkisi yok Türkiye de yaşayan insanlarında bu adalarda yaşama hakkı ve işgal etme hakkı var. yani bu adalarda kendinize bir devlet kurabilirsiniz. Eğer bu adalarda devlet kurma gibi bir olay ile karşılaşırsanız. Karşınıza, 1923 Lozan Antlaşması ve 1947 Paris Antlaşması  çıkacaktır ve bu anlaşmada bu adalar bağımsız gözükecektir. Ve kendinizi karmaşık bir yola koymuş olacaksınız

Türkiye ve Yunanistan arasındaki deniz sınırı henüz bir anlaşmayla belirlenmemiştir. …

 

Doğu Ege Adaları, 1923 Lozan Antlaşması ve 1947 Paris Antlaşması da … Antlaşması ve 10 Şubat 1947 Paris İtalyan Barış Antlaşması ile gayri askerî statüde … Anahtar Kelimeler: Ege Adaları, Lozan Barış AntlaşmasıTürkiye, …. karası arasında kalan coğrafî alan ve Şeytan Adaları dışında, Yunanistan‘a verilmiş.

LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI VE EGE ADALARI Fuat İNCE* Özet Ege Denizi’ndeki adalar yüzyıllarca Osmanlı hâkimiyetinde kalmıştır. Bu hâkimiyet kurulduğu dönemin uluslararası hukuk kurallarına tamamen uygundur. Bugün Yunanistan’a ait olan adalar, Türk hâkimiyetinden uluslararası hukuka uygun olarak egemenlik devri yapılmış olan adalardır. Bu adalar iki grupta toplanabilir. Birinci grupta, Yunanistan’ın bağımsızlığını elde ettiği 24 Nisan 1830 ile

Map of Greece as an overview map in green

Lozan Barış Antlaşması’nın imzalandığı 24 Temmuz 1923 arasındaki dönemde Yunanistan’a bırakılan adalar bulunmaktadır. İkinci grupta ise, Lozan Barış Antlaşması ve 10 Şubat 1947 Paris İtalyan Barış Antlaşması ile gayri askerî statüde olmaları kaydıyla Yunanistan’a bırakılan adalar bulunmaktadır.

Bunların dışındaki ada, adacık ve kayalıklar için egemenlik devri yapılmamıştır. Yunanistan, uluslararası alanda meydana gelen değişmelerin, antlaşmalarla kurulmuş olan statüyü ortadan kaldırdığını ve Lozan Barış Antlaşması’nda Türkiye’ye bırakıldığı belirtilmeyen kara parçalarının tamamının kendisine ait olduğunu ileri sürmektedir. Buna karşılık Türkiye, antlaşmaların hükümlerinin geçerli olduğunu ve Lozan Barış Antlaşması’nda haklarından feragat etmediği ada, adacık ve kayalıklarda egemenlik haklarının devam ettiğini savunmaktadır. Anahtar Kelimeler: Ege Adaları, Lozan Barış Antlaşması, Türkiye, Yunanistan. Abstract Lausanne Peace Treaty and Aegean Islands The islands in Aegean Sea had been under Otoman dominance for centruies. This dominance is exactly suitable for international law-rules of established period. Today, the islands belonging to Greece are those the soveregeignty overturn of which are made suitable from Turkish dominance to international law. Theese islands can be collected into two groups. In the first group, there are islands which * Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Doktora Öğrencisi, Gülhane Askeri Tıp Akademisi Komutanlığı, ANKARA, (fince@gata.edu.tr.) 102 FUAT İNCE were left to Greece in the periods between on 24 th. July 1923, when Lausanne Peace Treaty was signed and 24 th. April 1830 when, Greece obtained her independence. In the second group, there are islands which are left to Greece with the condition of without having military statue with the peace treaities 10 th. February 1947 Paris Italian and Lausanne Peace Treaty for the islands but theese islands, sovereignty overturn was it performed. Greece claimed that the changes occured by international treaties did away with the statucue established by teraties and taht all the lands which shown to be left to Turkey in Lausanne Peace Treaty belonged to Greece. However, Turkey claimed that the treaties were current with their sentences and that Turkey has claimed that sovereignty rights continued on the islands, islets and rockies. Key Words: Aegean Islands, Lausanne Peace Treaty, Turkey, Greece. Giriş Ege Denizi’ndeki adalar ve bu denizin kıyıları Ege Bölgesi olarak adlandırılır.1 Ege kelimesinin kökeni veya hangi kelimeden türediği tam olarak bilinmemektedir.2 Bölgeye adını veren Ege Denizi, yerkabuğunun alçalması neticesinde Akdeniz’in sularının bu alana dolmasıyla oluşmuştur. Ege, Doğu Akdeniz’in kuzeyinde, Anadolu ile Balkan yarımadaları arasında kuzey-güney istikametinde uzanan ve kendine has özelliklere sahip yarı kapalı bir denizdir. Henüz sınırları tam olarak

belirlenmemiş olmasına rağmen şimdiye kadar yapılan çalışmalar dikkate alındığında, Ege Denizi’nin kuzey-güney istikametinde yaklaşık olarak 660 Km boyunca uzandığı görülmektedir. Yüzölçümü 214.000 Km² civarında olan bu denizin genişliği ise, kuzeyde 270, ortada 150 ve güneyde 400 Km kadardır.3 Ege’yi diğer denizlerden ayıran en önemli özelliği değişik büyüklükteki 1.800 kadar kara parçasının4 1 Arif Müfid Mansel, Ege ve Yunan Tarihi, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 2004, s. 3. 2 Ege kelimesinin, meşe veya aia-ka (toprak (ana)-yurdu) anlamına geldiği varsayılan aiga sözcüğünden türediği düşünülebilir. Pek çok tarihî yer ve Aigaion Pelagos (Ege Denizi) adına açıklama getirilmek için uydurulmuş mitolojideki Kral Aigeus’un adı için rastlanan bu kelimenin anlamı kesin bir güvenle saptanamamıştır. Bilge Umar, Türkiye’deki Tarihsel Adlar, İnkılâp Kitapevi, İstanbul, 1993, s.29-30. Uzunca bir süre Ege Denizi’ne farklı bir isim vermeyip Bahr-i Sefid (Akdeniz) diyen Türkler, bu denizi Adalar Denizi veya Anadolu Denizi olarak da adlandırmışlardır. Cevat Ülkekul, “Atatürk Neden “Ordular! İlk Hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” Demişti”, Harita Dergisi, Sa.:130, Ankara, 2003, s.56. 3 Sırrı Erinç-Talip Yücel, Ege Denizi: Türkiye İle Komşu Ege Adaları, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1978, s.6-7. 4 Ege Denizi’ndeki adalar yüksek toprak parçalarının su üstünde kalmasıyla veya Anadolu deniz yüzeyine adeta serpilmiş olmasıdır. LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI VE EGE ADALARI 103 Sadece yirmi dört tanesinin 100 km2’ den büyük5 ve yüz tanesinin meskûn olduğu bu kara parçalarının toplam yüzölçümü 23.000 km2 civarındadır. İlk bakışta çok dağınık, düzensiz ve karmakarışık görülmelerine rağmen adaların tarihi ve coğrafi özellikleri dikkate alındığında yapılan değerlendirme neticesinde Girit hariç, Ege Denizi’ndeki adalar; Trakya/Boğazönü Adaları, Saruhan (Doğu Sporat) Adaları, Menteşe (Güney Sporat) Adaları6 ,Şeytan (Kuzey Sporat) Adaları ve Kiklat Adaları7 Tarih boyunca çeşitli kavimlerin hâkimiyet kurduğu Ege adaları, Roma döneminde elde ettikleri imtiyazlarla Cenovalıların ve Venediklilerin yönetiminde kalmıştır. XIV. yüzyıl başlarına gelindiğinde Kudüs’ten ayrılmak zorunda kalan Saint Jean Şövalyeleri’nin Rodos ve civarındaki adalara yerleşmeleri ile adalar, İtalyan devletleri ve Şövalyeler arasında paylaşılmıştır. olmak üzere beş grupta toplanmaktadır. Ada gruplarından bahsedilirken çoğu zaman Menteşe Adaları’ndan kamuoyunda en çok bilinen şekliyle Oniki Ada olarak söz edilmektedir. Oysa Yunanlıların Dodace-Nissas (Oniki Ada) dedikleri Menteşe Adaları belli başlı yirmidört ada ile birçok adacık ve kayalıktan oluşmaktadır. 8 kıyılarının önündeki adalar gibi, yer hareketleriyle su altına düşen büyük toprak parçalarının yeniden su yüzüne yönelmesiyle ortaya çıkmışlardır. Sevil Tunç Gürsu, “Tarihte Batı Anadolu, Ege, Ege Adaları”, VIII. Türk Tarih Kongresi’nden Ayrı Basım, Ankara, 1979, s.335. 5 100 km2’ den büyük adalar; Girit, Eğriboz, Semadirek, Gökçeada (İmbros-İmroz), Limni, Midilli, Sakız, Sisam, Ahikerya, Kilimli, İstanköy, Rodos, Kerpe, Taşoz, İskiri, Andre, İstendin, Mürted, Bara, Nakşa, Yamurgi, Değirmenlik, Ünye ve Çuha’dır. Ali Kurumahmut, “Ege’de Tartışmalı Adalar Sorununun Ortaya Çıkışı”, Egede Temel Sorun Egemenliği Tartışmalı Adalar, (Yayına Haz. Ali Kurumahmut), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1998, s.1. 6 Trakya/Boğazönü Adaları; Taşoz, Semadirek, Limni, Bozbaba, Gökçeada, Bozcaada (Tenedos), Zürafa ve Tavşan Adalarıdır. Saruhan Adaları; Midilli, Sakız, Koyun Adaları,İpsara, Antiipsara, Sisam, Ahikerya, Hurşit ve Fornoz’dur. Menteşe Adaları, Eşek Adası, Nergisçik, Batnoz, Lipso, Bulamaç, Leryoz, Kilimli, Kalolimnos, Keçi Adası, Ardıççık, Koçbaba, İstanköy, İncirli, Sömbeki, İlyaki, Herke, Limoniye, Rodos, Çoban Adası, İstanbulya, Kerpe, Küçük Kerpe, Sirina ve Ardacık’tır. Kurumahmut, a.g.m., s. 4-6. 7 Şeytan Adaları; Hasır, Keçi, İblislik, Bozada, Çamlıca, İskados, İskablos, İkizceler, İskiri, İskiri Poli ve Maymuncuk’tur. Kiklat Adaları; Eğriboz, Andre, Egine, Bibercik, Nergisçik, Temaşalık, Andre Papazlığı, Mürted, Mökene, Kedelan Papazlığı, Şıra, Sığırcıklar, Delos, Terme, Çamlıca, Suluca, Küçük Koyunluca, Haçlılar, Nakşe, Bara, Andi Bara, Yavuzca, Pınar, Döngili, Karo, Anti Karo, Yamurgi, Örenli, Olmo, Ünye, Değirmenlik, Anido Siyah, Aya Kiriki, Sikinos, Santoron, Anafiye ve Kristiyane’dir. Necdet Belen, Ege Denizi ve Ege Adaları, Harp Akademileri Basımevi, İstanbul, 1995, s.10-13. 8 Belen, a.g.e., s. 79. Anadolu Selçuklu Devleti ve sonrasında 1308’de bu devletin 104 FUAT İNCE yıkılmasıyla bağımsız hareket etmeye başlayan Menteşe, Aydın, Saruhan ve Karesi beyliklerinin denizlerde faaliyetleri olmuşsa da Ege adalarının Türk hâkimiyetine girmesi Osmanlı İmparatorluğu zamanında gerçekleşmiştir.9 Osmanlı İmparatorluğu Ege adalarını üç safhada ele geçirmiştir. Birinci safhada, 1456’da Taşoz, Semadirek, Limni, Gökçeada ve Bozcaada, 1462’de Midilli, 1470’de Eğriboz Adası ve Şeytan Adaları ile 1479’da Sisam Osmanlı Devleti hâkimiyetine girmiştir. İkinci safhada, 1522’de Rodos ve diğer Menteşe Adaları, 1534-1545 yılları arasında Kerpe, Çoban ve Kiklat Adaları’nın tamamı ile 1566’da Sakız ve civarındaki adalar Osmanlı Devletine dâhil olmuşlardır.10 Üçüncü ve son safhada ise 1669’da Girit11 ve 1718 yılında İstendil Adası12 Adalar, Osmanlı idaresine geçtiğinde, buralarda bulunan halka dinlerini koruma ve kendi cemaatlerini ilgilendiren konularda serbest hareket etme hakkı tanınmıştır. Osmanlı topraklarına katılmıştır. 13 Osmanlı İmparatorluğu, halkın din ve eğitim konularındaki işleriyle meşgul olan on iki kişilik mahalli meclislerin faaliyetlerini sürdürmesine de müsaade etmiştir.14 1. Ege Adalarının Türk Egemenliğinden Çıkması Ege Denizi’ndeki adaların tamamı 1830 tarihine kadar Türk egemenliğinde kalmıştır. 1830 yılına kadar kesintisiz olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun hâkimiyeti altında kalan Ege adaları, Yunanistan’ın bağımsızlığını elde etmesiyle beraber Türk egemenliğinden çıkmaya başlamıştır. Trablusgarp Savaşı esnasında İtalya’nın Menteşe Adalarını ve Balkan Savaşları sırasında da Yunanistan’ın belli başlı diğer adaları işgâl etmesi ve bu işgâllerin I. Dünya Savaşı boyunca devam etmesiyle Ege adaları üzerindeki Türk hâkimiyeti fiilen sona ermiştir. 9 Giacomo E. Corretto, Akdeniz’de Türkler, (Çev. Durdu Kundakçı – Gülbende Kuray), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 2000, s. 6-65. 10 Belen, a.g.e., s. 99–101. 11 Erdinç Sancar, 21. Yüzyıl Stratejilerinde Türk Denizcilik Tarihi, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2006, s.29. 12 Ali Kurumahmut-Sertaç Hami Başeren, The Twilight Zones In The Aegean Unforgetten Turkish Islands (Ege’de Gri Bölgeler Unutul(may)an Türk Adaları), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 2004, s.51. 13 Ali Fuat Örenç, “Türk İdaresinde Ege Adaları Tarihi”, Yeni Türkiye Dergisi, Sa.:31, Ankara, 2001, s.327–336. 14 Demogerondia adı verilen on iki kişilik mahalli meclis düzeninde; hareket sahaları son derece sınırlı olan meclisler sadece yerleşik işlere bakarlardı. Bu sistemin, Osmanlı Devleti’nin adalara muhtariyet verdiği gibi anlaşılması yanlış olur. Cevdet Küçük, “Ege Adalarında Türk Egemenliği Dönemi”, Egede Temel Sorun Egemenliği Tartışmalı Adalar, (Yayına Haz. Ali Kurumahmut), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1998, s.75. LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI VE EGE ADALARI 105 I.Dünya savaşı sonrasında İtilaf Devletleri ile Osmanlı Hükümeti arasında 10 Ağustos 1920’de imzalanan ancak hiç bir zaman geçerli olmayan Sèvres (Sevr) Antlaşması ile İç Anadolu’da küçük bir toprak parçası Türklere bırakılmış, Ege adaları da dâhil olmak üzere diğer yerler işgâl devletleri tarafından paylaşılmıştır.15 Osmanlı İmparatorluğu, 6 Nisan 1821’de Mora’da başlayan Yunan İsyanını, Rusya, Fransa ve İngiltere’nin müdahaleleri ve bu devletlerin ortak donanmasının 20 Ekim 1827’de Navarin Limanında demirlemiş durumdaki Osmanlı donanmasını yok etmesi nedeniyle bir türlü bastıramamıştır. Ayrıca, 14 Nisan 1828’de Osmanlı topraklarına saldıran Rusya karşısında başarısızlığa uğrayan Osmanlı İmparatorluğu sonunda 24 Nisan 1830’da Yunanistan’ın bağımsızlığını tanımak zorunda kalmıştır. 1.1. Kuruluşunda Yunanistan’a Devredilen Adalar 16 Yunanistan’ın bağımsızlığını elde etmesinden sonra burada çıkan karışıklıklara müdahale eden Rusya, İngiltere ve Fransa, Bavyeralı Prens Fredrik Otto’nun Yunan kralı olması konusunda anlaşmışlar ve Yunanistan’ın bağımsızlığını garantileri altına almışlardır.17 Yunanistan’ın bağımsızlığını tanıyan Osmanlı İmparatorluğu, Mora ve Attika Yarımadalarını Yunanistan’a bırakmıştır.18 Osmanlı İmparatorluğu ayrıca, Ege Denizi’nde Fatih Sultan Mehmet döneminde 1470’te elde ettiği Eğriboz ve İskiri dâhil Şeytan Adalarını ve Kanuni Sultan Süleyman döneminde 1534–1545 arasında hâkimiyetine aldığı 26° doğu boylamı üzerindeki Yamurgi Adası da dâhil olmak üzere genel olarak Kiklat Adaları diye anılan adaları Yunanistan’a bırakmıştır. Ancak, bu alanlar dışında kalan tüm adalarda Osmanlı egemenliği devam etmiştir.19 1.2. Trablusgarp Savaşı ve İtalya’nın İşgâl Ettiği Adalar 15 Sevr Antlaşması için, Bkz. Nihat Erim, Devletlerarası Hukuku ve Siyasî Tarih Metinleri (Osmanlı İmparatorluğu Andlaşmaları), Cilt I, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, Ankara, 1953, s.525-691. 16 Yunanistan’ın bağımsızlığını elde etmesi ile sonuçlanan isyanlarda Sisam Adası’ndaki Rumlar da büyük rol oynadığından Rusya, İngiltere ve Fransa’nın baskıları ile Osmanlı Devleti bu adaya 10 Aralık 1832 tarihinde muhtariyet vermiştir. Selim Sun, 1897 Osmanlı- Yunan Harbi, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1965, s.9. 17 Sertaç Hami Başeren, Ege Sorunları, Tüdav Yayınları, İstanbul, 2003, s.23. 18 Yunanistan’ın kuzey sınırı; batıda Korent Körfezi tarafındaki Aspropomatos Nehri’nin ağzından doğuda Eğriboz Adası tarafındaki Zeytin Körfezi’ne dökülen Spercheyos Nehri’nin ağzına çizilen hat ile tespit edilmiştir. Sun, a.g.e., s.9. 19 Buradan anlaşılacağı üzere 36º-39º kuzey enlemi ve 26º doğu boylamı ile Yunanistan ana karası arasında kalan coğrafî alan ve Şeytan Adaları dışında, Yunanistan’a verilmiş herhangi bir ada yoktur. Bir başka ifade ile Kiklatlar’dan bu alan dışında kalanlar Yunanistan’a verilmemiştir. Başeren, a.g.e., s.22. 106 FUAT İNCE Avrupalı diğer devletlerden çok sonra; ancak 1870’de millî birliğini tamamlayan İtalya, kendisine ilk yayılma sahası olarak20 zamanla gücünü iyice kaybeden Osmanlı Devleti’nin Kuzey Afrika’daki son toprağını, Trablusgarp’ı hedef almıştır.21 Ekonomik çıkarlarını korumak bahanesiyle 29 Eylül 1911 tarihinde Osmanlı Devleti’ne savaş ilan eden İtalyanlar, Trablusgarp’ta22 beklemedikleri bir direnişle karşılaşmışlar, aylar süren çabalarına rağmen sahilde ancak küçük bir toprak parçasını ele geçirebilmişlerdir.23 Durumun daha da kötüye gitmesini engellemek ve Osmanlı Devleti’ni Trablusgarp’tan çekilmeye zorlamak isteyen İtalyanlar, güçlü donanmaları ile 1912 yılının şubat ve mart aylarında, Beyrut, Trablusşam, İskenderun, Mersin ve Silifke’ye saldırmışlardır. 18 Nisan 1912’de Çanakkale Boğazı ağzını bombalayan İtalyan savaş gemileri, Sisam Adası’na saldırmışlar ve nihayet zayıf Osmanlı donanmasının İstanbul’a yapılabilecek bir saldırıyı önlemek için Çanakkale Boğazı ve Marmara Denizi’ni korumasından istifade ederek 23 Nisan–17 Mayıs 1912 tarihleri arasında Menteşe Adalarını işgâl etmişlerdir. Bu sırada Sırbistan, Bulgaristan, Yunanistan ve Karadağ’ın, Osmanlı Devleti’ne karşı kendi aralarında bir ittifak kurmaları üzerine Osmanlı Devleti Trablusgarp Savaşı’nı sonlandırmak zorunda kalmıştır. Bu savaş sonunda 18 Ekim 1912’de Ouchy (Uşi) Barış Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmayla; Osmanlı Devleti’nin Trablusgarp ve Bingazi’deki askerlerini çekmesinden sonra, İtalya’nın da adalardan çekilmesi hususunda anlaşılmıştır. 24 Antlaşma hükümlerine rağmen Menteşe Adalarından çıkmayan İtalya, bu adaları boşaltması halinde Yunanlıların buraları işgâl edebileceğini ileri sürmüştür.25 20 İtalya, Trablusgarp’tan önce İngilizlerin teşvikiyle 1894’de Habeşistan’ı ele geçirmeye çalışmış; ancak, başarısız olmuştur. Rifat Uçarol, Siyasî Tarih, Seri No:4, II. Baskı, Harp Akademileri Komutanlığı Yayınları, İstanbul, 1982, s. 369. 21 Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasî Tarihi (1914–1990), Cilt I, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1992, s.12. 22 Trablusgarp Savaşı’nda yapılan muharebeler için Bkz. Hamdi Ertuna, 1911-1912 Osmanlı- İtalyan Harbi ve Kolağası Mustafa Kemal, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1984, 203 s. 23 Saim Besbelli – Mustafa Ülman, Türk Silâhlı Kuvvetleri Tarihi Osmanlı Devri 1911- 1912 Osmanlı – İtalyan Harbi (Deniz Harekâtı), Cilt III, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt (ATASE) Daire Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1980, s. 41-45. 24 Kurumahmut – Başeren, a.g.e., s.52-55. 25 Uçarol, a.g.e., s.386-387. Bunun üzerine Osmanlı Devleti, önce Balkan savaşı meselesinin halledilmesini, ardından adalar meselesiyle uğraşılmasını daha mantıklı bulmuş ve bu nedenle adaların Yunanistan’ın eline geçmesindense LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI VE EGE ADALARI 107 nasıl olsa adaları boşaltacağına dair antlaşma imzalayan İtalya’nın elinde, bir süre daha kalmasında sakınca görmemiştir.26 Bulgaristan, Sırbistan, Yunanistan ve Karadağ’ın Trablusgarp Savaşı devam ederken kendi aralarındaki meseleleri bir kenara bırakıp Osmanlı Devleti’ne saldırmak için anlaştıkları daha önce belirtilmişti. 1.3. Balkan Savaşları ve Yunanistan’ın İşgâl Ettiği Adalar 27 Osmanlı Devleti’nden daha güçlü bir deniz kuvvetine28 sahip olan Yunanistan, başta Trakya ve Boğazönü Adaları olmak üzere Ege Adaları’nı işgâl etmeye karar vermiş ve Yunan Donanması, 21 Ekim 1912’de Limni’yi savaşsız teslim almıştır. Yunanistan’ın, Limni Adası’nın ardından on gün sonra 31 Ekim’de Gökçeada, Taşoz ve Bozbaba, ertesi gün Semadirek ve 7 Kasım’da Bozcaada’yı ele geçirmesiyle Trakya ve Boğazönü Adaları fiilen Osmanlı Devleti hâkimiyetinden çıkmıştır. Aynı dönemde, Saruhan Adaları’ndan, İpsara 4 Kasım’da, Ahikerya 14 Kasım’da, Sakız 3 Aralık’ta ve Midilli ise 20 Aralık’ta Yunanlıların eline geçmiştir.29 Balkan Devletleri ile Osmanlı Devleti arasında 3 Aralık 1912’de imzalanan Çatalca Mütarekesinden sonra barış görüşmeleri için Londra’da toplanan, Saint James ve Süfera (Büyükelçiler) Konferanslarının çıkmaza girmesi üzerine Osmanlı Devleti, İngiltere, Fransa, Almanya, AvusturyaMacaristan, Rusya ve İtalya yani altı büyük devletin arabuluculuğunu kabul etmiştir. 30 Ancak, buna rağmen mütarekeye son veren Yunanistan, 13–14 Mart 1913 gecesi Anadolu sahillerinin hemen yanındaki Meis ve 15 Mart 1913’te Sisam Adası’nı ele geçirmiştir.31 26 Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılâbı Tarihi, Cilt II, Türk Tarih Kurumu Yayınları, İstanbul, 1943, s.232-233. 27 Bu sırada Osmanlı Devleti Balkanlarda meydana gelen gelişmeleri çok tehlikeli görmemiş ve Balkan Devletleri’nin ittifak halinde kendisine saldırabileceğini tahmin edememiştir. Hatta zamanın Dışişleri Bakanı Asım Bey, Mebusan Meclisi’nde konu ile ilgili yapılan görüşmeler esnasında 15 Temmuz 1912’de “Balkanlardan vicdanım kadar eminim.” diyebilecek kadar olaylardan habersiz olduğunu göstermiştir. Uçarol, a.g.e., s. 384. 28 Balkan savaşlarında yapılan deniz harekâtı için, Bkz. Afif Büyüktuğrul, Balkan Harbi Tarihi Osmanlı Deniz Harekâtı (1912-1913), Cilt I, Genelkurmay Harb Tarihi Dairesi Yayını, İstanbul, 1965, 242 s. 29 Başeren, a.g.e., s.29. 30 St. James Konferansına Osmanlı Devleti ile diğer Balkan Devletlerinin temsilcileri, Süfera Konferansına ise büyük devletlerin (İngiltere, Fransa, Almanya, Avusturya-Macaristan, Rusya ve İtalya) temsilcileri katılmıştır. Başeren, a.g.e., s.30-33. 31 Meis halkının Yunanistan’a isyan edip Fransızları adaya davet etmesi sonucu; Meis 30 Aralık 1915’te Fransa’nın idaresine geçmiş, ancak Fransa 1 Mart 1921’de adayı İtalya’ya bırakmıştır. Küçük, a.g.m., s.48-63. 108 FUAT İNCE Osmanlı Devleti’nin, Midye-Enez hattının sınır kabul edilmesi ve Ege Adaları konusunun Büyük Devletlere havale edilmesi şartlarını kabul etmesiyle Osmanlı Devleti ile Balkan Devletleri arasında 30 Mayıs 1913’te Londra Antlaşması imzalanmıştır.32 Bu antlaşma ile Girit üzerindeki tüm haklarından vazgeçen Osmanlı Devleti, diğer adaların geleceğini tayin hakkını ise Büyük Devletlere bırakmıştır.33 Yunanistan ile 14 Kasım 1913’te imzalanan Atina Antlaşması ile taraflar 30 Mayıs 1913 tarihli Londra Antlaşması’nın hükümlerine uymayı taahhüt etmişlerdir. Altı büyük devlet, Ege Adaları konusundaki ortak kararlarını, 13 Şubat 1914’te Yunanistan’a ve 14 Şubat 1914’te de Osmanlı Devleti’ne bir nota ile bildirmişlerdir. Buna göre, Gökçeada, Bozcaada ve Meis Adası haricinde, 13 Şubat 1914’te Yunan işgâli altında bulunan adaların, Yunanistan’a verilmesi kararlaştırılmıştır. Büyük Devletler kararında bu adaların silâhlandırılmayacağı, tahkim edilmeyeceği ve askerî amaçlarla kullanılamayacağı kaydı koyulmuştur. Büyük Devletler tarafından çıkarlarının dikkate alınmaması nedeniyle büyük bir hayal kırıklığına uğrayan Osmanlı Devleti, 15 Şubat tarihli cevabî notasında Gökçeada, Bozcaada ve Meis’in iadesini senet kabul edip diğer adalar üzerindeki haklı taleplerini elde etmek için gayret sarf edeceğini bildirmişti. Meselenin bu şekilde çözümlenmesini istemeyen Osmanlı Devleti, Büyük Devletler aracılığıyla çözüm aramak yerine artık adalar konusunda doğrudan Yunanistan ile ikili görüşmeler yapmaya çalışmıştı. Ancak, I. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla bu çalışmalar sonuçsuz kalmış, savaş boyunca adalardaki İtalyan ve Yunan işgâlleri devam etmiştir. Bu adaların Yunanistan’a verilmesi için en büyük gayreti gösteren İngiltere, aslında Yunanistan üzerinden bu adalara sahip olmuştur.34 I. Dünya Savaş’ında, İtalya’nın Almanya’yla beraber hareket etmesini istemeyen İtilaf Devletleri (İngiltere, Fransa ve Rusya), 6 Nisan 1915’te İtalya’yla Londra’da imzaladıkları gizli bir antlaşmayla Menteşe Adaları üzerindeki İtalyan hâkimiyetinin tanınması ve Antalya Bölgesinde İtalya’ya Balkan savaşlarının sonunda Osmanlı Devleti tarihinin en büyük yenilgilerinden birisine uğramış, Meriç Nehri’nin batısındaki bütün Avrupa toprakları ile kuruluşunda Yunanistan’a bırakılan ve Trablusgarp savaşı sırasında İtalyanların işgâl ettiği adalarla beraber diğer Ege Adaları’nı da fiilen kaybetmiştir. 1.4. I. Dünya Savaşı ve Sonrasında Adalar 32 Bilâl N. Şimşir, Ege Sorunu:Belgeler (1913–1914), Cilt II, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1989, s. 14-17. 33 Ahmet Şükrü Esmer, Siyasî Tarih, Maarif Matbaası, İstanbul, 1944, s.420. 34 Şimşir, a.g.e., s.22-29. LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI VE EGE ADALARI 109 haklı bir pay verilmesini kabul etmişlerdir.35 İtalya, bu antlaşmayla istediklerini elde edince İttifak Devletleri olarak adlandırılan Almanya, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı Devleti’ne karşı harbe girmiş ve 22 Ağustos 1915’de Uşi Antlaşması’nın kendisine yüklediği yükümlülükleri feshettiğini ilan etmiştir.36 Savaş boyunca pek çok cephede mücadele etmek zorunda kalan Osmanlı Devleti, müttefikleri ile beraber I. Dünya Savaşı’ndan yenik ayrılmıştır.37 Osmanlı Devleti, 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesi ile ateşkesi kabul etmiştir.38 Sadece bir ateşkes antlaşması olan Mondros Mütarekesi’nin şartları ve bu şartların uygulanması esas barış antlaşmasının ne kadar ağır olacağının göstergesi olmuştur. Bu mütarekenin imzalanmasının ardından İtilaf Devletleri Anadolu’da işgâl hareketlerine girişmişlerdir. Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından yaklaşık olarak iki yıl sonra Osmanlı Devleti Hükümeti ile İtilaf Devletleri arasında 10 Ağustos 1920’de Sèvres (Sevr) Antlaşması39 imzalanmıştır. Bu antlaşma ile İç Anadolu’da küçük bir toprak parçası Türklere bırakılmış, Ege adaları da dâhil olmak üzere diğer yerler işgâl devletleri tarafından paylaşılmıştır. Ancak işgâlleri kabul etmeyen Türk Milleti Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde Millî Mücadele’yi başlatmış ve İstiklâl Savaşı Millî İrade’nin temsil edildiği Büyük Millet Meclisi tarafından yürütülmüştür. Büyük Millet Meclisi 19 Ağustos 1920 tarihinde Sevr Antlaşması’nı tanımadığını ve bu antlaşmayı imzalayanlarla kabul edenlerin hain olduğunu ilan etmiştir.40 35 1915 İtalyan-İngiliz/Rus/Fransız Gizli Antlaşması ve savaş boyunca yapılan diğer gizli antlaşmalar olan, 1915 Rus-İngiliz/Fransız Antlaşması, Sykes-Picot (İngiliz-Fransız) Antlaşması, Petrograt Protokolü ve Saint Jean de Marienne Antlaşmaları için Bkz. Uçarol, a.g.e., s.416-420. 36 Küçük, a.g.m., s 60. 37 28 Ağustos 1916’da Romanya ve 2 Nisan 1917’de Amerika Birleşik Devletleri (ABD) İtilaf Devletlerinin yanında savaşa girmişlerdir. 26 Haziran 1917’de ise Yunanistan Osmanlı topraklarından pay elde edebilmek için savaşın sonlarına doğru İttifak Devletlerine karşı savaşa girmiştir. Uçarol, a.g.e., s.423-426. 38 Mondros Ateşkes Antlaşması ve antlaşma maddelerinin uygulaması için Bkz. Tevfik Bıyıklıoğlu, Türk İstiklâl Harbi I Mondros Mütarekesi ve Tatbikatı, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1992, 323 s. 39 Yunanistan Sevr Antlaşması görüşmeleri devam ederken Menteşe Adaları’nın kendisinin hakkı olduğunu ileri sürerek bu adaların İtalya’ya bırakılmasını engellemeye çalışmış, hatta Sevr Barış Antlaşması’nın imzalanmasını geciktirmiştir. Bunun üzerine Venizelos ile İtalya’nın Paris büyükelçisi Bonin arasında, Sevr Antlaşması’nın uygulamaya konulmasının ardından yürürlüğe girmesi şartı ile bir antlaşma yapılmıştır. Bu antlaşma ile İtalya, Rodos ve Meis hariç işgâli altındaki tüm adaları Yunanistan’a bırakmaya razı olmuştur. Ancak bu antlaşma da Sevr Antlaşması gibi hiçbir zaman uygulamaya koyulamamıştır. Başeren, a.g.e., s. 35-36. 40 Hasan Dinçer, “Genelgeler ve Kongreler Dönemi”, Başlangıcından Günümüze Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, (Ed.Temuçin Faik Ertan), Siyasal Kitapevi, Ankara, 2011, s.120. 110 FUAT İNCE Gerçekten de İtilaf Devletleri’nin, Ermenilerin ve Yunanlıların talep ve arzularını karşılayabilecek tek uluslararası düzenleme, hiçbir zaman yürürlülüğe girmemiş olan Sevr Antlaşması’dır. İstiklâl Harbi’nde, Doğu Cephesi’nde Ermenilerin, Batı Cephesi’nde de Yunanlıların mağlup edilmesiyle bu antlaşmanın hiçbir hükmü kalmamıştır. 2. Lozan Konferansı ve Lozan Barış Antlaşması’nda Ege Adaları I. Dünya Savaşı’nın sonunda, Osmanlı Devleti’nin fiili varlığına son veren 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesi ve bu mütarekenin ardından imzalanan 10 Ağustos 1920 tarihli Sevr Antlaşması ile Osmanlı Devleti, Ege Denizi’nde bulunan tüm adalar üzerindeki egemenlik haklarından vazgeçmiştir.41 Bu antlaşma Avrupa devletlerinde tarihî Şark Meselesi’ni42 istedikleri gibi çözümledikleri Yunanistan’da ise Megali İdea43 Ancak, 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’da Anadolu’ya ayak basmasıyla başlayan ve büyük fedakârlıklarla yürütülen üç yıllık bir mücadeleden sonra Anadolu işgâline son verilmiştir. 26 Ağustos 1922’de başlayan Büyük Taarruz ve 30 Ağustos’taki Başkumandanlık Meydan Muharebesi sonunda Batı Anadolu’nun Yunan işgâlinden kurtarılmasının ardından Türk ordusu Yunanlıların elinde bulunan Doğu Trakya ve İtilaf Devletleri’nin kontrolü altındaki İstanbul ve Boğazların kurtarılması için ileri harekâtına devam etmiştir. Bu durum karşısında hedeflerine büyük oranda ulaştıkları düşüncesini sağlamıştı. 41 Sevr Antlaşması’nın seksendördüncü maddesi ile Gökçeada ve Bozcaada ile Semadirek, Limni, Midilli, Sakız, Sisam, Ahikerya, Taşoz, Bozbaba ve İpsara adaları Yunanistan’a verilirken, yüzyirmiikinci maddesi ile de Meis Adası ile İtalyan işgâlindeki Menteşe Adaları; İstanbulya, Rodos, Herke, Kerpe, Kaşot, İlyaki, İncirli, Kilimli, İleriye, Batnoz, Lipso, Sömbeki ve İstanköy, tâbi adacıklar ile beraber İtalya’ya bırakılmıştır. Yüzyetmişyedinci madde Yunanistan’a bırakılan adaların silahsızlandırılmasını içeriyordu. Yüztetmişsekizinci madde ile Boğazlar mıntıkasına dahil edilen Semadirek, Limni, Gökçeada, Bozcada ve Midilli’de Yunanistan; İtilaf Devletleri’nden habersiz yol inşa edemeyecek, ayrıca bu adalardaki Yunan jandarması Boğazlar mıntıkasındaki işgâl kuvvetleri komutanlığına bağlı olacaktı. Ayrıca Sevr Antlaşması’nın yüzotuzikinci maddesi zaten genel nitelikte bir toptan feragat hükmü niteliğindeydi. İbrahim Sadi Öztürk, Türklüğün İdam Fermanı Sevr Antlaşması, Fark Yayınları, Ankara, 2007, s.23-264. 42 Şark Meselesi, genel olarak büyük devletlerin Osmanlı İmparatorluğu’nu önce üzerinde çeşitli çıkarlar elde etmek suretiyle zayıflatmak, bu arada devletin Avrupa’daki topraklarını ele geçirerek kendi aralarında paylaşmak ve Türkleri Avrupa’dan çıkartmak ve daha sonra Osmanlı İmparatorluğu’nu tamamen ortadan kaldırmak amacıyla yürüttükleri politikanın genel adıdır. Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, Cilt V, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1983, s.203-204. 43 Megali İdea ile Büyük Yunanistan’ın Tuna ve Fırat Nehirleri arasında bulunan topraklarda kurulması amaçlanmıştır. Yunan istekleri için, Bkz. La Gorce, Çağlar Boyu Yunanlılar İstanbul, Belge Yayınları, 1986, s.359-361. LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI VE EGE ADALARI 111 dominyonlarından ve Avrupalı müttefiklerinden yardım talep eden İngiltere’nin bu isteğine Yeni Zelanda haricinde olumlu cevap veren olmamıştı. Bunun üzerine İngiliz General Harrington askerlerinden Türk birlikleri Çanakkale’ye saldırmadıkça çatışmaya girilmemesini istemiştir. İzmir’de Fransız Franklin Boulin’le görüşen Mustafa Kemal Paşa’nın da askeri harekâtın durdurulmasını kabul etmesiyle 3 Ekim 1922’de Mudanya’da başlayan ateşkes görüşmeleri 11 Ekim’de uzlaşmayla sonuçlanmış ve mütareke metni imzalanmıştır. Görüşmelerde TBMM Hükümeti İsmet Paşa, İngiltere General Harrington, Fransa General Charpy ve İtalya General Monbelli tarafından temsil edilmişlerdir. Yunanistan temsilcileri General Mazarakis ve Albay Sarıyanis görüşmelere katılmayıp gelişmeleri bir gemiden izlemişlerdir. Mudanya Mütarekesi ile Türk-Yunan çatışması sona erdirilmiş, Doğu Trakya savaş yapılmadan kurtarılmış, Mondros Mütarekesi yok sayılmış, Fransa’nın ardından İngiltere ve İtalya da TBMM Hükümetinin varlığını kabul etmiştir. Mudanya Mütarekesini kabul etmek istemeyen Yunanistan sonuçta 14 Ekim’de mütarekeyi imzalamak zorunda kalmıştır. Doğu Trakya’nın teslim alınması ve orada Türk idaresinin kurulması için TBMM tarafından görevlendirilen Refet Paşa 19 Ekim’de İstanbul’a girmiş ve halk tarafından coşkuyla karşılanmıştır.44 Mudanya Mütarekesi’nin imzalanmasının ardından sıra barış görüşmelerine gelmişti. Türk tarafı barış görüşmelerinin İzmir’de yapılmasını istemiş ancak İtilaf Devletleri bu teklife sıcak bakmamışlar ve barış konferansının 13 Kasım’da İsviçre’nin Lausanne (Lozan) kentinde başlaması konusunda aralarında anlaşmışlardır. İtilaf Devletleri bu kararlarını 22 Ekim 1922 tarihli bir notayla hem TBMM Hükümetine hem de İstanbul Hükümetine bildirmişlerdir. Böylece konferansta Türk ulusunun hangi hükümet tarafından temsil edileceği sorunu ortaya çıkmış, ancak bu sorun 1 Kasım 1922’de TBMM tarafından Saltanatın kaldırılması ve bunun üzerine İstanbul Hükümeti’nin istifa etmesiyle aşılabilmiştir. İtilaf Devletleri de bu durumu kabul etmişlerdir. Konferansta Türk Heyeti Başkanlığının kimin tarafından yapılacağı meselesi ise Mustafa Kemal Paşa tarafından İsmet Paşa’nın Heyet Başkanı olması yönünde karar almasıyla çözülmüştür. Bu kararın alınmasında İsmet Paşa’nın, Mustafa Kemal Paşa’nın talimatlarına harfiyen uyacak kadar güvenilir bulunması ve bunu Mudanya’da yapılan ateşkes görüşmeleri sırasında kanıtlaması, Osmanlı diplomasi geleneğinden gelmeyen ve Batılılar karşısında eziklik hissetmeyen yeni tip bir devlet adamı olması önemli etkenler olmuştur. Lozan Barış Konferansının Hariciye Vekilleri (Dışişleri Bakanları) seviyesinde 44 Ertan, Temuçin Faik, “Mudanya Mütarekesi’nden Lozan Barış Antlaşması’na”, Başlangıcından Günümüze Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, (Ed.Temuçin Faik Ertan), Siyasal Kitapevi, Ankara, 2011, s.145-146. 112 FUAT İNCE toplanacak olması nedeniyle İsmet Paşa Yusuf Kemal Bey yerine Hariciye Vekilliğine getirilmiştir. Vekiller Heyeti tarafından İsmet Paşa Baş delege ve Dr. Rıza Nur Bey İkinci delege olarak görevlendirilmişlerdir. Diğer delege ise eski iktisat vekili Hasan Bey olarak belirlenmiştir. Bu isimlere ek olarak geniş bir danışmanlar heyeti de oluşturulmuştur. 45 Böylece kazandığı büyük zaferi ile Avrupa Devletleri’ni tekrar barış masasına oturma zorunluluğu getiren yeni Türk Devleti bu defa kendi müzakere edeceği meseleleri belirleyen bir program hazırlamış on dört maddeden oluşan bu programın onuncu maddesinde Anadolu sahillerine yakın olan adalar hususu ele alınmıştır.46 Lozan Barış Konferansı 13 Kasım 1922’de başlaması gerekirken gecikmeli olarak 20 Kasım 1922’de başlamıştır. 2.1.Lozan Konferansı’nda Ege Adaları 47 Konferansa İngiltere Lord Curzon, Fransa Barrère, İtalya ise Garoni başkanlığındaki heyetlerle katılmıştır. Konferansta Yunanistan Venizelos tarafından temsil edilirken Çiçerin başkanlığındaki bir Sovyet heyeti de Boğazlarla ilgili görüşmelere katılmak için Lozan’a gelmiştir. Görüşmelerin herhangi bir sıkıntıyla karşılaşılmadan geçeceğini düşünen İtilaf Devletleri’nin temsilcileri daha ilk günde yapılan konuşmalar neticesinde bu düşüncelerinde yanıldıklarını anlamışlardır. Türk heyeti elde edilen askeri zafer sonrasında imzalanan Mudanya Mütarekesini esas almış ve Misak-ı Millî gibi bir belgeyi de kullanarak masaya galip taraf olarak oturduğunu her fırsatta dile getirmiştir. Buna karşılık İtilaf Devletleri ise Konferansı Türk Milli Mücadelesinin bir sonucu değil de Birinci Dünya Savaşı’nın bir devamı olarak görmüşler, bu nedenle de galip tarafın kendilerinin olduğunu iddia etmişledir. İtilaf Devletleri ayrıca Mondros Mütarekesi’nin esas alınması gerektiğini vurgulamışlardır.48 İngiliz delegesi Lord Curzon’un başkanlığında görüşmelere başlanan barış konferansının beşinci günü öğleden sonra Ege Denizi’ndeki adalar sorunu görüşülmeye başlanmıştır.49 45 Ertan, a.g.m.,s.147-150. 46 Küçük, a.g.m., s. 65. 47 Türkiye’nin bu konferanstan beklentisi Misak-ı Millî hedeflerine ulaşmak olmuştur. Ali Naci Karacan, Lozan Konferansı ve İsmet Paşa, III. Baskı, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1993, s.5. Misak-ı Millî Kararları için, Bkz. Alev Coşkun, Kuvayı Milliye’nin Kuruluşu – En Uzun 15 Gün / Ödemiş Direnişi, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul, 2005, s. 276. 48 Ertan, a.g.m.,s.151-152. Görüşmelerde Lord Curzon tarafından 49 25 Kasım 1922 saat 15.00’da başlayan oturumda Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Fransa, Yunanistan, İtalya, Japonya, Romanya, Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı ve Türkiye temsilcileri hazır bulunmuşlardır. Oturumda hazır bulunanlar için Bkz. Seha L. Meray LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI VE EGE ADALARI 113 ilk söz İsmet Paşa’ya verilmiştir. İsmet Paşa, coğrafya bakımından Küçük Asya’ya (Anadolu’ya) bağlı parçalar olan Akdeniz ve Ege Denizi adalarının Anadolu’nun huzuru ve güvenliği için büyük bir önem taşıdıklarını söyleyip bu adaların kıyıdan az uzaklıkta ve karasuları içinde bulunan adalarla, büyük adaları kapsadığını belirtmiştir. Anadolu’nun tamamlayıcı birer parçası olan adaların Türkiye’nin egemenliği altına konulmalarının bir zorunluluk olduğunu ifade eden İsmet Paşa ayrıca, Gökçeada ile Bozcaada’nın ve Semadirek Adası’nın Türkiye’ye verilmesini talep etmiştir.50 Limni, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikerya (Ahikerya) adalarının Türkiye’nin güvenliği açısından hayati bir önem taşıdığını ve bu adaların iktisadi açıdan Anadolu ile birleşmelerinin zorunlu olduğunu ifade eden İsmet Paşa, işte bu yüzden Büyük Devletlerin bu adaların Yunanistan’a bırakılma kararının Türkiye tarafından kabul edilmediğini belirtmiştir. Adalarla ilgili kararların alınmasında ilgili tarafların çıkarlarının gözetileceği şartı bulunmasına rağmen Büyük Devletler tarafından teklif edilen çözüm Türkiye’yi tatmin etmemiştir. Yunanistan’ın Anadolu üzerindeki emperyalist emelleri artık bütün dünya tarafından öğrenilmiştir. Anadolu’da bir Yunan İmparatorluğu kurmak için kendi ülkesinde yapmacık tutkular yaratan Yunanistan’ın elinde bu adaların nasıl bir sorun yarattığı Türkiye tarafından görülmüştür. Böyle olunca bu adalar tam anlamıyla askerlikten arındırılmalıdır. Bu adalarda bulunan istihkâmlar ve bataryalar yok edilmeli, silahlar sökülmeli, yeni tahkimat yapılmamalı, bu adalar deniz üssü olarak kullanılmamalı, uçaklar getirilmemeli, uçaklar için buralarda hangarlar yapılmamalıdır. Söz konusu adalarda asayiş sağlamaya yetecek sayıda jandarmadan başka hiçbir silahlı kuvvet bulunmamalıdır. Bundan başka bu adalar halkı kışkırtıcılara yataklık etmemeli, kaçakçılara sığınak olmamalıdır. Son olarak bu konularda kabul edilecek yükümlerin her zaman geçerli olacağı Türkiye’ye garanti verilmelidir. İsmet Paşa’ya göre bu adaların tarafsız ve bağımsız bir siyasal varlıkları olmalıdır.51 İsmet Paşa’nın bu talepleri karşısında Yunan Heyeti Başkanı Venizelos, ilk olarak uzun süre Yunan egemenliği altında bulunan Ege adaları ile henüz uluslararası bir antlaşmaya konu olmamış adaları ayrı tutmak gerektiğini belirtmiştir. İsmet Paşa’nın konuşmasından ikinci grupta yer alan adaların Türkiye tarafından istendiğini anladığını söyleyen Venizelos, bu adalarda (Çev.)., Lozan Barış Konferansı: Tutanaklar-Belgeler, Tk.I, C.I, K.I, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2001, s.99. 50 İsmet Paşa, Türkiye’nin karasularındaki küçük adaları Anadolu’nun asayişi için istemişken Gökçeada ve Bozcaada’yı 14 Şubat 1914 tarihli Altı Büyük Devlet kararına dayanarak, Semadirek Adası’nı da Çanakkale Boğazı’nın karşısında olduğu için talep etmiştir. Karacan, a.g.e., s.90. 51 Meray, a.g.e., s.100. 114 FUAT İNCE yaşayan halkın çoğunluğunun Rum olduğunu, sadece İstanköy, Bozcaada ve Rodos’ta çok az sayıda Türkün yaşadığını, halkı Rum olan yerlerin Türkiye’ye bırakılmasının Türkiye’nin çıkarlarına uygun düşmediğini vurgulamıştır. Bu adaların Türkiye’den başka bir devletin elinde olması Türkiye’nin güvenliğini tehlikeye sokmayacağını iddia eden Venizelos bu adaları almak isteyen Türkiye’nin kalabalık bir Rum nüfusu da egemenliği altına almakla nasıl bir çıkar sağlamış olacağını anlayamadığını söylemiştir. Bu adaların askerlikten arındırılması konusunun incelenmesini kabul ettiklerini; fakat ne olursa olsun Gökçeada ve Bozcaada dâhil uzun süreden beri Türkiye’nin olmaktan çıkmış topraklar üzerinde Türk egemenliğinin yeniden kurulmasının söz konusu olamayacağını söylemiştir. Gökçeada ve Bozcaada’nın Çanakkale Boğazına yakınlıkları nedeniyle bu iki adada Yunan egemenliğine kısıtlamalar getirilmesine razı olduklarını ifade eden Venizelos, ancak bu konunun Çanakkale’nin askerlikten arındırılması sorunu birlikte ele alınması istemişti.52 Daha sonra söz alan oturum başkanı ve İngiliz Baş Delegesi Lord Curzon, bu sorunu müttefik meslektaşları ile görüştüğünü, kendi adına olduğu kadar onlar adına da konuşacağını belirtmiştir. Sorunu öncelikle salt hukuk yönüyle incelemek istediğini ifade eden Lord Curzon, bu adaların kaderlerinin saptanmasının İsmet Paşa’nın söylediğinin aksine Büyük Devletlere hiç bir şart olmaksızın bırakıldığını, Büyük Devletlerin Menteşe Adalarının durumunu görüşmediğini çünkü bu adaların geçici kaderinin Türkiye ve İtalya arasındaki Uşi Antlaşması ile saptanmış olduğunu ve netice itibarıyla Gökçeada, Bozcaada ve Meis dışındaki tüm adaların Yunanistan’a bırakıldığını söylemiştir. Lord Curzon ayrıca bu durum karşısında Osmanlı Hükümeti’nin belirli bir tutum göstermediğini, sadece üzüntülerini bildirdiğini Gökçeada ve Bozcaada konusundaki Büyük Devletlerin kararını resmen öğrenmiş olduğunu belirtmiştir.53 İsmet Paşa, Çanakkale Boğazı’na yakın olmaları nedeniyle Büyük Devletler tarafından Türkiye’ye bırakılması teklif edilen Gökçeada ve Bozcaada’nın yanı sıra Semadirek adasının da Türkiye’ye bırakılmasını, Yunanistan’a verilmesi teklif edilen tüm adaların özellikle de Limni, Midilli, Sakız ve Nikeya’nın Yunanistan’dan alınarak özel bir rejim altına konulmalarını istemiştir. Venizelos’un bu adaların yalnız askerlikten arındırılmalarının söz konusu olabileceğini ifade etmesi üzerine Rıza Nur Bey buna itiraz etmiş adaların tarafsız ve bağımsız bir siyasal varlıkları olması gerektiğini belirtmiştir. Lord Curzon, adaların Türkiye’ye 52 Meray, a.g.e., s.101. 53 Meray, a.g.e., s.102. LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI VE EGE ADALARI 115 verilemeyeceğini, onlara bir çeşit siyasal özerklik verilmesinin gerek hukuk gerekse uygulama açısından büyük güçlükler doğuracağını ve bu adaların meşru sahibinin Yunanistan olduğunu söylemiştir. Ayrıca Türk tarafı bu adalarda bir plesibit yapılmasını düşünmekteyse nüfusu bütünüyle Rum olan bu adaların Yunanistan’ı seçeceğinin bilinmesini istemiştir. Ancak Türk tarafının böyle bir plesibit istemediğini bunun yerine özerklik biçiminde bir çeşit anayasa denemesine girişilmesini istediğini söyleyen Lord Curzon, özerklik uygulamasının daha önce Sisam ve Girit’te denendiğini ama bunun sonucunun cesaret vermekten çok hep uyarıcı nitelikte olduğunu belirtmiştir. Özerklik uygulamasının adalarda iç çekişmeler, kanlı ayaklanmalar ve genel bir anarşiye sebep olduğunu ifade eden Lord Curzon, bu bakımdan Sisam ve Girit örneklerinin Türk tarafının tekliflerinin kabul edilmemesi için yeterli uyarılar olduğunu vurgulamıştır. İsmet Paşa’nın çok kesin şartlar altında askerlikten arındırmaya ilişkin ikinci isteği hakkında çok şeyler söylenebileceğini belirten Lord Curzon, Gökçeada, Bozcaada ve Semadirek adası ile diğer adalar arasında ayrım gözetilmesini istemiştir. İlk üç adanın Boğazların serbestliği konusuyla birlikte incelenebileceğini ifade eden Lord Curzon, diğer adaların ise Türkiye’nin güvenliğini tehdit etmediğini, savaş süresince Yunanlıların bu adaları askeri üs olarak kullanmadığını belirterek, görüşlerini; Gökçeada, Bozcaada ve Semadirek adasının kaderi Boğazların serbestliği sorunuyla bağlantılı olarak incelenmelidir, geçmiş tecrübeler göz önünde bulundurularak adalara özerklik verilmesi teklifi reddedilmelidir ve bu adaların Yunanistan’dan ayrılması söz konusu olmasa bile bunların askerlikten arındırılması sorunu incelenebilir şeklinde toparlamıştır.54 İsmet Paşa, başkanın önce Gökçeada, Bozcaada ve Semadirek adasının egemenliği konusundaki düşüncesini açıkça ortaya koymasını umduğunu belirterek adaların askerden arındırılma konusunun alt komisyonda incelenmesine razı olduğunu belirtmiştir. Ancak Lord Curzon, bu üç ada üzerindeki egemenliğe ilişkin olarak ne karar alınabileceğini söyleyecek durumda olmadığını, askerlikten arındırma sorununu incelemekle görevli alt komisyon kurulduğu zaman bu komisyondan egemenlik sorununu da incelenmesinin istenebileceğini düşündüğünü belirtmiştir. Venizelos, Semadirek adasının egemenliği konusunun zaten çözülmüş olduğunu belirterek bu adayla ilgili tek sorununun ne ölçüde askerlikten arındırılacağı olduğunu söylemiştir. Lord Curzon, İsmet Paşa’ya üç ada dışındaki adaların askerlikten arındırılması sorununun ertelenmesini isteyip istemediğini sorarak, Gökçeada ve Bozcaada üzerindeki egemenlik sorunun ileride görüşüleceğini ve diğer adaların Yunanistan’a ait olduğuna dair müttefiklerin görüşlerini daha önce birdirmiş olduğunu belirtmiştir. İsmet 54 Meray, a.g.e., s.103. 116 FUAT İNCE Paşa, Venizelos ve Lord Curzon’un iddialarına cevap verme saklı tuttuğunu söylemiştir. Fransız heyetinin başkanı M. Barrère, adalara özerklik verilmesi konusunun kabul edilmediğini ve Gökçeada ile Bozcaada üzerindeki egemenlik konusunun askıda olduğunu belirterek bunların dışında komisyonun konuyu bütünüyle incelenmek üzere alt komisyona gönderilebileceğini söylemiştir. İtalyan M.Lago’nun alt komisyonun ele alacağı adaların hangi adalar olacağını sorması üzerine Lord Curzon bu adaların yalnız Venizelos’un saydığı adalar olduğunu belirtmiştir. Sonuç olarak; Gökçeada ve Bozcaada’nın egemenliği sorununun ve bu adalarla Semadirek adasının askerlikten arındırılmasının Boğazlar sorunu görüşüleceği zaman toplanacak uzmanlar alt komisyonuna havale edilmesine, Sakız, Midillli, Limni, Sisam ve Nikerya adalarının askerlikten arındırılmasına gerek olup olmadığına, gerekli ise bunun ne ölçüde yapılmasının uygun olacağının incelenmesinin de bu alt komisyona havale edilmesine karar verilmiştir. Türk heyeti Gökçeada ve Bozcaada’nın egemenliğinin görüşme konusu yapılmasına çekince öne sürmüştür.55 Adalar konusunun ele alındığı ilk görüşmeler böylece sona ermiş, bu görüşmelerde Yunan işgâli altındaki adalar hakkında görüşmeler yapılmış olup İtalyan işgâlindeki Menteşe Adaları ile ilgili müzakere yapılmamıştır. Komisyon kararı gereğince kurulan alt komisyon üç günde çalışmalarını tamamlayarak 28 Kasım 1922’de raporunu hazırlamıştır. Söz konusu komisyon, adaların askerden arındırma tedbirlerinin alınmasın ve ayrıca Limni adasının da Gökçeada, Bozcaada ve Semadirek adası gibi Boğazlar sorunu ile birlikte incelenmesinin uygun olacağı kararını almıştır. Alt komisyondaki Türk temsil heyeti askerden arındırma sınırının daha geniş tutulması ve Limni adasının kimin egemenliği altına konulacağının da Boğazlar sorunu incelenirken ele alınmasını isteyen çekinceler koydurmuştur. İsmet Paşa’nın Gökçeada ve Bozcaada üzerindeki Türk egemenliğinin tartışma konusu yapılmasını kabul etmeyeceğini belirtmesi üzerine Lord Curzon, bu adaların egemenliği konusunun alt komisyon raporunu hazırlayana kadar görüşülmeyeceğini söylemiştir. İsmet Paşa ise bir kez daha bu konudaki çekincesinden vazgeçmeyeceğini ifade etmiştir. 56 Alt Komisyon Raporu 29 Kasım Çarşamba günü saat 16.30’da Uşi Şatosunda Lord Curzon’un başkanlığında toplanan komisyonda tartışılmaya 55 Meray, a.g.e., s.104. 56 Limni, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikerya Adalarının Askerlikten Arındırılması Sorununu İncelemek Üzere Toplanmış Uzmanlar Alt Komisyonunun Raporu için Bkz. Meray, a.g.e., s.114-116. LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI VE EGE ADALARI 117 başlanmıştır. İsmet Paşa, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikerya adaları ile ilgili olarak Alt Komisyon Raporundaki Türk çekincelerini dile getirip bu adalarda uçak ve askeri kuvvet bulundurulmasının yasaklanmasını istemiştir. İsmet Paşa ayrıca Gökçeada, Bozcaada, Semadirek ve Limni adalarına ilişkin sorunların Boğazlar sorunuyla ele alınmasının uygun olacağını ifade etmiştir. Yunan temsilci M.Kaklamanos, Limni ve Semadirek adalarının egemenliğinin tartışılmasının söz konusu olamayacağını ifade ettikten sonra 1913’ten itibaren Yunan işgâli altında bulunan ve nüfusu Rum olan Gökçeada ve Bozcaada’nın da Yunanistan’a verilmesi gerektiğini belirtmiştir. İsmet Paşa, Gökçeada ve Bozcaada’nın Türkiye’ye ait olduğunu belirtip Boğazlar bakımından bu iki adayla aynı konumda olan Semadirek adasının da Türkiye’ye verilmesini istemiştir. İsmet Paşa ayrıca Limni adasının da komşu diğer adalarla aynı rejime bağlanması gerektiğini, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikerya adalarının Yunanistan’a bağlanmasının resmi yoldan hiç bir zaman kabul edilmediğini belirtmiştir. Kaklamanos, Semadirek ve Limni adaları ile Midilli, Sakız, Sisam ve Nikerya adalarının egemenliği hususunun tartışma konusu olmadığını asıl meselenin Gökçeada ve Bozcaada’nın egemenliği ile adaların askerden arındırılması olduğunu belirtmiştir. İsmet Paşa da Alt Komisyon Raporunda Limni ve Semadirek adalarının Boğazlar sisteminin bir parçası olarak kabul edilmesi nedeniyle bu adalar üzerindeki egemenlik konusunun da Boğazlar sorunuyla birlikte ele alınmasının uygun olacağını ifade etmiştir.57 Lord Curzon Gökçeada, Bozcaada, Semadirek ve önceki görüşmelerde Türkler tarafından unutulmuş olduğunu iddia ettiği Limni adasının egemenliği konusunun Boğazlar sorunu ile ele alınamayacağını, Boğazlar sorunu görüşülürken bu adaların askerden arındırma meselesinin görüşülebileceğini, Semadirek ve Limni adalarının kesinlikle Yunanistan’a ait olduğunu ve Gökçeada ile Bozcaada’nın da Rum nüfusları nedeniyle Yunanistan’a ait olması gerektiğini belirtmiştir. İsmet Paşa, Gökçeada, Bozcaada ve Meis’in egemenliği konusunun tartışılmasına gerek olmadığını, Semadirek adasının Boğazlar sistemine bağlanmasının şart olduğunu, Anadolu kıyılarına yakın adalar için etkin bir askerden arındırma işleminin tesis edilerek bu adaların tarafsız ve bağımsız birer siyasi varlık olarak ortaya çıkmalarının gerektiğini vurgulamıştır. İsmet Paşa ayrıca önceki görüşmelerde Türk tarafının Limni’yi anmamış olmasının bu adayı unutmuş olmasından değil bu adanın da diğer adalar gibi etkin bir şekilde askerlikten arındırılacağını düşündüğü için olduğunu söylemiştir. Bunların yanı sıra İsmet Paşa, bu adalardaki Rum nüfusun söz konusu adaların Çanakkale Boğazı sisteminde yer almalarından dolayı hiçbir öneminin olmadığını 57 Meray, a.g.e., s.107-108. 118 FUAT İNCE belirterek Batı Trakya’da Türk çoğunluğun olmasına rağmen coğrafi ve siyasi zorunlulukların etnik nitelikteki düşüncelere üstün tutulduğunu hatırlatmıştır. Adalar konusunda 29 Kasım1922’de yapılan ikinci oturumun sonunda Midilli, Sakız, Sisam ve Nikerya adalarının askerden arındırılmaları konusunun Uzmanlar Alt Komisyonundaki haliyle kabul edilmesine karar verilmiştir. Fakat Türk tarafı, uçakların ve silahlı birliklerin bulundurulması konusunda çekince öne sürmüştür.58 Konferansta adalar sorunu da dâhil olmak üzere pek çok konuda anlaşma sağlanamamış olmasına rağmen İngiltere, Fransa ve İtalya kendi istekleri doğrultusunda yüz elli sayfa, yüz altmış madde ve dokuz ek sözleşmeden oluşan bir antlaşma metni hazırlayarak 30 Ocak 1923’te Türk heyetine vermişlerdir.59 Adalarla ilgili olarak, Gökçeada ve Bozcaada haricindeki diğer Boğazönü Adaları; Limni ve Semadirek ile Saruhan Adaları; Midilli, Sakız, Sisam ve Ahikerya’nın askerden arındırılarak Yunanistan’a bırakılmasına dair hükümler60 bulunan bu antlaşma metni genel olarak, Sevr Antlaşması’ndan çok da farklı olmadığından İsmet Paşa tarafından kabul edilmemiştir. İsmet Paşa’nın, müttefiklerin hazırladığı antlaşma metininin tam yirmialtı noktasına itiraz etmesi üzerine müttefikler, kendi aralarında toplanarak metinde bazı değişikler yapmışlar ve Türk Heyeti’nden antlaşmanın bu haliyle kabul edilmesini istemişlerdir. Müttefiklerin verdiği yani antlaşma taslağını da beğenmeyen İsmet Paşa 4 Şubat 1922’de antlaşmada değişiklikler yapılmasını istediği hususları tekrar müttefiklere iletmiş; ancak, Türk teklifleri müttefik devletler tarafından yine kabul edilmemiştir.61 Tarafların anlaşamaması üzerine Lozan Konferansı sona ermiş, 6–7 Şubat 1923’te Lozan’dan ayrılan İsmet Paşa 20 Şubat’ta Ankara’ya dönmüştür. Gelinen aşamanın TBMM’de görüşülmesinin ardından müzakereler hususunda gerekli yetkileri alan İsmet Paşa, İngiltere, Fransa ve İtalya tarafından hazırlanan antlaşma metninde kabul ettiği ve değişiklik yapılmasını istediği maddeleri açıkça yazarak adı geçen devletlere bildirmiştir. İsmet Paşa, hazırladığı teklifinde adalarla ilgili olarak Bozcaada yakınlarındaki Merkep Adaları’nın ve Anadolu sahillerine çok yakın olan Meis Adası’nın Türkiye’ye bırakılmasını istemiş, İtalya ve Yunanistan’a verilen adaların Osmanlı borçları ile ilgili duyunu umumiye hisselerine bu 58 Meray, a.g.e., s.108-113. 59 Karacan, a.g.e., s.181. 60 Yukarıda bahsedilen adaların haricinde bu antlaşma metninin ondördüncü maddesi Türkiye’ye bırakılan Gökçeada ile Bozcaada’da mahalli idare kurulmasını, onbeşinci maddesi ise İtalya’nın işgâli altındaki Menteşe Adaları’nın ve Meis Adası’nın bu devlete bırakılmasını öngörmüştür. Küçük, a.g.m., s.70-71. 61 Karacan, a.g.e., s.190-203. LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI VE EGE ADALARI 119 adaların İtalya ve Yunanistan tarafından işgâl edildikleri tarihten itibaren adı geçen devletlerin iştirak etmelerini talep etmiştir.62 Türkiye’nin bu talep ve teklifleri üzerine 23 Nisan 1923’te Lozan Konferansı’nın tekrar toplanması kararlaştırılmıştır. Bu sefer konferanslarda oturum başkanlığını İngiliz Başdelegesi olarak görevlendirilen Sir Horace Rumbold63 yapmıştır. Konferans sırasında; Yunanlılar, kendilerine bırakılan adaların hisselerine düşen Osmanlı borçlarını bu adaları işgâl ettikleri 1912’den itibaren üstlenmeyi kabul etmişken, İtalya Menteşe Adaları’na düşen hisse ile ilgili olarak yapılan görüşmelerde bu borcu üstlenemeyeceğini belirtmiştir. Yapılan görüşmelerde Merkep Adaları’nın64 62 Karacan, a.g.e., s. 211-212. 63 23 Nisan 1923’te başlayan II. Lozan Konferansı’nda İngiltere’nin, Lord Curzon’un yerine İstanbul Büyükelçisi Rumbold’u, Fransa’nın, Barrère’nin yerine İstanbul Fevkalade Komiseri General Pellè’yi ve İtalya’nın da Marki Garroni’nin yerine Montanya’yı temsilci olarak görevlendirerek Türkiye’nin karşısına, Türkiye’nin karakterini ve şartlarını daha iyi bilen insanları göndermesi bu devletlerin de barış antlaşmasının imzalanmasını istediğinin göstergesi olmuştur. Karacan, a.g.e., s.217. 64 Bu adalar İngiliz haritalarında Tavşan adaları olarak geçtiğinden artık bu isimle anılmışlardır. Türkiye’ye bırakılması kabul edilmişken Meis Adası’nın Türkiye’ye bırakılamayacağı ifade edilmiştir. 25 Nisan 1923’te yapılan görüşmelerde Sir Horace Rumbold, İsmet Paşa’nın müttefiklerin teklif ettiği antlaşma metnine itirazlarını içeren 4 Şubat 1922 tarihli cevabi mektubunda Meis’ten söz etmediğini, nüfusu Rum olan bu adanın Türkiye’ye bırakılmasının Misak-ı Millî’yle de örtüşmediğini ifade ederek Türkiye’nin hangi nedenle bu ada üzerinde egemenlik kurmak istediğini anlamadığını ve Türk talebinin kabul edilemez olduğunu söylemiştir. İtalyan temsilci Montanya da bu adanın tartışılmaz bir biçimde İtalya’ya ait olduğunu belirtip Sir Horace Rumbold’un görüşlerine katıldığını ifade etmiştir. İsmet Paşa, Meis’in Türk karasuları içinde olduğunu, Anadolu’nun tamamlayıcı bir parçası sayıldığını, Büyük Devletler kararı ile Osmanlı Devletine bırakılan bu ada ile ilgili olarak konferansın ilk döneminde hiçbir tartışmanın yapılmadığını belirterek Meis’in millî sınırlar içinde bulunan bir ada olduğunu vurgulayıp; “Bu ada Anadolu’nun emniyeti için lazımdır. Haklı mütalaalarımızın dikkate alınacağını ümit etmek isterim.” demiştir. İngiliz ve Fransız temsilciler de adanın İtalya’nın adanın kendisine ait olduğu şeklindeki görüşünü desteklemişlerdir. İsmet Paşa, 4 Şubat tarihli mektubunda Meis’ten bahsedilmemiş olmasından dolayı adanın İtalya’ya ait olduğunu kabul ettikleri yönündeki İtalyan temsilcinin görüşlerinin yetersiz olduğunu ve bu konunun uzmanlardan oluşacak bir heyet tarafından incelenmesine hazır olduklarını ifade etmiştir. İtalyan temsilcinin aynı görüşlerini tekrarlaması ve Sir Horace Rumbold’un İtalyan görüşlerine destek verip Türk tarafının 120 FUAT İNCE taleplerini kabul edilemez bulması üzerine İsmet Paşa görüşlerinden vazgeçmemiştir. İsmet Paşa’nın Meis’i ısrarla istemesine rağmen Fransızların da desteğiyle İngiltere ve İtalya bu adanın Türkiye’ye bırakılmasına karşı çıkmışlardır.65 Konferans devam ederken İtalya’nın halen elinde bulundurduğu Menteşe Adaları’nın Osmanlı borçlarına düşen hissesini 1912’den itibaren yüklenmeyi kabul edebileceğinin ve Meis Adası’nın Türkiye’nin aleyhine kullanılmayacağına dair askerî teminat verebileceğinin anlaşılması nedeniyle Türk Heyeti İtalyanların Castellorizo dedikleri Meis ile ilgili talebinden vazgeçme eğiliminde olmuştur. 4 Haziran 1923 tarihinde yapılan görüşmelerden önce İtalyan Baş Delegesi Montanya, Meis’in Türkiye aleyhine kullanılmayacağına dair kesin teminat vermiş ve işgâl ettikleri Menteşe Adaları’nın Osmanlı borçlarından paylarına düşen kısmını bu adaları ele geçirdikleri tarihten itibaren yükleneceklerini taahhüt etmiştir. Böylece Türk Heyeti, İsmet Paşa’nın “Meis adası Anadolu’nun parçalarındandır. Ona malik olmak davamız meşru ve haklıdır. Fakat cihan sulhunun temini gayesi ile bu ada hakkındaki isteğimizden vazgeçiyoruz.” sözleri ile sırf dünya barışının tesisini sağlamak için Meis adası ile ilgili talebini geri almak gibi çok ağır bir fedakârlığa katlanmıştır.66 Konferansın sonunda, diğer konularda yapılan görüşmelerin de tamamlanması ile 24 Temmuz 1923’te Lozan Barış Antlaşması (Lozan Sulh Muahedenamesi) imzalanmıştır. Türk heyeti uzun görüşmeler boyunca tüm konularda olduğu gibi adalar konusunda da Türkiye’nin haklı tezlerini ısrarla savunmuştur. Sonunda Türkiye’ye bırakıldığı teyit edilen adalar dışında kalan adalar isimleri belirtilerek ve Altı Büyük Devlet Kararı’na atıf yapılarak egemenlik devrine konu olmuşlar, Yunanistan’a bırakılan adalar askerden arındırılmış ve Türkiye’ye tehdit olmaktan çıkarılmışlardır. Lozan Barış Antlaşması 23 Ağustos 1923’te ondört aleyhte oya karşılık, 213 kabul oyuyla TBMM tarafından onaylanmıştır.67 Lozan Barış Antlaşması’na kadar Ege’de egemenliği Yunanistan’a devredilen ada, adacık ve kayalıklar konusunda herhangi bir ihtilaf bulunmamaktadır. Lozan Barış Antlaşmasına konu olan adalar; Eğriboz 2.2. Lozan Barış Antlaşması Hükümlerine Göre Ege Adalarının Değerlendirilmesi 65 Karacan, a.g.e., s.233-236. 66 Karacan,a.g.e.,, s. 323-338. 67 Lozan Sulh Muahedenamesinin kabulüne dair Birinci Kanuna (No:340) verilen reylerin neticesinde; kabul edenler ve reddedenler için için Bkz. TBMM, “Zabıt Ceridesi”, İ:9, C.2, 23.8.1339 (1922), s.286-287. LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI VE EGE ADALARI 121 Adası, Şeytan Adaları, Çuha ve Küçük Çuha Adaları68 Lozan Barış Antlaşması’nın altıncı maddesinin ile Girit dışında kalan adalardır. Ege adaları ve Meis Adası üzerindeki hâkimiyet hakları Lozan Barış Antlaşması’nın sırasıyla altı, oniki, onüç, ondört, onbeş ve onaltıncı maddeleri ile düzenlenmiştir. Egemenlik devirlerini düzenleyen maddeler sadece oniki ve onbeşinci maddeler olmuştur. 69 Yine altıncı maddenin ikinci fıkrası da; “İşbu antlaşmada aykırı bir hüküm bulunmadıkça, deniz sınırları kıyıya üç milden az uzaklıkta bulunan ada ve adacıkları da içine alacaktır.” şeklinde olup egemenlik devrini düzenleyen icrai nitelikte bir madde değil soyut bir hüküm niteliğindedir. Buna göre fıkra metninde yer alan üç mil ilkesinin hangi sahillerde uygulanacağı belirlenmemiş, konu takip eden ilgili hükümlere bırakılmıştır. birinci fıkrası akım yoluyla ilgili sınırların tespiti hususunda olup; “Bir nehir veya ırmağın kıyıları ile belirlenmeyip de yatakları ile belirlenen sınıra gelince; iş bu antlaşma tariflerinde kullanılan mecra ve kanal kelimeleri bir taraftan gidiş gelişe uygun olan nehirlerde başlıca gidiş geliş kanalının ortak hattı anlamını taşır. Bununla beraber sınır çizgisinin muhtemel değişikliğinde bahsedilen çizginin bu suretle belirlenen yatak veya kanalı mı izleyeceğini ya da söz konusu yatak veya kanalın işbu antlaşma yürürlüğe girdiği sıradaki durumuna göre mi kesin biçimde belirleneceğini açıklamak sınır tespit komisyonuna ait olacaktır.”şeklindedir. 70 Uluslararası hukuk bir antlaşmanın bütün olarak ve hükümleri anlam ifade edecek şekilde yorumlanmasını öngörmüş, bir madde ile belirlenen bazı hükümlerin antlaşmaya konu olan hususlara tümüyle uygulanmasını uygun bulmamıştır. İşte bu sebepten dolayı da Lozan Barış Antlaşması’nın daha sonraki hükümlerinde hangi adaların egemenlik devrine konu oldukları özellikle açıklanmıştır.71 Lozan Barış Antlaşması’nın “Gökçeada ile Bozcaada ve Tavşan Adaları dışında, Doğu Akdeniz adaları ve özellikle Limni, Semadirek, 68 Monaco merkezli Uluslararası Hidrografi Teşkilatı’nın (The International Hydrographic Organization –IHO) 1953’te yayımladığı S 23 Okyanusların ve Denizlerin Sınırları (S 23 Limits of Oceans and Seas) adlı eserinde, Ege adası olarak gösterilen Çuha ve Küçük Çuha Adaları 1986 yılında, Akdeniz adası olarak gösterilmişlerdir. Limits of Oceans and Seas (Special Publication 23), Draft 4 th Edition, 1986, Monte Carlo, 1986, s. 62-63. Bu adaların Yunanistan’a devri 1864 yılında gerçekleşmiştir. Kurumahmut- Başeren, a.g.e., s.51. 69 Düstur Üçüncü Tertip, Cilt V, 11 Ağustos 1339-19 Teşrinievvel 1340, Necmi İstikbâl Matbaası, İstanbul,1931, s. 22-23. 70 Kurumahmut- Başeren, a.g.e., s. 62. 71 Sertaç Hami Başeren, “Ege’de Ada, Adacık ve Kayalıkların Uluslararası Andlaşmalarla Tayin Edilen Hukuki Statüsü”, Egede Temel Sorun Egemenliği Tartışmalı Adalar, (Yayına Haz. Ali Kurumahmut), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1998, s.83-84. 122 FUAT İNCE Midilli, Sakız, Sisam ve Ahikerya adaları üzerinde Yunan egemenliği konusunda 17/30 Mayıs 1913 tarihli Londra Antlaşması’nın beşinci ve 1/14 Kasım 1913 tarihli Atina Antlaşması’nın onbeşinci maddeleri hükümleri uyarınca alınan ve 13 Şubat 1914 tarihinde Yunan Hükûmeti’ne bildirilen karar, bu antlaşmanın İtalya’nın egemenliği altına konulan ve onbeşinci maddede belirtilen adalara ilişkin hükümleri saklı kalmak üzere doğrulanmıştır. İşbu antlaşmada aykırı bir hüküm bulunmadıkça, Asya kıyısından üç milden az uzaklıkta bulunan adalar, Türk egemenliği altında kalacaktır.” şeklindeki onikinci maddesi72 ile Menteşe Adaları dışında kalan kesimde Türkiye ile Yunanistan arasındaki statü belirlenmiştir. Bu madde hükümleri, Osmanlı Devleti’nin Ege Denizi’ndeki tüm ada, adacık ve kayalıkları devretmeyi kabul ettiği Sevr Antlaşması’nın hükümlerinden ayrılmaktadır. Buna göre, Semadirek, Limni, Midilli, Sakız, Sisam ve Ahikerya adaları ismen sayılarak; Taşoz, Bozbaba ve İpsara Adaları ise Altı Büyük Devlet Kararı’na atıf yapılarak ve bu karar gereğince adaları askerî amaçlarla kullanmaması kaydıyla Yunanistan’a devredilmiş73 Bir kısım adalar üzerindeki Türk egemenliği onikinci maddenin birinci cümlesinde ismen sayılarak teyit edilirken, son cümlede bu işlemi altıncı maddenin ikinci fıkrasında belirtilen üç mil mesafe ilkesine göre yapıldığı görülmektedir. Türkiye’nin egemenliğine bırakılan adaların onikinci maddede ayrıntılı olarak belirtilmesi; Yunan işgâlinin adalar üzerindeki egemenlik haklarına ilişkin olarak ortaya çıkabilecek tereddütleri ve Yunanistan’ın, işgâlinde olmamasına rağmen Altı Büyük Devlet Kararı’na dayanarak sanki diğer adaların da kendisine bırakılmış gibi davranmasını peşinen ortadan kaldırmak amacıyla yapılmıştır. Bu sayede, onikinci madde ile Türkiye’nin egemenliğini devrettiği adalar belirlenirken diğer yandan da egemenliğine bırakılan adalar üzerindeki hakları teyit edilmiştir. Yine onikinci madde ile Türk egemenliğinden çıkan diğer adalarla ilgili olarak sadece aşağıda açıklanacak olan ve Menteşe Adaları’nın durumlarını düzenleyen onbeşinci maddeye atıf yapmıştır. ; Gökçeada, Bozcaada ve Tavşan Adaları ile Anadolu kıyısına üç milden az uzaklıkta bulunan adalar üzerindeki Türk egemenliği teyit edilmiştir. Bu antlaşma hükmüne tâbi olan toprak parçaları sadece adalar olduğundan adacık ve kayalıklar egemenlik devrine konu olmamışlardır. 74 72 Düstur Üçüncü Tertip, s. 25. 73 Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin dördüncü ve altıncı maddelerinde Semadirek ve Limni’nin askerden arındırılmış statüleri teyit edilmiş, Gökçeada, Bozcaada ve Tavşan Adaları da bu statüye koyulmuştur. Reha Parla, Belgelerle Türkiye Cumhuriyeti’nin Uluslararası Temelleri, II. Baskı, Lefkoşe, 1987, s. 53. 74 Başeren, a.g.m, s. 89–92. LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI VE EGE ADALARI 123 Lozan Barış Antlaşması’nın onüçüncü maddesinde75 Antlaşmanın“Türk egemenliği altında kalan Gökçeada ile Bozcaada, mahalli idare ile can ve mal güvenliği bakımından, Müslüman olmayan yerli halka gerekli bütün güvenceyi sağlayan, mahalli unsurlardan kurulu bir özel yönetim örgütünden yararlanması, bu adalarda düzenin korunması, yukarıda öngörülen mahalli yönetim örgütünün aracılığıyla yerli halktan seçilmiş ve bu örgütün emrinde bulunan bir güvenlik kuvvetince sağlanması ile Rum ve Türk halklarının mübadelesine ilişkin olarak Türkiye ile Yunanistan arasında kararlaştırılmış ya da kararlaştırılacak olan hükümler, İmroz ve Bozcaada adaları halkına uygulanmayacaktır” ifadesi ile tanımlanan ondördüncü maddesiyle belirtilen; “Barışın sürekli olmasını sağlamak amacıyla, Yunan Hükümeti, Midilli, Sakız, Sisam ve Ahikerya (Nikerya) Adaları’nda, aşağıdaki tedbirlere uymayı taahhüt eder. Buna göre; önce, bu adalarda hiçbir deniz üssü kurulmayacak, hiçbir istihkâm yapılmayacak, ikincisi, Yunan askerî uçaklarının Anadolu kıyısı toprakları üstünde uçmaları ve buna karşılık, Türk askerî uçaklarının da bu adalar üstünde uçmalarını yasak olacaktır. Üçüncüsü, bu adalarda, Yunan askerî kuvvetleri, askerlik hizmetine çağrılmış ve bulundukları yerde eğitilebilecek normal asker sayısından çok olmayacağı gibi, jandarma ve polis kuvvetleri de, bütün Yunan ülkesindeki jandarma ve polis kuvvetlerine orantılı bir sayıda kalacaktır.” hükmü ile Altı Büyük Devlet Kararı’na dayanılarak Yunanistan’a devredilen adaların askerî amaçlarla kullanılmama durumları Türkiye sahillerine çok yakın olan Saruhan Adaları; Midilli, Sakız, Sisam ve Ahikerya adalarının isimleri belirtilerek düzenlenmiştir. 76 Lozan Barış Antlaşması’nda onikinci maddeyle beraber egemenlik devrinin düzenlendiği diğer madde olan onbeşinci madde Türk egemenliğine bırakılan Gökçeada ve Bozcaada’da yaşayan gayrimüslimlerin hakları ile ilgili olarak Türkiye’ye verilen sorumluluklar belirtilmiştir. 77 75 Düstur Üçüncü Tertip, s.25–26. 76 Düstur Üçüncü Tertip, s. 26–27. 77 Düstur Üçüncü Tertip, s. 27. ise şu şekildedir; “Türkiye, aşağıda sayılan adalar üzerindeki bütün haklarından ve sıfatlarından İtalya yararına vazgeçer: Bugünkü durumda İtalya’nın işgâli altında bulunan İstanbulya, Rodos, Herke, Kerpe, Çoban Adası, İlyaki, İncirli, Kilimli, İleriye, Batnoz, Lipso, Sömbeki, ve İstanköy adaları ile bunlara bağlı adacıklar ve Meis Adası.” Bu metinden de anlaşılacağı üzere İtalya’ya ismen sayılarak verilen onüç adet Menteşe Adası ile bunlarla beraber ne olduklarından net bir şekilde söz edilmeyen bağlı adacıklar da İtalya’ya bırakılmışken devri kabul edilen Meis Adası ile ilgili olarak böyle 124 FUAT İNCE bir düzenleme yapılmamıştır. Ayrıca bu bölgedeki kayalıklar antlaşmada İtalya’ya devredilmediklerinden Türkiye’de kalmışlardır. Lozan Barış Antlaşması’nda adalarla ilgili son madde olan onaltıncı madde78 78 Düstur Üçüncü Tertip, s. 27–28. ise; “Türkiye, işbu antlaşmada belirtilen sınırlar dışında bulunan topraklar üzerindeki ya da bu topraklara ilişkin olarak, her türlü haklarıyla sıfatlarından ve egemenliği işbu antlaşmada tanınmış adalardan başka bütün öteki adalar üzerindeki her türlü haklarından ve sıfatlarından vazgeçmiş olduğunu bildirir; bu toprakların ve adaların geleceği, ilgililerce düzenlenmiştir ya da düzenlenecektir.” olarak kabul edilmiştir. Onaltıncı madde, sadece oniki ve onbeşinci maddeler ile yapılan düzenlemeleri tamamlayıcı mahiyette bir hüküm olup Türkiye’nin kendisine bırakıldığı teyit edilen adalar dışındaki tüm adalardan vazgeçtiği anlamını taşımamaktadır. Türkiye’nin üzerindeki her türlü haklarından vazgeçtiği adalar egemenlik devrine konu olan adalardır. Bu madde, Sevr Antlaşması ile Lozan Konferansı’nda müttefikler tarafından hazırlanıp Türk Heyeti’ne verilen antlaşma metninde yer alan, Türkiye’nin tüm Ege adaları üzerindeki egemenlik haklarından vazgeçtiğinin belirtildiği hükümlerin yerine kabul edilmiştir. Bu antlaşma hükmüne tâbi olan toprak parçaları da sadece adalar olduğundan Türkiye’nin, adacık ve kayalıklar üzerindeki egemenlik hakları devam etmiştir. Sonuç 24 Nisan 1830’da bağımsızlığını elde eden Yunanistan, kuruluşunda Şeytan Adaları ve Kiklat Adaları’nın büyük bir çoğunluğu ile 1913 yılında Girit Adası’nı elde etmiştir. Megali İdea doğrultusunda hazırlanan Büyük Yunanistan Programı hedeflerini gerçekleştirebilmek için I. Dünya Savaşı’ndan sonra Anadolu’yu işgâl eden Yunanistan, Mustafa Kemal Paşa önderliğinde yürütülen Millî Mücadele ile yenilgiye uğramıştı. 24 Temmuz 1923 Lozan Barış Antlaşması’nın onikinci maddesi ile Limni, Semadirek, Midilli, Sakız, Sisam ve Ahikerya, Taşoz, Bozbaba ve İpsara adaları gayri askerî statüde kalmak şartıyla Yunanistan’a bırakılmıştı. Aynı antlaşma ile Menteşe Adaları; İstanbulya, Rodos, Herke, Kerpe, Çoban Adası, İlyaki, İncirli, Kilimli, İleriye, Batnoz, Lipso, Sömbeki ve İstanköy adaları bunlara bağlı adacıkları ile beraber ve Meis Adası İtalya’ya verilirken Gökçeada, Bozcaada, Tavşan Adaları ve Anadolu sahillerine üç milden az uzaklıkta bulunan adalar üzerindeki Türk hâkimiyeti teyit edilmiştir. LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI VE EGE ADALARI 125 Ayrıca Yunanistan, Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanmasından yaklaşık yirmidört yıl sonra, 10 Şubat 1947 Paris İtalyan Barış Antlaşması ile Lozan Barış Antlaşması’nda İtalya’ya bırakılan Menteşe Adaları’nı ve Meis’i de bitişik adacıkları ile beraber gayri askerî statüde olmaları kaydıyla elde etmiştir.79 __________________, “Ege’de Ada, Adacık ve Kayalıkların Uluslararası Andlaşmalarla Tayin Edilen Hukuki Statüsü”, Egede Temel Sorun Egemenliği Tartışmalı Adalar, (Yayına Haz. Ali Kurumahmut), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1998. Lozan Barış Antlaşması’ndan önce Yunanistan’a bırakılan adalara dair herhangi bir ihtilaf bulunmamaktadır. Bununla beraber, Yunanistan’ın antlaşmalara rağmen gayri askerî statüdeki adaları silâhlandırması ve egemenliği antlaşmalarla kendisine devredilmeyen kara parçaları üzerinde hak iddia etmesiyle ada, adacık ve kayalıklar sorunu ortaya çıkmıştır. Yunanistan, uluslararası alanda meydana gelen değişmelerin, antlaşmalarla kurulmuş olan statüyü ortadan kaldırdığını ve Lozan Barış Antlaşması’nda Türkiye’ye bırakıldığı belirtilmeyen kara parçalarının tamamının kendisine ait olduğunu ileri sürmektedir. Buna karşılık Türkiye, antlaşmaların hükümlerinin geçerli olduğunu ve Lozan Barış Antlaşması’nda haklarından feragat etmediği ada, adacık ve kayalıklarda egemenlik haklarının devam ettiğini savunmaktadır. Günümüzde Türkiye ile Yunanistan arasında Ege’de yaşanan tüm sorunların kaynağı olan “ada, adacık ve kayalıklar sorunu”, karşılıklı iyi niyet, anlayış ve antlaşmalara saygı çerçevesinde görüşmelerle çözülebilecek nitelikte bir sorundur. Ancak, meselenin bu şekilde çözülememesi durumunda sorunun daha da karmaşık bir hale dönüşeceği kuşkusuzdur. Türkiye, Ege Denizi’nde gelişme ve hayat haklarını siyasî bağımsızlık hakkı olarak görmektedir ve bu şekilde görmeye de devam etmelidir.

Kaynakça Armaoğlu, Fahir, 20. Yüzyıl Siyasî Tarihi (1914–1990), Cilt I, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1992. Başeren, Sertaç Hami, Ege Sorunları, Tüdav Yayınları, İstanbul, 2003. 79 II.Dünya Savaşı’nın sonunda imzalanan ve Menteşe Adaları’nın İtalya’dan Yunanistan’a devrini belirleyen Paris İtalyan Barış Antlaşması’nın ondördüncü maddesi ve onüçüncü ekinin D paragrafı için, Bkz. Kurumahmut, a.g.m., Ek–17. Bu antlaşmaya göre; İtalya, Yunanistan’a Lozan Barış Antlaşması’nın onbeşinci maddesine göre elinde bulundurduğu Menteşe Adaları’nı ve Meis’i bitişik adacıkları ile beraber, askerden arındırılmış olarak devretmiştir.

,Egemenliği Antlaşmalarla Yunanistan’a Devredilmemiş Ada, Adacıklar ve Kayalıklar Sorunu

Ege Denizi’nde ulusal egemenlik sınırlarını ilgilendiren bir diğer sorun da bu denizde hükümranlık sınırlarını belirleyen antlaşmalarda adları belirtilen ve egemenlik devrinde mutabık kalınan adalar dışında kalan ada, adacık ve kayalıklar üzerinde Yunanistan’ın egemenlik iddiasında olmasıdır.

Bu bakımdan ele alındığında Türkiye ve Yunanistan arasında çıkan uyuşmazlığa ilişkin olarak başvurulacak en önemli metin olarak Lozan Barış Antlaşması’nı ve bu antlaşmanın 6, 12, 15 ve 16. maddeleri ile Paris Barış Antlaşması’nın 14. maddesi görülmektedir.

Söz konusu antlaşma hükümlerinin yorumlanması ve buna bağlı olarak, Ege Denizi’nde Türkiye ve Yunanistan arasında henüz bir deniz sınırının saptanmamış olması, beraberinde bu antlaşmalarda adları sıralanmamış olan ve fakat, Osmanlı Devleti’nin devamı olarak Türkiye’nin egemenliğinde kalan ada, adacık ve kayalıkların statülerinin de tartışılmasına yol açmıştır. Türkiye, açıkça söz konusu antlaşmalarda adları sıralanarak egemenlik devrini tanımış olduğu adalar ve adacıklar dışında kalan ada, adacık ve kayalıklara ilişkin egemenliğinin sürmekte olduğunu iddia ederken, Yunanistan, söz konusu antlaşma hükümlerinin Türkiye’nin, Anadolu kıyılarından üç mil dışında kalan deniz alanında her hangi bir hak iddiasında bulunmasını engellemekte olduğunu ileri sürmektedir.[3]

Kardak bunalımı, Ege Denizi’nde yeni bir sorunu ortaya çıkarmakla birlikte, Ege’de statüleri henüz saptanmamış bulunan pek çok adacık ve kayalığın bulunduğunu ve iki ülke arasında bu konuda bir hukuki düzenleme yapılmasının zorunlu olduğunu göstermesi bakımından önemli bir gelişme olmuştur. Nitekim kısa bir süre sonra Türkiye henüz hukuki olarak statüsü kararlaştırılmamış olan bu tür adacık ve kayalıkları “gri bölgeler” olarak nitelendirmiş ve Gavdos adası olayında da görüldüğü gibi, statülerini tartışmaya başlamıştır. Kardak bunalımının ardından, TSK Harp Akademileri Komutanlığı tarafından hazırlanan Ege’nin statüsüne ilişkin bir raporda antlaşmalarla statüleri kararlaştırılmamış bulunan ada, adacık, kayalıklar Osmanlı İmparatorluğu’nun halefi olarak Türkiye’nin egemenliğindedir[4] görüşüne yer verilmiştir.  Buna göre, “Lozan Antlaşması’nın 12. maddesi gereğince Yunanistan’a verilen adaların dışında kalan Zürafa, Koyun Adaları, Hurşit ve Girit civarında bulunan Bergitsi, Sıgri, Tokmakia, Kasonisi gibi ada ve adacıklar üzerinde Türkiye’nin egemenliği hukuken devam etmektedir.

Aynı madde uyarınca Lozan Antlaşması’nın aksine bir hüküm bulunmadıkça 13 Şubat 1914 tarihinde Yunan işgali altında bulunmuş olsa dahi, Anadolu’nun 3 mili içinde bulunan bütün ada, adacık ve kayalıklar, Türkiye’nin egemenliği altındadır. Antlaşmada yer alan 3 millik  mesafe, dönemin karasuyu mesafesi olduğuna göre, bugün de aksine bir hüküm bulunmadıkça 6 mil olan karasuyu dahilinde bulunan ada, adacık ve kayalıklar Türkiye’nin egemenliğindedir.

Menteşe Adaları bölgesinde bulunup da antlaşmada ismen zikredilmeyen adalar ile ismi zikredilen 14 adaya bitişik olmayan ada, adacık ve kayalıklar, başka deyişle 28 Aralık 1932 zabıtnamesinin statüsüne bağlı olan adalar veya statüleri Kardak kayalıkları ile aynı olan Keçi, Bulamaç, Kalimnos, Sakarcılar, Çerte, Nergiscik, İstanbulya güneyindeki 12 ada, adacık ve kayalık ve Girit’in kuzeydoğusundaki 13 adada, adacık ve kayalıklar üzerinde Türkiye’nin egemenliği devam etmektedir”

Bu tartışmalar Türkiye ve Yunanistan arasında yeni bir gerginliği daha ortaya çıkarmıştır, Yunanistan Ege’de egemenliğinde olmakla birlikte üzerinde insan yaşamayan ada, adacıkları iskana açma politikası izlemeye başlamıştır. Bu durum ise Ege’deki dengeleri özellikle ulusal karasuları sınırı bakımından ilgilendirmektedir. İskana açık olmayan ada ve adacıkların kendilerine has karasuları sınırını olmayışı Yunanistan’ın bu ada ve adacıkları iskana açarak karasuları sınırını genişletme çabalarının bir göstergesi olarak değerlendirilmektedir.[6] Bu sorun aslında iki ülke arasında karasularının genişliğinin belirlenmesi tartışmaları çerçevesinde değerlendirilebilecek bir niteliktedir. Gerçekte Ege Denizi’nde Lozan Barış Antlaşması ile zımni olarak kabul edilmiş bulunan 3 millik karasuları sınırına uygun olarak iki ülke arasında fiili bir sınır saptama çalışması yapılmamıştır. Yunanistan’ın 1936’da karasularını 6 mile çıkarması sonrasında da bu denizde kıyıdar ülke olarak Türkiye ve Yunanistan arasında bir sınır saptama görüşmesinin söz konusu olmadığı görülmektedir. Bununla birlikte, özellikle Oniki Adalar bölgesinde Türkiye ve İtalya arasında karasuları dışında kalan bölgelerdeki adacık ve kayalıkların hangi devletin egemenliğine bırakılacağına ilişkin görüşmelerin yapıldığı görülmektedir. Nitekim Türkiye ve İtalya arasında 18 Haziran 1931 yılında Ankara’da yapılan görüşmeler doğrultusunda Lozan Barış Antlaşması’nın 15. Maddesi hükmüne göre  İtalya’ya terk edilmiş bulunan Meis Adası çevresinde yer alan adacık ve kayalıkların hangi devlete ait olduğunu belirlemişler ve uzmanlar düzeyinde yapılan toplantıda varılan mutabakata uygun olarak hazırlanan toplantı tutanağı, bir antlaşmaya dönüştürülerek 4 Ocak 1932 tarihinde Türkiye (T. R. Aras) ve İtalya (Aloisi) temsilcileri tarafından Ankara’da imzalanmıştır.

Bu Sözleşmenin 1. Maddesi hükmüne göre; “İtalya Hükümeti aşağıda yazılı adacıklar üzerinde Türkiye’nin egemenliğini tanır:

Volo (Çatal Ada), Ochendra (Uvendire), Fournachia (Furmakya), Kato Volo (Katovolo), Prasouid (Praşudi), (Katavolo Adasının Güney Doğusunda) ve Tchallota, Pighi, Nissi – Tis Pighi, Recif Agrecelia, Proussecllisse (Kaya), pano Makri, Kato Makri (Kayalıklarla birlikte) Marthi, Roccie Voutzaky (Rocci Vutchaki) Dacia (Dasya), Nissi-Tis-Dacia, Prassoudi (Dasyanın Kuzeyinde) Alimenterya (Alimentaria), Caravola (Karavola) Adacıkları”

Sözleşmenin 2. Maddesine göre “Bodrum Körfezindeki Kara Ada da Türkiye’nin olacaktır.”

Madde 3; “Buna karşılık, Türkiye Hükümeti, merkezi Castellerizo Kenti kilisesinin kubbesi ve yarı kutru ve bu merkez ile San Stephano Burnu  (Pointe du Vent) arasındaki uzaklık olan bir daire ile çevrilecek bölge içinde bulunan Psoradia, Polyphados, St. Georges (Güneyde St. Georges, Kuzeyde Agrielaia diye adlandırılan ve 236 sayılı İngiliz haritasında gösterilen iki ada), Psomi (Strongyle, 236 sayılı İngiliz haritası), Cutsumbora (Kutsumboras), (Kayalıklar), Mavro Poinaki (Mavro Poinchi), Mavro Poinis (Mavro Poini) adacıkları üzerinde İtalya egemenliğini tanır.

Yukarıda sözü geçen daire içindeki bu adacıklardan başka St. Georges (Rho), Dragonera, Ross ve Hypsili (Stronghyli) adacıkları da İtalya’nın olacaktır.”

Sözleşmenin dördüncü maddesine göre; “Şurası kararlaştırılmıştır ki, İşbu sözleşmede tanımlanan suların ayrıldığı çizginin iki yanındaki tüm adalar, adacıklar ve kayalıklar, adları orada yazılı olsun ya da olmasın, bu adalar, adacık ve kayalıkların bulunduğu bölgenin kendi egemenliği altında olduğu Devlete ilintilidir.”[9]

Sözleşmenin beşinci maddesinde karasularının sınırlandırmasını oldukça ayrıntılı bir düzeneğe göre tespit ettikten sonra son paragrafta; “Bu Madde ile açıklanmış olup iki tarafındaki adalar ve adacıkların kime ilintili bulunduğunu belirlemek üzere, Bağıtlı Yüksek Taraflarca saptanan ayırım çizgisi doğuda Tugh burnu güneyindeki 3 mil uzaklıktaki bir noktada ve batıda Volo adasının güneyinden 3 mil uzaklıktaki öbür noktada, Türkiye ile İtalya arasında hiç tartışma konusu bulunmayan genel deniz sınırı ile birleşir”demektedirler. Sözleşmenin 5. Madde son paragrafındaki bu ifadeler doğrultusunda, 4 Ocak 1932 tarihinde Sözleşmenin imzalandığı gün, Türk ve İtalyan teknisyenler aralarında gerçekleştirmiş oldukları bir mektup değişimi ile “…Türk-İtalyan deniz sınırının iki taraf arasında hiçbir tartışma konusu olmayan geri kalan kısmının çizilmesi için hükümetlerine bir Türk-İtalyan teknisyenler toplantısının gerçekleştirilmesini önermek için hazırlık yapmışlardır”[10]

Türkiye ve Yunanistan arasında Kardak kayalıklarının hukuki statüsüne ilişkin tartışmalar söz konusu olduğunda teknisyenler düzeyinde yapılması önerilen bu toplantı sonrasında hazırlanan tutanağa ilişkin olarak farklı hukuki geçerlilik yorumları yapılmaktadır. 28 Aralık 1932 tarihli teknisyenler toplantı tutanağı ilerleyen dönemlerde bir sözleşmeye dönüştürülememiştir.  Dolayısıyla “Türkiye ile İtalya arasında hiç tartışma konusu bulunmayan genel deniz sınırı”nın resmi olarak kabulü gerçekleşmemiştir. 1947 Paris Antlaşması ile Oniki Adalar’ın Yunanistan’ın egemenliğine bırakılması kararlaştıktan sonra da bu durum sürmüştür.

Bu bakımdan ele alındığında Ege Denizi’nde karasuları sınırının belirlenmesine ilişkin sorun sadece Kardak kayalıklarına ilişkin değil aynı zamanda Türkiye ve Yunanistan arasındaki tüm karasuları sınırına ilişkin bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim“Yunanistan’ın Şubat 1950’den başlamak üzere Mayıs 1953, Haziran 1955, Ekim 1956 ve Aralık 1962 tarihlerinde Türk Dışişleri Bakanlığı nezdinde yaptığı yazılı ve sözlü girişimlerle talep ettiği hususlar, 28 Aralık 1932 tarihli metnin sınır çizen bir andlaşma olmadığını göstermesi ve Ege’nin hukuki statüsünü de teyit etmesi bakımından ilginçtir.

Yunanistan bahse konu girişimleriyle, Türkiye ile İtalya arasında düzenlenmiş olan 4 Ocak 1932 Sözleşmesi ile 28 Aralık 1932 tarihli teknisyenler zaptının Yunanistan ile de mer-i olması hususunda mektup teatisine hazır olduğunu; egemenliğinde olan adalar ile Türkiye arasındaki karasuları sınırının şimdiye kadar harita üzerinde çizilmek suretiyle gösterilmediğinin müşahede edildiğini bildirmiştir. Menteşe Adaları’nın kuzeyinde kalan iki devlet karasularının sınırlandırılması işinin karma komisyona havale edilmesi hususunda Türkiye’nin de düşündüğünü sormuş ve bir toplantı tarihi telkin edilmesini istemiştir. İki devletin ilgili makamlarının elinde bulunan ve Ege Denizi’ndeki Türk ve Yunan karasularını gösteren haritalar arasında bazı farklılıkların mevcut olduğunu, bu nedenle iki devlet ilgili makamlarının ellerindeki haritaları karşılaştırmaları ve mutabık kaldıkları takdirde karasularını haritalar üzerinde tespit etmelerini teklif etmiştir.” 

 

25 aralık 1995 tarihinde Figen Akat isimli bir Türk yük gemisinin Kardak kayalıklarında karaya oturmasının ardından yaşananlar, Türkiye ve Yunanistan arasında karasuları sorununu yeniden gündeme taşımış ve ulusal egemenlik alanlarının saptanması  konusunda yeni bir tartışma başlatmıştır.

Figen Akat’ın karaya oturmasının ardından kendi olanaklarıyla kurtulmaya çalışırken yaklaşan Yunanistan’a ait bir muhrip ve üç hücumbotu bölgenin Yunanistan’ın karasuları içerisinde kalmış olduğunu ileri sürmüş ve yardım teklifinde bulunmuştur. Buna karşılık, geminin kaptanı bölgenin Türk karasularına dahil olduğunu belirtmiş ve kurtarma teklifini geri çevirmiştir. Geminin kurtarılması ise Türk sigorta şirketi aracılığı ile gerçekleştirilmeye çalışılmıştır.

Bu arada, Yunanistan, 26 Aralık 1995 tarihinde Türkiye’ye bir nota vererek söz konusu geminin Yunanistan’ın karasularında bulunduğunu belirterek kurtarma işleminin durdurulmasını istemiştir. Türkiye, aynı gün Yunanistan’a vermiş olduğu bir nota ile iddiaları reddetmiştir.[12] Gemide yürütülen kurtarma çalışmaları sürerken Yunanistan’a ait hücumbotları gemiye yanaşarak kurtarma işlemlerini durdurmuş ve Yunanistan’a ait bir romörkor gemiyi karaya oturduğu yerden çekerek kurtarmaya çalışmıştır. Bu arada kurtarma halatının romörkorün  fırdöndüsüne sıkışması Türk gemisinin bu halatı keserek Türk karasularına girmesi ile sonuçlanmıştır. Gemi daha sonra Güllük limanına çekilmiştir.[13]

Kardak Gerginliğinin Tırmanışı 

 

İki ülke arasında diplomatik görüş alış verişi sürerken egemenlik iddialarının fiili olarak sergilenmesi konunun bir anda iki ülke medyası, kamuoyu ve siyasileri arasında “ulusal dava” olarak algılanmasına yol açmıştır. Bu süreci başlatan ise, Yunanistan’a ait Kalimnos Adası belediye başkanının yanında adanın papazı, aileleri ve Antenna adlı Yunan televizyon kanalı çekim ekibini alarak 26 Ocak 1996 tarihinde Kardak kayalıklarına çıkarak bir şenlik havasında kayalıklara Yunan bayrağını dikmesi olmuştur. Bayrak dikme girişiminin televizyonda yayınlanmasının ardından, ertesi gün Türk medyası konuya ilgi göstermiş ve Hürriyet Gazetesi’nin iki muhabiri helikopter ile Kardak kayalıklarına giderek Yunanlıların dikmiş oldukları bayrağı indirmiş, yerine Türk bayrağını dikmiştir. Bu bayrak mücadelesinin Türk televizyonlarında yayınlanmasının ardından iki ülke arasında kamuoylarının siyasiler üzerindeki baskıları yoğunlaşmış ve diplomatik alanda sürdürülen mücadelenin giderek sertleştiği görülmüştür.

28 Ocak 1996 tarihinde Yunanistan’da hükümet baskılara dayanamayarak Kardak kayalıklarına askeri bir birliği göndererek Türk bayrağını indirtmiş ve ağır silahlarla takviye edilen birlik kayalıklardan büyük olanına konuşlanmıştır. Aynı gün Atina’daki Türk Büyükelçisi Yunanistan Dışişleri Bakanlığı’na çağrılarak kayalıkların Yunanistan’a ait olduğu ve yaklaşanlara ateşle karşılık verileceği uyarısında bulunmuştur.

Bu durum Türkiye’de tepkinin hangi düzeyde ve nasıl gösterileceği tartışmalarını başlatırken siyasilerin ve askeri kadronun üzerinde oydaştığı nokta, Yunan askeri varlığının ve bayrağının kayalıklardan uzaklaştırılması olmuştur. Gösterilecek tepkinin iki ülke arasında silahlı bir çatışmaya dönüşmemesi için duyarlılıkla hareket etmek ve çok yönlü düşünmek gerekmiştir. Sonuçta İnal Batu’nun önerdiği dikkate alınarak Kardak kayalıklarından üzerinde Yunan bayrağı dikilmiş olmakla birlikte asker bulunmayan küçük olanına Türk komandolarının çıkmasına karar verilmiş ve bu plan 31 Ocak 1996 tarihinde başarıyla uygulanarak Türk SAT komandoları ikinci kayalığa çıkmışlardır.

Türkiye’nin bu müdahalesi, esasta iki ülkenin soruna ilişkin inisiyatifinin eşitlenmesi anlamını taşımakla birlikte, beraberinde sıcak bir çatışma riskini ve sorumluluğunu da taşımaktadır. Nitekim, kriz sırasında devreye giren ABD, iki ülke arasında yürütmüş olduğu diplomatik arabuluculuk ile sorunun yumuşatılmasını, en azından, statüko öncesi duruma (status que ante) dönülmesini sağlamaya çalışmış ve bu çabaları başarılı olmuştur. 31 Ocak 1996 tarihinde her iki ülke silahlı güçleri aynı anda Kardak kayalıklarından çekilerek statüko öncesi duruma dönülmüştür Statüko öncesi duruma dönüşü sağlayan girişimlerde Türkiye’nin Kardak Kayalıkları’ndan küçük olanına asker çıkarması ve “Türk askerlerine herhangi bir saldırıda bulunulmadığı takdirde Yunan birliklerine ateş açılmaması talimatı verdiği ve Yunanistan’ın bayraklarını, askerlerini ve deniz ve hava kuvvetlerini kayalıklardan çekmesi durumunda Türkiye’nin de çekileceğini” açıklamış olmasının yanı sıra ABD’nin “ilk kurşunu atanın karşısında ABD’yi bulacağı”nı açıklamış olması da etkili olmuştur.

Kardak Kayalıklarına İlişkin Hukuki Tartışma

Figen Akat’ın Güllük Limanı’na çekilmesi ile tartışmalar yeni boyut kazanmıştır; Yunanistan 10 Ocak 1996 tarihinde Türkiye’ye yeni bir nota daha vermiştir. Bu notada Türkiye’nin iddiaları reddedilmiş, Türkiye ve İtalya arasında 1932 yılında imzalanmış bulunan ikili anlaşmadan dolayı Kardak (İmia) Adasının İtalya’ya ait olduğu, sonradan 1947 Paris Barış Antlaşması’yla Yunanistan’a bırakılan Oniki Adalar zinciri içinde yer aldığı dile getirilmiştir.

29 Ocak 1996 tarihinde Yunanistan’ın bu notasına cevap vererek daha önceki görüşleri tekrarlanmış ve Ege Denizi’nde  statüleri tam olarak saptanmamış tüm ada, adacık ve kayalıkların statülerine ilişkin görüşmelere gidilmesi isteğinde bulunmuştur.

Türkiye 29 Ocak tarihli notasında

belirtmiş olduğu görüşlere göre; 4 Ocak 1932 Tarihli Türk – İtalyan Sözleşmesi İkinci Dünya Savaşı öncesi koşullar çerçevesinde müzakere edilmiş ve Kardak Kayalıklarına ilişkin herhangi bir hüküm içermemektedir. Kardak Kayalıklarına ilişkin gönderme 28 Aralık 1932 Protokolü’nde yer almaktadır. Bu protokol ise, geçerlilik kazanabilmesi için gereken  hukuki süreç tamamlanmadığından hukuki geçerliliğe sahip değildir. Diğer yandan; Yunanistan 1947 Paris Barış Antlaşması’na ilişkin görüşmeler sırasında Oniki Adaların Yunanistan’a devredilmesi tartışılırken anılan metinlerin kendisi açısından da geçerli olmasını sağlayacak göndermelerin antlaşmada yer almasını önermiş fakat bu öneri kabul edilmemiştir. Dolayısıyla, 1947 Paris Barış Antlaşması’nda Kardak Kayalıkları’nın statüsüne ilişkin herhangi bir hüküm yer almamaktadır. Kardak Kayalıkları’nın Oniki Adalar’ı Yunanistan’a devreden Paris Barış Antlaşması’nın 14/1. Maddesinde “bitişik adacık” (adjacent islets) olarak değerlendirilmesi de mümkün değildir. Kardak Kayalıkları en yakın Yunan adasından 5.5 deniz mili uzaklıktadır. Bu bakımdan ne “bitişik” ne de “adacık” olarak kabul edilebilir. Oysa söz konusu kayalıklar Türk topraklarına 3.8 deniz mili uzaklıktadır ve Türkiye’ye aittir.

Türkiye’nin görüşüne göre, Yunanistan, Lozan Barış Antlaşması ve Paris Barış Antlaşması ile devredilen adalar üzerindeki egemenlik sınırlarını genişletme çabası içerisindedir. Bütün bunların ışığında, Ege Denizi’nde küçük adalar, adacıklar ve kayalıkların mülkiyetine ilişkin bir anlaşma henüz yapılmamıştır. Bu nedenle, Yunanistan’ın Ege Denizi’nde küçük adalar, adacıklar, kayalıkları yerleşime açma çabaları hukuki açıdan herhangi bir sonuç doğurmaktan ve hak kazandırmaktan uzaktır. Türk Hükümeti Ege Denizi’nde küçük ada, adacık ve kayalıkların mülkiyetini kararlaştıracak müzakerelere girişilmesine hazırdır; Bu müzakerelerden sonra karasularının sınırlandırılması sorunu da tartışılabilir ve karara bağlanabilir. Bu bağlamda, Türk Hükümeti aynı zamanda taraflara bölgede mevcut durumu kötüleştirecek tek taraflı girişimlerden uzak durulmasını önermekte, Kardak Kayalıkları’nda konuşlandırılmış bulunan Yunan askeri varlığının sona erdirilmesini ve tüm egemenlik işaretlerinin gecikilmeksizin kaldırılmasını istemektedir.

16 Şubat 1996 tarihli notasında

Yunanistan, 1932 Türk – İtalyan Anlaşması’nın ‘İkinci Dünya Savaşı öncesi siyasi koşullar çerçevesinde görüşülmüş olduğu’ iddiasının herhangi bir yasal önemi olmadığını belirterek; 28 Aralık 1932 tarihli Türk – İtalyan Anlaşması’yla ilgili yasal prosedürün  tamamlanmadığı ve bu nedenle Milletler Cemiyeti’nde tescil ettirilmediğine ilişkin iddiaya ilişkin olarak, 4 Ocak 1932 tarihinde karşılıklı olarak verilen mektuplarda kararlaştırılmış bulunan 28 Aralık 1932 tarihli Anlaşma, her iki tarafça Milletler Cemiyeti Sekreterliği’ne tescil ettirilmiş bulunan 4 Ocak 1932 tarihli Anlaşma’yı tamamlayıcı bir niteliktedir görüşüne yer ver vermiştir. Yunanistan’ın görüşüne göre, metnin kendisi ve mektup değişimlerinde açıkça belirtildiği gibi, 28 Aralık 1932 tarihli Anlaşma, üzerinde egemenliğe ilişkin herhangi bir tartışmanın bulunmadığı bir bölgede deniz sınırına ilişkindir dolayısıyla, taraflarca ayrıca onaylanmasına gerek yoktur.  Ayrıca, 28 Aralık 1932 tarihli Anlaşma’nın metninin tam bir uluslararası anlaşma metni olarak kabul edildiği metnin imzasından başlayarak taraflarca hemen yürürlüğe konulmuş olmasından da açıkça anlaşılmaktadır. Aynı nedenlerden dolayı, bu olayda Milletler Cemiyeti’nde tescil yapılmasına gerek duyulmamıştır. Bütün bunlar reddedilemez gerçeklerdir ve Yunanistan’ın yukarıda sözü edilen anlaşmaların geçerliliği konusunda herhangi bir şüphesi bulunmamaktadır. Bundan başka, 1932 – 1947 döneminde ve sonrasında İmia (Kardak)  kazasına kadar bu anlaşmaların geçerliliği konusundaki tutumunu değiştirmemiştir. Aynı noktalar İtalya ve Oniki Adalar üzerindeki egemenliğinin sürdüğü dönem için de gerçektir. Diğer yandan, sadece 1932’de değil aynı zamanda 1950’de Türkiye bölgede bir deniz sınırlamasının halihazırda var olduğunu kabul etmiştir. 1950 yılında İstanbul’da toplanan Ortadoğu Bölgesel Hava Seyir Toplantısı’nda kararlaştırılan İkinci Ortadoğu Bölgesel Hava Seyir Anlaşması bunu doğrulamaktadır. ICAO tarafından uygulanmakta olan İstanbul/Atina FIR sınır hattı, ilgili ICAO haritası ve 1953 yılında Ankara’da yayınlanan resmi Türk hava seyir haritasında görüleceği gibi, Türkiye’nin bölgedeki Batı sınırları ile aynıdır. Bu yönde bir sınırlandırma 1936 Montreux Sözleşmesi çerçevesinde ‘İstanbul Boğazı, Çanakkale Boğazı ve Marmara Denizi’nden geçen gemilerin seyirleri hakkındaki 1953 tarihli yıllık rapora ek resmi Türk haritasında da görülmektedir. Bütün bu haritalarda, diğer Türk ve uluslararası resmi haritalarda İmia (Kardak) Kayalıkları Yunanistan’a ait olarak görülmektedir.

1947 Paris Barış Konferansı sırasında 1932 anlaşmalarına özel bir gönderme yapılması yönünde Yunanistan’ın önerilerine ilişkin argümanlar konusuna gelince, 1947 Paris Barış Antlaşması metninde bu anlaşmalara bir gönderme yapılmaması bu anlaşmaların geçerliliğini etkilememektedir.

Yunanistan’ın görüşüne göre; İmia (Kardak) Kayalıkları Oniki Adalar’ın adalar, adacıklar ve kayalıklar bütününün  bir parçasıdır ve 1947 Paris Barış Antlaşması’nın 14. Madde 1. Paragrafında belirtildiği gibi bitişik adacık oluşturmaktadır. Bu durum İmia üzerinde açıkça İtalyan egemenliği kuran 28 Aralık 1932 Türk – İtalyan Anlaşması’nda kesinlikle tanınmıştır. Buna ek olarak, 1923 Lozan Barış Antlaşması’na göre İmroz, Bozcaada ve Tavşan Adaları dışında sadece Türk kıyılarından üç mil içerisinde kalan adalar üzerinde Türk egemenliği elde tutulmuştur. Buna göre, Yunanistan Türkiye’nin soruna ilişkin notasında dile getirmiş olduğu uzaklık gibi,  hukuk dışı kriterleri değil sadece uluslararası hukuk tarafından verilen egemenlik haklarını tanır. Adaların hukuki rejimi açıkça kararlaştırılmış ve üzerlerinde herhangi bir hukuki şüphe yoktur. Ek olarak, yerleşik olsun olmasın, birbirinden bağımsız olarak nasıl nitelendirilirse nitelendirilsin,  tüm adalar (adacıklar, kayalık adalar, kayalıklar vd- bu terimler hukuki değil sadece coğrafi çağrışımlar içermektedirler) büyüklükleri göz önünde bulundurulmaksızın hem 1923 Lozan Barış Antlaşması hem de 1947 Paris Barış Antlaşması tarafından aynı hukuki davranışa tabi tutulmuşlardır. Bu nedenle, yukarıda dile getirildiği gibi, tüm Ege bölgesinde adaların hukuki rejimine ilişkin herhangi bir boşluk kesinlikle bulunmamaktadır.

Tarafların hukuki ve siyasi yorumlarını içeren bu nota değişimleri sonucunda Ege’de rejim kuran antlaşmaların yorumlanmasında fikir ayrılıkları içerisinde oldukları  ortaya çıkmıştır. Bu arada Avrupa Parlamentosu, 15 Şubat 1996 tarihinde almış olduğu karar ile “1923, 1932 ve 1947 antlaşmalarına uygun olarak Kardak / İmia adacıklarının Oniki Adalar grubuna dahil olduğunu” belirtmiş, “Türkiye’nin Yunanistan’ın egemenlik haklarına yönelik tehlikeli tehditlerini” kınamış ve Türkiye’yi uluslararası antlaşmalara saygı göstermeye çağırmıştır.[18] Gerçekte Avrupa Parlamentosu’nun almış olduğu bu karar Kardak bunalımına bir anda Yunanistan – Türkiye arasında bir sorun olmaktan çıkarıp Türkiye ile Avrupa Birliği  arasında bir sorun haline getirebilecek bir nitelik kazandırmıştır. Alınan kararda Yunanistan’ın Avrupa Birliği üyesi olduğu, Ege Denizi’nde askeri gerilimin Türkiye tarafından tırmandırıldığı  ve Yunanistan’ın sınırlarının AB’nin dış sınırları olduğu vurgulandıktan sonra, AB üyelerinin, Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkilerin düzeltilmesinde etkin rol oynamaları, Türkiye’nin AGİT çerçevesindeki yükümlülüklerine sadık olması çağrısında bulunulmuştur.  Türkiye ise, Avrupa Parlamentosu’nun  almış olduğu bu kararı Yunanistan yanlısı bir karar olarak değerlendirmiştir.

Tarih sırasıyla bu antlaşmalar şunlardır;  18 Ekim 1912 Uşi Barış Antlaşması, 17/30 Mayıs Londra Antlaşması, 1/14 Kasım 1913 Atina Antlaşması, 13 Şubat 1914 tarihinde Yunanistan Hükümeti’ne tebliğ edilen Altı Büyük Devlet Kararı, 24 Temmuz 1923 Lozan Barış Antlaşması, 10 Şubat 1947 Paris İtalyan Barış Antlaşması.

Lozan Antlaşması’nın 6. Maddesi’ne göre; “…. İşbu Andlaşmada tersine bir hüküm olmadıkça, deniz sınırları kıyıdan üç milden aşağı uzaklıktaki ada ve adacıkları kapsar.”

Lozan Antlaşması’nın 12. Maddesi’ne göre; “İmroz ve Bozca Adaları  ile Tavşan Adaları dışında Doğu Akdeniz Adaları ve özellikle Limni, Semadirek, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya Adaları üzerinde Yunan egemenliğine ilişkin 17/30 Mayıs 1913 günlü Londra Andlaşmasının beşinci ve 1/14 Kasım 1913 günkü Atina Andlaşmasının on beşinci Maddeleri hükümleri uyarınca 13 Şubat 1914 günkü Londra Konferansında alınıp 13 Şubat 1914 günü Yunan Hükümetine bildirilen karar, işbu Andlaşmanın İtalya’nın egemenliği altına konulan ve on beşinci Maddede yazılı olan Adalara ilişkin hükümleri saklı kalmak koşulu ile, doğrulanmıştır. Asya kıyısından üç milden az uzaklıkta bulunan Adalar, işbu Andlaşmada tersine hüküm olmadıkça, Türkiye egemenliği altında kalacaktır.”

Lozan Antlaşması’nın 15. Maddesi’ne göre; “Türkiye aşağıda sayılan Adalar üzerindeki tüm hak ve senetlerden İtalya yararına vazgeçer: Bugün İtalya’nın işgali altına bulunan Astampalya (Astropalia), Rodos (Rhodes), Kalki (Calki), Skarpanto, Kazos (Casso), Pskopis (Tilos), Misiros (Misyros), Kalimnos (Kalymnos), Leros, patmos, Lipsos (Lipso), Sombeki (Simi) ve istanköy (Kos) Adaları ile bunlara bağlı olan adacıklar ve Meis (Castelerizo) Adası (2 numaralı haritaya bakılması).”

Lozan Antlaşması’nın 16. Maddesi’ne göre; “Türkiye işbu Andlaşmada belirlenen sınırları dışındaki tüm topraklar ile bu topraklardan olup gene bu Andlaşma ile üzerinde kendi egemenlik hakkı tanınmış bulunanlar dışındaki Adalarda –ki bu toprak ve Adaların geleceği ilgililerce saptanmış ya da saptanacaktır- her ne nitelikte olursa olsun, sahip olduğu hak ve senetlerden vazgeçtiğini açıklar.” İ. Soysal, Türkiye’nin Siyasal…, s.90.

Paris Barış Antlaşması’nın 14. Maddesi’ne göre; “İtalya işbu Andlaşma ile aşağıda belirtilen Onikiada’yı tüm egemenliği ile Yunanistan’a terkeder; yani, Stampalia (Astropalia), Rhodes (Rhodos), Calki (Kharki), Scarpanto, Cassos (Casso), Piscopis (Tilos), Misiros (Nisisros), Calimnos (Kalymnos),Leros, Patmos, Lipsos (Lipso), Simi (Symi), Cos (Kos) ve Castellorizo ve bitişik adacıklar.”

Bu konudaki tartışmalar için bkz; A. Kurumahmut (Y. Hazırlayan), Ege’de Temel Sorun…,

Milliyet Gazetesi’nde yer alan bir haberde, Ege’de 150’ye yakın ada ve adacığın, Osmanlı İmparatorluğu’nun halefi olması dolaysıyla, hukuki olarak, Türkiye’nin egemenliğinde sayılması gerektiğinden söz edilerek; Yunanistan’ın Ege’deki bazı ada ve adacıkları iskana açma çabalarının statüyü kendi lehine çevirme amaçlı olduğu vurgulanmıştır. “Ege’deki 150 Ada Osmanlı’dan Miras”, Milliyet, 6 Ekim 1998, s. 14. 3 Haziran 1999 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde yer alan bir habere göre ise, “Genelkurmay Başkanlığı, Türkiye kıyılarındaki ‘formasyon’ diye adlandırılan 152 adacık ve kayalık üzerinde hak iddia eden Yunanistan’a gerekli yanıtın 3 Haziran Avrupa Birliği Köln Doruğu’ndan sonra verilmesi için hazırlığını tamamladığı” haberi yer almıştır. Yüksek düzeyde bir komutana dayandırılarak verilen habere göre; “Bugün Ege’de toplam 3 bin 49 ada, adacık ve kayalık bulunuyor. Osmanlı İmparatorluğu’ndan sonra Ege Denizi2ndeki adaların sahipliği antlaşmalarla belirlenmiştir. Anlaşma metinlerinde adları geçmeyen bu adacıkların sahipliği Osmanlı İmparatorluğu’nun varisi olan Türkiye Cumhuriyeti’dir. Formasyon olarak tanımlanan bu tür adacık ve kayalıklardan kıyılarımızda bulunan 152 adanın aidiyeti ise Türkiye’nindir. Buna Kardak da şimdi Atina’nın sivillere bayrak diktirme girişiminde bulunduğu Angathosini adacığı da dahildir”. “Adacıklar Osmanlı Mirası”, Cumhuriyet, 3 Haziran 1999, ss. 1-17.

[5] “TSK Adayla İlgili Raporu Açıkladı  ‘Keçi (Platia)’ Bizim Adamız”, Cumhuriyet, 16 Mayıs 1999, ss. 1-8.

[6] Taki Berberakis, “Kayalıklarda İnat Düğünü”, Milliyet, 16 Mayıs 1999, s. 21; Barçın Yinanç, “Kardak’tan Sonra Plati”, Milliyet, 15 Mayıs 1999, s. 20; “TSK Adayla İlgili Raporu Açıkladı  ‘Keçi (Platia)’ Bizim Adamız”, Cumhuriyet, 16 Mayıs 1999, ss. 1-8.

[7] Lozan Antlaşması’nın 15. Maddesi için bkz; dipnot 143.

[8] Türkiye ve İtalya, aralarında sınır bölgelerinin saptanması konusunda çıkan görüş ayrılıklarını gidermek için, taraflar arasında 1928 yılında imzalanmış olan Türkiye – İtalya Tarafsızlık, Uzlaşma ve Yargısal Çözüm Antlaşması hükümlerine uygun olarak, 30 Mayıs 1929 tarihinde imzalamış oldukları bir tahkimname ile aralarındaki uzlaşmazlıkların çözümlenmesinde yargı yoluna başvurmuşlar ve Lahey Adalet Divanı’na gitme kararı almışlardır. Ancak bu tahkimnamenin sonucu alınmadan 1932 yılında yapmış oldukları Ankara Anlaşması ile sorunun çözümünde anlaşmışlardır.

tapu-orta

, Ankara: (Yayınevi yok), 1997; Ayrıca, http://mfa.gov.tr

Sözleşme hükümleri için bkz; İ. Soysal, Türkiye’nin Siyasal…, ss.340-343.

Sertaç Hami Başeren, “Ege’de Ada, Adacık ve Kayalıkların Uluslararası Andlaşmalarla Tayin Edilen Hukuki Statüsü”, Ege’de Temel Sorun / Egemenliği Tartışmalı Adalar, Y. Hazırlayan: Ali Kurumahmut, Ankara: TTK Yay. 1998, s.110-114.            Türk Dışişleri bakanı T. R. Aras’ın İtalyan Büyükelçisi Aloisi’ye yazmış olduğu 4 Ocak 1932 tarihli mektupta şu görüşlere yer verilmekte; “Bugünkü tarihte imzalamış olduğumuz anlaşma, aidiyeti şimdiye kadar aramızda tartışma konusu olan ada ve adacıkların deniz sınırlarının belirlenmesini, memnuniyetle ifade edeyim ki düzenlemiştir. Zaten Türk-İtalyan sınırının diğer bütün kısımları iki devlet arasında hiçbir anlaşmazlığa sebep olacak nitelikte değildir. Exselanslarından sınırın bu kısmının çizim işlemlerinin hemen ele alınmasını ve Kral Majeste Hükümetinin, Türk meslekdaşlarıyla konuyu görüşecek teknisyenlerin belirlenmesine hazır olup olmadığının bildirilmesini rica ederim”. İtalyan Büyükelçisi Aloisi, aynı tarihli cevabi mektubunda; “Bugünkü tarihte imzalamış olduğumuz anlaşma, aidiyeti şimdiye kadar aramızda tartışma konusu olan ada ve adacıkların deniz sınırlarının belirlenmesini, memnuniyetle ifade edeyim ki düzenlemiştir. Zaten Türk-İtalyan sınırının diğer bütün kısımları iki devlet arasında hiçbir anlaşmazlığa sebep olacak nitelikte değildir. Ekselanslarının bugünkü mektubuna cevaben bildiririm ki hükümetime sınırın bu kısmının çizimi meselesinin hemen ele alınmasını ve Türk meslekdaşları ile hemen temasa geçmek üzere teknisyenler belirlemesini teklif edeceğim.” Y. İnan, S. Başeren, Kardak Kayalıklarının Statüsü…, s. 14.

egeaydak

 

 

 

Yunanistan’ın işgal ettiği ada Türkiye adına tescilli çıktı”

 

Yunan bayrağı çekilen Aydın’ın sınırlarındaki Marathi Adası’nın 1933’te CHP tarafından Milletler Cemiyeti’ne Türk adası olarak ve ismen tescil ettirildiği yazdı.

Ege’de bulunan Marathi Adası’nın, 1933’te CHP tarafından Milletler Cemiyeti’ne Türk adası olarak ve ismen tescil ettirildiği yazdı.

Özlem Gürses’in haberine göre, Yunan bayrağı çekilen Aydın’ın sınırlarındaki Marathi Adası ile ilgili Birleşmiş Milletler Cenevre Ofisi ile iletişime geçen Milli Savunma Bakanlığı eski Genel Sekreteri emekli Kurmay Albay Ümit Yalım, adanın tescil belgesini talep etti.

Ofis yetkililerinin Marathi Adası’nın tescil belgesini ilettiği Yalım, şunları kaydetti:

“4 Ocak 1932’de Türk-İtalyan Sözleşmesi imzalandı. Sözleşmenin onay süreci devam ederken Türkiye, 1932’de Milletler Cemiyeti’ne üye oldu. Türk-İtalyan Sözleşmesi, 14 Ocak 1933’de TBMM tarafından kabul edildi ve 25 Ocak 1933 tarihli Resmi Gazete’de yayımlandı. Resmi Gazete’de yayımlanan Türk-İtalyan Sözleşmesi’nin 1’inci maddesinde, Marathi Adası’nın Türkiye’nin egemenliği altında olduğu belirtilmiştir. Sözleşme, 24 Mayıs 1933’te Milletler Cemiyeti Sekreterliği’ne tescil ettirilmiştir. Bu belge arşivlerde…”

Daha önce, Ege’de Türkiye’ye ait 17 ada ve 1 kayalığın işgal edildiği iddialarını da gündeme getiren Yalım’a göre, Marathi Adası işgal edilen 18’inci ada.

AK Parti hükümetinin “adacık ve kayalık” diyerek bu konuyu geçiştirmeye çalıştığını savunan Yalım şunları söyledi:

“Adacık ve kayalık diyorlar. Adacık değil ada. Uluslararası dokümanlarda da ada olarak kabul ediliyor. Amerikan ve İngiliz haritalarında da açıkça ada olarak geçiyor. Lozan Antlaşması’nın 15 maddesinde yer alan ‘adacık’ ifadesine bağlayarak, verilen 18 adayı bu adacıkların arasına sokmaya çalışıyorlar. Hükümet 2004 yılında AB’den müzakere tarihi alabilmek için bu adaları alenen Yunanistan’a verdi. Şimdi de AB olmasa da olur diyorlar. İşlenen günah çok büyük.”

 

 

YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Sıradaki haber:

DÜNYANIN ÖNDE GELEN İSTİHBARAT SERVİSLERİ /// CIA-MI6-MİT-BND-DGSE-MSS-ISIS VS…

HIZLI YORUM YAP

HIZLI YORUM YAP