Türklerin Göçleri ve Yayılmaları
Dünyanın en eski kıtası olan Asya, tarihî ve coğrafî bakımdan beş büyük kısma ayrılmıştır: 1. Kuzey Asya, 2. Doğu Asya, 3. Güney Asya, 4. Ön Asya, 5. Orta Asya.1 Bunlardan Orta Asya; kuzeyde Sibirya, doğuda Büyük Kingan (Kadırgan) dağları, güneyde Himalaya ve Hindukuş sıradağları, batıda da Hazar denizi ve Yayık (Ural) nehri ile çevrili büyük bir ülkedir. Türklerin ilk ana yurdunun Orta Asya’da bulunduğu ve dünyanın öteki yerlerine buradan yayılmış oldukları eskiden beri bilinmektedir. Ancak araştırmaların eksikliği ve yetersizliği yüzünden ilk ana yurdun yeri uzun süre kesin olarak tespit edilememiştir. XX. yüzyıl içinde arkeolojik buluntular, yazılı belgeler, destanlar, diller ve kültürler üzerinde yapılan yeni araştırmalarla ilk ana yurdun yeri hakkında birçok delil ortaya konmuştur. Fakat, bu yer için arkeologlar, tarihçiler, antropologlar, dilciler ve kültür tarihçileri hep ayrı ayrı yerler göstermişlerdir. Bunlardan hangisinin daha isabetli ve doğru bir görüş olduğu meselesine gelince, yazılı belgelerin bilgilerini diğer belgelerin bilgileriyle destekleyen tarihçilerin görüşünün bilim dünyasında daha ağır bastığı görülmektedir. Buna göre, Türklerin ilk ana yurdu, Altay2 ve Sayan (Kögmen) dağları çevresi ile bu dağların kuzey batı bölgeleridir. Fakat, diller üzerinde yapılan mukayeseli çalışmalarla Türk anayurdunun bu bölgelerle sınırlı kalmadığı, Türklerin buradan doğuya, batıya ve güneye doğru gittikçe yayıldıkları anlaşılmaktadır. Meselâ Türkler, M.Ö. 2 bin yıllarının ortalarından itibaren Altay dağlarından Ural dağlarına ve Yayık nehrine kadar olan geniş bozkır sahaya tamamen yayılmışlardır.3
Türklerin batıya doğru yayılmalarında Orta Asya’nın coğrafyası âdeta yön ve yol gösterici bir rol oynamıştır: Türk anayurdundan batıya doğru yayılan Türkler, Altay ve Tanrı dağlarının birbirine en çok yaklaştığı yerde batıya açılan bir düzlükle karşılaşmışlardır. Coğrafyacıların Cungarya, Türklerin ise Yarış Ovası adını verdikleri bu düzlük, tabiatın kavimlere açtığı âdeta bir kapı durumundadır. Bundan sonra Cungarya’nın hemen batısında ortaya çıkan Tarbagatay dağlık arazi ise, Türklerin önünde önemli bir engel teşkil etmemiştir. Tarbagatay’ı kolayca aşan Türkler, Kırgız bozkırı veya Turan ovası adı verilen bugünkü Kazak bozkırlarını tamamen kaplamışlardır. Bu duruma göre, Cungarya ile Hazar denizi arasındaki bozkır saha Türklerin ikinci anayurdu olmuştur.4
Kavimler, göç ve yayılmalarında genellikle aşılması güç dağ, nehir, orman ve deniz gibi tabiî (doğal) engellerden daima kaçınarak, kendilerine daima düz ve engeli az zeminler aramışlardır. Zira, büyük tabiî engeller hareketi ve ilerlemeyi zorlaştırdığı gibi, bazen de imkânsız hale getirmekteydi.
İpek Yolu, kavimlerin göç ve yayılmalarına tabiatın açtığı âdeta tabiî yol durumundaydı. Türk ana yurdundan çıkan Türk topluluklarının bir kısmı kuzey İpek Yolu’nu izleyerek, batıya doğru göç etmişler ve yayılmışlardır. Hun, Ogur (Oğuz), Dokuz Oğuz, Avar ve Ak-Hun gibi Türk toplulukları bunlardan bazılarıdır.5
- Orta Asya’nın En Eski Kültürleri ve Türklerin Yayılma Sahaları
- Göçlerin Sebepleri
- Tabii (Doğal) Âfetler ve Salgın Hastalıklar
- Nüfus Artışı ve Otlak Yetersizliği
- Siyasî Anlaşmazlıklar (İhtilâflar)
- Ağır Dış ve İç Baskılar
- Fetih Arzusu ve Yeni Vatanlar Kurma Fikri
- Milâttan Önce Orta Asya’nın Dışına Yapılan Türk Göçleri
- Milâttan Sonra Orta Asya’nın Dışına Yapılan Türk Göçleri
- Çin’e ve Hindistan’a Yapılan Türk Göçleri
- Karadeniz’in Kuzeyine, Balkanlar’a ve Orta Avrupa’ya Yapılan Türk Göçleri
- Kuzey Yolu
- Orta Yol
- yüzyıldan itibaren büyük kütleler halinde İslâm dinine giren bugünkü Türkiye Türklerinin ataları, XI. yüzyılın ikinci yarısına doğru kurdukları Selçuklu Devleti ile Orta Doğu İslâm dünyasına tamamen hâkim oldular. Hemen belirtelim ki, Selçuklu Türkleri, Orta Doğu İslâm dünyasındaki siyasî üstünlüklerine denk bir üstünlüğü kültürel alanda kuramadılar. Onlar, kendi dillerinde, millî ve manevî değerleri yaşatacak ve geliştirecek millî bir edebiyat meydana getiremediler. Sarayda, orduda ve kendi aralarında Türkçe konuşmalarına rağmen, edebiyatta, tarih yazıcılığında ve yerli halkı idare etme zaruretinden dolayı da resmî yazışmalarda Farsçayı, ilimde de Arapçayı kullandılar. Bu vaziyette, Selçuklu Türklerinin Orta Doğu İslâm dünyasında siyasî hâkimiyetleri devam etseydi bile uzun süre millî kültürlerini ve kimliklerini korumaları mümkün olamazdı. Hâkim kültürler karşısında Türk kültürü varlığını koruyamazdı. Türk toplulukları da büyük ölçüde Farslaşır ve Araplaşırdı. Nitekim Fars ve Arap coğrafyasında kalan Türklerin âkıbetleri hep böyle olmuştur.
- yüzyılın ikinci yarısından sonra yukarıdaki tehlikeli gelişmeyi önleyecek tarihî bir olay meydana geldi. 26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferi ile anavatan Orta Asya’dan binlerce kilometre uzaklıkta Türklüğün önüne yeni ve ebedî bir yurt açıldı. Zira Türkler, bu zaferden sonra 5-10 sene içinde Anadolu’nun büyük bir kısmını fethedip, burayı vatan haline getirmeye başladılar. Daha da önemlisi burada, Türk varlığını kökleştirecek ve devamlı kılacak birçok siyasî teşekküller meydana getirdiler. Bunların en önemlisi hiç şüphesiz Türkiye Selçuklu Devleti’dir. Fakat Türkiye Selçukluları da, hiç de zorlayıcı bir sebep olmadığı halde kültür politikasında Büyük Selçukluların yolunu izlediler. Yine devlet hayatında, edebiyatta, tarih yazıcılığında ve ilimde Farsça ve Arapça hâkim dil oldu. Bu yanlış kültür politikasına ilk tepki Anadolu Türkmen Beyliklerinden geldi. 1277 yılında yanına aldığı Selçuklu Şehzadesi Gıyâseddin (Alâeddîn) Siyâvuş ile Türkiye Selçuklu Devleti’nin merkezi Konya’yı ele geçiren Karamanoğlu Mehmed Bey, burada adı geçen Selçuklu şehzadesini tahta çıkarıp, kendisi de onun veziri olduktan sonra ilk icraatını kültürel alanda yaptı. Mehmed Bey’in bu kültürel faaliyeti “Divanda, dergâhta, bargâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil kullanılmayacak”57 şeklinde yayınladığı bir ferman idi. Mehmed Bey bu fermanla devleti ve toplumu yabancı kültürlerin boyunduruğu altından kurtarıp, Türkçeyi devlet ve toplum hayatında hâkim kılmak istedi. Ancak o, kendi fermanını kendi devrinde bile uygulama fırsatı bulamadı. Gerçekten de Karamanoğlu Mehmed Bey’in Dîvânı’ndan çıkarak günümüze ulaşmış hiçbir Türkçe resmî belge bulunmamaktadır. Buna rağmen bu ferman etkisiz kalmadı; Türk kültür tarihinde çığır açıcı bir rol oynadı. Her şeyden önce bu ferman, Selçukluların yerini alan Anadolu Türkmen Beyliklerinde büyük ölçüde Türkçeye dönüş hareketini başlattı. Türkçeye dönüş hareketi de, millî kültürün kaynağı olan millî edebiyatın X. doğmasında ve gelişmesinde başlıca rol oynadı. Gerçekten de Anadolu Türk beyleri, kendi çevrelerinde topladıkları ediplere ve bilginlere Farsça ve Arapçadan birçok eseri Türkçeye tercüme ettirdikleri gibi, onlara Türkçe ile eserler de yazdırdı lar.58