DOLAR

40,2592$% 0.13

EURO

46,7280% 0.07

STERLİN

53,9463£% 0.2

GRAM ALTIN

4.309,12%-0,18

ÇEYREK ALTIN

7.021,00%0,34

TAM ALTIN

28.001,00%0,34

ONS

3.335,67%0,36

BİST100

10.222,02%-0,03

BİTCOİN

4782277฿%1.63469

a
Kıymet TAYLAN

Kıymet TAYLAN

28 Kasım 2025 Cuma

    “Aç bırak, dinlendir, muhtaç et, süründür…”

    “Aç bırak, dinlendir, muhtaç et, süründür…”
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL


    Bu dört kelime bir dönemin değil, aslında bir zihniyetin özeti. Yönetme sanatı, toplumun ihtiyaçlarını karşılamak, refahı büyütmek ve adaleti tesis etmek üzerine kurulu olması gerekirken; ne yazık ki bazı dönemlerde bunun tam tersi anlayışların hâkim olduğunu görüyoruz.

    Bugün toplumun geniş kesimleri geçim derdine sıkışmış, temel ihtiyaçlarını bile karşılayamaz hale gelmişse; bu durum bir tesadüf değildir. Ekonomik politikalardan sosyal destek mekanizmalarına kadar uzanan hatalar zinciri, insanları adeta muhtaç bırakan bir yapıyı besliyor. Oysa devletin görevi vatandaşı güçlendirmek, ayağa kaldırmak, üretime, özgüvene ve umuda yönlendirmektir.

    “Aç bırak, muhtaç et” düzeni; en güçlülerin değil, en kırılganların sırtına yük bindirir. İnsanların bir lokma ekmeği hesaplar hale gelmesi, emeğin değersizleşmesi ve gençlerin geleceğe dair umudunu kaybetmesi sadece ekonomik bir mesele değil, aynı zamanda toplumsal bir alarmdır.

    Dinlendiriyoruz denilerek pasifleştirilen, süründürüyoruz denilerek yılgınlığa itilen bu anlayış, uzun vadede kimseye kazanç sağlamaz. Ne topluma, ne yönetenlere, ne de geleceğe…

    Gerçek kalkınma, insanı merkeze alan politikalardan geçer. İnsan onurunu zedeleyen uygulamalar ne reformdur ne de çözüm. Çözüm; adaletli paylaşım, şeffaf yönetim ve kimseyi muhtaç etmeyen bir düzen kurmaktır.

    Çünkü bir toplum ancak insanını güçlendirdiği ölçüde güçlüdür.

    Devamını Oku

    Aile Kavramı Enkazın Eşiğinde

    Aile Kavramı Enkazın Eşiğinde
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Son yıllarda en çok duyduğumuz cümlelerden biri şu: “Artık kimsenin kimseye tahammülü kalmadı.” Ne acı değil mi? Bir zamanlar sığınılan liman olan yuvalar, bugün en küçük fırtınada dağılan birer kağıt gemiye dönüşmüş durumda. Boşanma oranları hızla artıyor, aile dediğimiz o kadim kurum her geçen gün biraz daha yara alıyor.

    Eskiden insanlar bir masa etrafında oturmayı, konuşmayı, paylaşmayı bilirdi. Hatalar el birliğiyle düzeltilir, sorunlar birlikte aşılırdı. Şimdi ise her şeyin bir “tüketim kültürü”ne dönüştüğü çağdayız. Maalesef ilişkiler de buna dahil. Sabır eskisi gibi değil, fedakârlık unutulmuş, anlayış ise yerini hızla öfkeye bırakmış durumda.

    Maddi zorluklar, hayat pahalılığı, gelecek kaygısı… Evet hepsi ayrı bir yük. Ama asıl büyük yıkım manevi tarafta yaşanıyor. Birbirimizi dinlemeyi unuttuk. Empati kurmayı, karşımızdakinin derdini anlamayı, bir adım geri çekilip nefes almayı… Kültürümüz, örf ve adetlerimiz yıllarca aileyi ayakta tutan birer sütun gibiydi. Bugün o sütunların bir kısmı kırık, bir kısmı ise çatlak.

    Peki çözüm ne? Aslında cevap çok uzak değil. Bazen bir evliliği kurtaran şey büyük çözümler değil, küçük dokunuşlardır. Bir tebessüm, bir güzel söz, biraz sabır… Aile bir ekip işidir. Kimse tek başına kazanmaz, kimse tek başına kaybetmez.

    Eğer toplumsal yapımızın temelini sağlam tutmak istiyorsak önce evimizin kapısından içeri bakmalıyız. Çünkü güçlü toplum, güçlü aileden geçer. Aile ise ancak sevgiyle, saygıyla ve anlayışla ayakta kalır.

    Belki de şimdi kendimize şu soruyu sormanın zamanı geldi:
    “En son ne zaman sevdiklerimize gerçekten kulak verdik?”

    Devamını Oku

    Üniversiteli İşsiz Ordusu Yerine Üreten Bir Millet Olalım

    Üniversiteli İşsiz Ordusu Yerine Üreten Bir Millet Olalım
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Türkiye’de son yıllarda sayıları hızla artan üniversiteler, artık birer “diploma dağıtım merkezi” haline geldi. Her yıl binlerce genç mezun oluyor ama aynı oranda iş bulamıyor. Sonuç: umutla okuyan, yıllarını eğitime adayan ama mezun olduktan sonra işsiz kalan bir gençlik.

    Artık şu gerçeği kabullenmemiz gerekiyor:
    Her gencin üniversite okuması gerekmiyor.
    Eğitim sistemimiz sadece “okuyan” değil, üreten bireyler yetiştirmeli. Ortaöğretimden itibaren gençler mesleki eğitime yönlendirilmeli, yeteneklerine uygun alanlarda yetiştirilmeli.

    Bugün sanayiden hizmet sektörüne kadar birçok alanda ara eleman sıkıntısı yaşanıyor. Çırak, kalfa, usta yetişmiyor. Oysa bu meslekler bir ülkenin temel direğidir. Zanaatkarını, ustasını kaybeden bir toplum üretim gücünü de kaybeder.

    Üniversiteler elbette önemlidir. Ancak sadece bilimsel, teknik ve topluma doğrudan katkı sağlayan alanlarda güçlendirilmelidir. Tıp, mühendislik, hukuk, öğretmenlik gibi temel meslekler dışında, iş imkanı olmayan bölümler gözden geçirilmeli; kaynak israfına son verilmelidir.

    Üniversiteyi bitirip işsiz kalan milyonlarca gencin hayal kırıklığı, toplumsal bir sorundur. Bunun yerine, mesleğini eline almış, üretken, özgüvenli bir gençlik yetiştirebiliriz. Çünkü bir ülke, ancak üreten insanıyla güçlüdür.

    Kısacası; “herkes üniversite okusun” anlayışı yerine, herkes bir meslek sahibi olsun anlayışına geçme zamanı çoktan geldi. Aksi halde, diploma duvarı süsleyen ama iş bulamayan “üniversiteli işsiz ordusu” büyümeye devam eder.


    Devamını Oku

    Yerel Basın Can Çekişiyor: Halkın Sesi Sessizliğe Gömülüyor

    Yerel Basın Can Çekişiyor: Halkın Sesi Sessizliğe Gömülüyor
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Bir zamanlar mahallenin nabzını tutan, kentin sesini duyuran, halkın derdine tercüman olan yerel basın…
    Bugün ise adeta yaşam mücadelesi veriyor. Her geçen gün bir gazete daha kapanıyor, bir internet sitesi daha sessizliğe bürünüyor. Çünkü artık yerel basın ne duyanı var, ne de destek vereni.

    Yıllardır “demokrasinin dördüncü gücü” diye övülen basın, yerelde çoktan beşinci plana itildi. Büyük medya holdingleri dev reklam pastalarından paylarını alırken, yerel gazeteci çoğu zaman kira parasını bile denkleştiremiyor. Basım maliyetleri uçtu, ilan gelirleri düştü, okur ilgisi azaldı. Devlet ilan desteği desen o da ancak birkaçına ulaşıyor.

    Ama asıl sorun ne biliyor musunuz?
    Yerel basına inanç kalmadı.
    Ne yerel yöneticiler habere değer veriyor, ne vatandaş okuduğu haberin arkasında duruyor. Eleştiren basın dışlanıyor, sessiz kalan ödüllendiriliyor. Oysa gazeteci eleştirir, sorgular, araştırır. Alkış değil, adalet ister.

    Birçok ilçe gazetesi ya kapanıyor ya da “basın bülteni ofisi”ne dönüşüyor. Belediyeden gelen metinleri aynen yayınlayan, hiçbir satırını sorgulamayan yayın organları çoğaldı. Çünkü sorgulayanın telefonu bir daha çalmıyor, ilan kapısı kapanıyor.

    Yerel basının ölümü, aslında halkın sesinin kısılmasıdır.
    Kapanan her gazete, karartılan her mikrofon, sessizleşen her haber merkezi; bir ilçenin hafızasından silinen bir cümledir.

    Artık şu soruyu sormamız gerekiyor:
    Yerel basın mı öldü, yoksa biz mi onu yaşatmayı unuttuk?

    Devamını Oku

    Talanın Adı “Yatırım” Olmuş!

    Talanın Adı “Yatırım” Olmuş!
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Türkiye’nin akciğerleri bir bir sökülüyor.
    Her yaz yangınlarla kavrulan ormanlarımız, bu kez sessizce, baltasız, ateşsiz yok ediliyor. “Yatırım”, “tesis”, “doğal yaşam alanı”, “halkın hizmetine sunulan sosyal tesis” gibi süslü etiketlerin ardına saklanan bir talan düzeni büyüyor.

    İstanbul’un kuzeyinde, Boğazköy yolundaki Aden isimli bir yer var. Gidip gören bilir; eskiden nefes alınacak birkaç ormanlık alanımızdan biriydi. Şimdi ne mi var? Lokantalar, çay bahçeleri, eğlence alanları, ATV parkurları… Yani ormanın kalbine çakılmış kazıklar.
    Bir yanda kuş sesleri susturulmuş, diğer yanda kahkaha ve motor gürültüsüyle “doğa içinde eğlence” pazarlanıyor.

    Peki kim bu işin arkasında? Kim veriyor bu cesareti?
    Bir mahallede biri evine kaçak bir kat çıkarsa, devlet anında mühür vuruyor. Ama yüzlerce ağacın kesildiği, yeşilin griye döndüğü bir orman parçasına kimse dokunmuyor.
    Neden? Çünkü bu ülkede betonun lobisi, ağacın vicdanından güçlü.

    Orman Genel Müdürlüğü nerede?
    Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı nerede?
    Belediyeler, valilikler, zabıtalar, kim bu sessizliği satın almış?
    Bir ağacı kesenin hapis cezası aldığı söylenen bu ülkede, ormanı kesenin neden ödüllendirildiğini artık kimse açıklayamıyor.

    Bizler “orman yangınları” diye ağlarken, şehirlerin içinde sessiz bir yangın çoktan başlamış durumda.
    Bu yangının adı rant.
    Bu yangının dumanı, sadece ağaçları değil, adaleti de boğuyor.

    Belki bir gün bu ülke gerçekten “yeşilini” korumayı, sadece seçim meydanlarında değil, sahada da başarır.
    O güne kadar biz, kalan birkaç ağacın gölgesine sığınarak yazmaya, sormaya devam edeceğiz:

    Ormanlar kimin malı, talanın sahibi kim?

    Devamını Oku

    Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.