34,5467$% 0.18
36,0147€% -0.62
43,3470£% -0.52
3.005,41%1,48
2.705,79%1,29
9.549,89%1,94
04 Kasım 2024 Pazartesi
Ey milletim,
Ben Mustafa Kemal’im.
Çağın gerisinde kaldıysa düşüncelerim,
Hala en hakiki mürşit, değilse ilim,
Kurusun damağım, dilim,
Özür dilerim,
Unutun tüm dediklerimi,
Yıkın, diktiğiniz heykellerimi.
Özgürlük hala,
En yüce değer,
Değilse eğer,
Prangalı kalsın diyorsanız köleler,
Unutun tüm dediklerimi,
Yıkın, diktiğiniz heykellerimi.
Yoksa, çağdaş medeniyetin anlamı,
Orta çağa taşımak istiyorsanız zamanı,
Baş tacı edebiliyorsanız,
Sanatın içine tüküren adamı,
Unutun tüm dediklerimi,
Yıkın, diktiğiniz heykellerimi.
Yetmediyse acısı, şiddetin, savaşın,
Anlamı kalmadıysa,
Yurtta sulh, dünyada barışın,
Eğer varsa ödülü, silahlanmayla yarışın,
Unutun tüm dediklerimi,
Yıkın, diktiğiniz heykellerimi,
* *
Özlediyseniz fesi, peçeyi,
Aydınlığa yeğliyorsanız, kara geceyi,
Hala medet umuyorsanız,
Şıh’tan, şeyhten, dervişten,
Şifa buluyorsanız,
Muskadan, üfürükçüden,
Unutun tüm dediklerimi,
Yıkın, diktiğiniz heykellerimi.
* *
Eşit olmasın diyorsanız kadın, erkek,
Kara çarşafa girsin diyorsanız,
Yobazın gazabından ürkerek,
Diyorsanız ki, okumasın,
Kadınımız, kızımız,
Budur bizim alın yazımız,
Unutun tüm dediklerimi,
Yıkın, diktiğiniz heykellerimi.
* *
Fazla geldiyse size hürriyet, cumhuriyet,
Özlemini çekiyorsanız,
Saltanatın, sultanın,
Hala önemini anlayamadıysanız,
Millet olmanın,
Kul olun, ümmet kalın,
Fetvasını bekleyin, şeyhülislamın,
Unutun tüm dediklerimi,
Yıkın, diktiğiniz heykellerimi,
RAHAT BIRAKIN BENİ.
( Süleyman APAYDIN’ ın yazmış olduğu bu şiir alıntı olup, günümüzü çok güzel anlatmıştır.)
22 Nisan 2022 yılında kaybettiğimiz zamanın Hürriyet Gazetesi yazarlarından olan rahmetli Tufan TÜRENÇ, 11 Kasım 2005 yılında bu günleri tahmin ederek yukarıdaki şiiri köşesine taşımıştı.
Aynı zamanda kendisini de vesile ile yad ediyorum.
VE, YORUMU TAMAMEN SİZE BIKAKIYORUM. 04.10.2024
Öyle bir ülke olduk ki,
– Sokakta güvenliğimiz yok,
– Hastaneler ticarethane olmuş,
– Yeni doğmuş çocuklar ölüme terk edilerek SGK dolandırılmış,.
– Diyaliz hastaları üzerinden rant elde ediliyor,
– Eğitim ve sağlık tarikatlara ve derneklere terk edilmiş,
– İnsanlar askıda ekmeğe, pazarda çürük sebze ve meyvelere mahkum edilmiş,
– Meydanlar çetelere, mafyalara bırakılmış,
– Trafikte cinnet geçirmek üzereyiz,
– Kadın ve çocuklar sokak ortasında dövülüyor,
– Uyuşturucu ve silah kaçakçısı baronlarına vatandaşlık veriliyor,
– Uyuşturucu kullanımı ilkokullara kadar indi neredeyse,
– Ormanlar yakılıp, deniz sahilleri peşkeş çekiliyor,
– Kedi ve köpekler katlediliyor,
– Merkez Bankasının rezervleri erimiş ve kasa boşalmış,
– Tüm kurumlar tek adamın iki dudağına bırakılmış,
– Daha neler neler,
Sorarım size ülke olarak nereye gidiyoruz biz.
Denetimin olmadığı bir ülkede bunların hepsi kaçınılmazdır. Kimin eli kimin cebinde belli değil.
Basın, adalet, sivil toplum kuruluşları gibi önemli birimlerin hepsi siyasallaştığı bir ortamda bizlerde yaşamaya çalışmaktayız.
Milyonlarca işçi, memur, emekli, esnaf, çiftçi “ açız, geçinemiyoruz “ diye feryat ederken bunlara kulak tıkayan iktidar partisi “ yeni anayasa yapalım “ diye tutturuyor.
Amaçları ise, Cumhurbaşkanının görev süresini uzatmak ve iktidar değişikliği durumunda kendi döneminde yaşananların karşılarına çıkmasının önünü kapatmak,
Çünkü iktidarları boyunca yapılan hukuksuz tüm işlemlerin ileride hukuk yolu ile karşılarına çıkacağını tahmin ediyorlar.
Durum böyle iken iktidar partisi, ekonomik sorunu çözemeyip bütçe açığını kapatmak için “ bir gece ansızın gelebiliriz “ dediği İsrail için “İsrail saldırganlığı Türkiye’yi de içine almaktadır” diyerek pamuk eller cebe deyip, kol saatinden kredi kartlarına kadar hizmet bedeli adı altında gizli vergi toplama yoluna gitmeye kalkıyorlar
Ancak, toplumun tepkisi üzerine bu girişimlerini şimdilik geri çektiler.
İktidar yanlısı şirketlerin vergi borçları uzlaşma adı altında silinirken, fırıncılar fiş kesmiyor diyerek onları suçlu ilan ediyorlar.
İşsizliği önlemek için yeni istihdam yaratacak yatırımlar yapmaları gerekirken olan yatırımları satıp işsizliği önlemek için ucuz işçiliğin önünü açıyorlar. Suriyeliler, Afganlılar ve diğer sığınmacılar kayıtsız olarak ve ucuza çalışarak kaçak işçi statüsünde çalışıp işsizliği daha da artırıyorlar.
Daha bunlar yetmezmiş gibi “ Lübnan’dan gelenlere de kapımız açık diye açıklama yapıyorlar.
Ayrıca Almanya’dan her gün bir uçak dolusu sığınmacı gelecek ve bunun karşılığında Almanya bize para verecekmiş. Delirmemek elde değil.
Bu kadar olumsuzluğa rağmen iktidar partisinin oyları düştü demelerine karşın oyların halen % 25 – 30 lar da seyretmesine aklım hafızam almıyor.
Bu kadar olumsuzluğun olmadığı halde bunlardan önceki 57. Hükümet ortaklarını % 1 in altına düşürerek tarihe gömmüş toplum şimdi nerede diye sormak hakkımdır sanırım.
Nerede o toplum şimdi? 22.10.2024
Türkiye’de Genel Seçim ile Yerel Seçim çok farklı bir olaydır. Çünkü genel seçimde seçmen partiye oy verir, yerel seçimde ise kişiye oy verir.
Ancak 31 Mart 2024 tarihinde yapılan yerel seçim havası çok farklı idi. Seçmen gerek hayat pahalılığından, işsizlikten, adaletin olmadığından, yoksulluğun ve yolsuzluğun tavan yaptığı bir ortamda seçmen iktidarı uyarı amacıyla oylarını Cumhuriyet Halk Partisine (CHP) verdi ve CHP % 37,77 ve AKP ise % 35,49 oy alarak CHP çok ciddi bir rüzgar yakaladı. Bu 50 yıla yakın bir tarihi başarı idi.
Seçimde beni bu iktidardan kurtar diyen seçmenin uyarısını dikkate almayan CHP Genel Başkanı Özgür Özel ise bir televizyon kanalında aynen şunları söyledi. “Vatandaşın Talebi Erken Seçim Olursa Tabii Ki Ülkeyi O Uçurumun Kenarından Alacağız” açıklaması yaparak halkın sesini duyamadı.
Çünkü halk erken seçim isteyerek bu iktidardan kurtulmak istiyordu.
Vatandaş sana verdiği oylardan başka daha ne desin ki,
Dahası yara almış ve oy kaybına uğramış olan AKP’nin üzerine gidip daha da yıpratması gerekirken birinci parti olarak çıkmanın verdiği özgüven ve heyecanı ile CHP Genel Başkanı Sn. Özgür ÖZEL, Cumhurbaşkanı Sn. Erdoğan’dan randevu talep edeceğini ve ülkenin tüm sorunlarını anlatarak siyası bir yumuşama ortamı yaratmayı düşündü ve Cumhurbaşkanı Sn. Erdoğan ile 02.05.2024 gününe yani 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Gününün ertesinde görüştü.
Ancak bu görüşme Sn. Erdoğan tarafından cumhurbaşkanı sıfatı ile değil ikinci parti olarak seçimi kaybetmiş AK PARTİ GENEL BAŞKANI olarak kabul edildi, Çünkü arkasında cumhurbaşkanı forsu YOKTU ve yerine AKP Amblemleri vardı.
Bu CHP Genel Başkanı Özgür Özel ‘in ilk hatasıydı.
Ayrıca konuşmalarında bir muhalefet partisi lideri olarak kendi yapması gerekenleri Sn. Erdoğan’ı hedef alarak onun yapması gerektiğini söylemesi çok yanlış bir siyaset yapısıydı. Ana muhalefet partisi lideri olarak bu yapılması gerekenleri sen göstereceksin.
Bunun haricinde gidip Erdoğan’ın ceketini giymesi ayrıca bir görsel hataydı.
Atatürk’e ve İnönü’ye iki ayyaş diyen,
Diploma sorunu devam eden,
Yüksek Seçim Kurulunun 2.500.000 mühürsüz oyu geçerli sayarak cumhurbaşkanı seçtiren,
Anayasa’da bir kişinin “iki kez den fazla cumhurbaşkanı seçilemeyeceği” hükmü varken ve anayasaya uymayarak üçüncü kez seçilen kişiyi ayağa kalkarak bunu meşrulaştırması,
Hataların en büyüğü idi.
Bunları göre göre ve bile bile Genel Kurulda milletvekillerini ayağa kaldırarak Cumhurbaşkanını karşılatması onu meşrulaştırmaktan öteye gitmemiştir.
Sonuçta sanırım seçmenin CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in bu performansından çok memnun değil.
Sn. Özgür Özel’in “ yumuşama ve normalleşme “ kavramlarını artık bir kenara bırakması gerekir.
Çünkü iyi giden ne var ki yumuşama ve normalleşme olsun.
Ancak şu bir gerçek ki, CHP Genel Başkanı Sn. Özgür Özel için seçmen tarafından verilen süre dolmak üzere olup, yıpranma süresi başlamakta olduğunun farkına varsın isterim.
Çünkü her gün yapılan bir takım anketlerde görülüyor ki, CHP oy kaybına uğramakta ve karasızların oyu yükselmektedir.
Son günlerde yapılan anketlerde kararsızlar hariç CHP oyu % 22,8 ve AKP oyu ise 21,1 civarında gözükmektedir.
Kararsızların oyu dağıtılınca ise CHP’ nin oyu % 33,1 e ve AKP’nin yu ise % 30,7 e yükselmektedir.
Bu neyi gösteriyor derseniz, CHP oy kaybediyor,
Yani 31 Mart 2024 de aldığı % 37,77 olan oyu % 33,1 düşüyor demektir.
Bu neyi gösteriyor derseniz seçmenin Sn. Özgür ÖZEL’in performansından pek memnun değil.
Bana göre 09. EKİM 2024 günü yapılan Grup Toplantısındaki Sn. Özel’in performansının aynen devam etmesini temenni ediyorum.
Gerçekten görmek istediğimiz performans o olmalıdır diye düşünüyorum.
SERT, CİDDİ ve KARARLI.10.10.2024
30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMININ 102. YILI ANISINA
Bu yazımı 30 Ağustos Zafer Bayramının 102 yılını kutlamak ve Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ ü anmak adına bu alıntıyı sizlerle paylaşmak istedim.
Bu yazı, aynı zamanda tüm liderler için örnek olacak bir alıntıdır.
Prof. Dr. İlhan BAŞGÖZ
TÜBA şeref üyesi olan Prof. Dr, İlhan BAŞGÖZ, 1921 Sivas’ da doğmuş ve 13 Nisan 2021 günü 100 yaşında Ankara’da vefat etmiştir.
Türk folklor araştırmacısı ve yazar olup, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nin Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde okudu.
Aşağıda yazmış olduğum alıntıyı Şikago Başkonsolosluğunda düzenlenen törende Sayın BAŞGÖZ tarafından okunacakken kendisinin RAHATSIZLANMASI nedeniyle BAŞKONSOLOS Umut Acar tarafından izleyenlere okunmuştur…
“ BEN CUMHURİYETLE YAŞITIM, size ANLATACAKLARIM yalnız duyup işittiklerim, okuyup öğrendiklerim değil, aynı zamanda kendi hayat hikâyem olacaktır.
CUMHURİYET YEDİ BÜYÜK SAVAŞIN ARDINDAN KURULMUŞTUR.
1856 Kırım,
1877 Osmanlı Rus,
1892 Yunan,
1911 Trablus,
1912 Balkan,
1914-18 Birinci Dünya Savaşı ve nihayet,
1920-22 KURTULUŞ SAVAŞI.
Bu savaşlardan yalnız sonuncusu ZAFERLE BİTMİŞTİR. AMA bu zafer vatandaştan yalnız canını ve kanını istememiştir. VATANDAŞTAN atını, arabasını, çorabını, kağnısını, keten bezini, pencere demirini ALARAK bu SAVAŞ KAZANILMIŞTIR.
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NA NİÇİN GİRDİĞİMİZİ, bugün bile bilmiyoruz. AMA kardeşlerini bu savaşa kurban veren, AVŞAR KADINI BİLİYOR ve parmağını ALAMAN’A uzatıyor:
“Mektup saldım da varmadı,
Tel vurdum aynı gelmedi,
Alamanya harbeylesin,
Gayri kardaşım kalmadı…”
SAVAŞ yılları OSMANLI İmparatorluğu’nun EKONOMİSİNİ tümden HARAP etmiş, ekin tarlada çürümüş; toprak tohumsuz, evler erkeksiz kalmıştır.
Kağnıya ve sabana koşulacak hayvan, çiftin sapına yapışacak erkek yokluğunda çifte, hayvan yerine kadınlar koşulmuştur.
Bu çöküşün en gerçekçi destanını, hemşehrim Şarkışlalı Serdari yazmıştır.
Bu uzun destandan dörtlükler veriyorum,
“Tahsildar da çıkmış köyleri gezer
Elinde kamçısı fakiri ezer
Yorganı döşeği mezatta gezer.
Hasırdan serilir çulumuz bizim…
Evlat da babanın sözün tutmuyor,
Açım diye çift sürmeye gitmiyor,
Uşaklar çoğaldı ekmek yetmiyor,
Başımıza bela dölümüz bizim.
Benim bu gidişe aklım ermiyor
Fukara halini kimse sormuyor
Padişah sikkesi selam vermiyor
Kefensiz kalacak ölümüz bizim…”
Savaş yılları, TÜRK AYDINLARININ en yiğit, en idealist, en eğitimlilerini ÖLÜME SÜRMÜŞ, onlar geri gelmemiştir.
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NIN FELAKET TABLOLARINDAN BİRİNİ unutamıyorum.
Bu tabloda TARSUS TREN İSTASYONU’NDA BİR KADIN görünür.
Ordu, KANAL BOZGUNUNDAN dönmektedir. Çul çaput içinde, hasta perişan, VAGONLARDA çuvallar gibi istif edilmiş, bir ASKER döküntüsü. AK SAÇLI BİR ANA, yazması omuzuna düşmüş, saçları darma dağın, bir vagondan ötekine koşarak FERYAT EDİYOR:
“ MEHMET’İMİ GÖRDÜNÜZ MÜ? “
Mehmedim nerede? Mehmedimi gördünüz mü?”
Falih Rıfkı ATAY DİYOR Kİ:
“ANA BİZ SENİN MEHMEDİNİ KUMARDA KAYBETTİK .”
TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN TALİHSİZLİĞİ çökmüş bir ekonomi ve harabeye dönmüş bir memleket üzerine kurulmasıdır.
BÜYÜKLÜĞÜ DE BUNDANDIR.
16 MAYIS 1919’da İstanbul’dan ayrılan BANDIRMA VAPURU bu çöküşü tersine çevirecek bir umudu taşıyordu.
Bu umudun adı MUSTAFA KEMAL PAŞA’ dır. Üçüncü ordu müfettişliğine tayin edilen PAŞA İstanbul’dan ayrılıyordu.
Yanında 12 kişiden oluşan Erkan-ı Harbiye’sinden başka kimse yoktu. Karadeniz’in azgın dalgaları ile sarsılan Bandırma vapurunda MUSTAFA KEMAL PAŞA ARKADAŞLARINA ŞUNLARI SÖYLÜYORDU:
“ BUNLAR işte böyle yalnız demire, çeliğe, silah kuvvetine dayanırlar. Bildikleri şey yalnız maddedir! BUNLAR hürriyet uğruna ölmeye karar verenlerin kuvvetini anlayamazlar. BİZ, ANADOLU’YA NE SİLAH NE CEPHANE GÖTÜRÜYORUZ; BİZ İDEAL ve İMAN GÖTÜRÜYORUZ!.”
Bandırma vapuru ile bu küçük grup 19 MAYIS 1919’da SAMSUN’A ÇIKINCA bir şarkı söylüyorlardı:
“Güneş ufuktan şimdi doğar yürüyelim arkadaşlar…”
O tarihlerde, UFUKTAN GÜNEŞİN DOĞACAĞINI DAİR HİÇBİR İŞARET YOKTUR. Tersine memleket bir zifiri KARANLIKTIR.
-Adana FRANSIZLAR, Urfa, Maraş, Antep İNGİLİZLER tarafından İŞGAL EDİLMİŞ,
Başkent İSTANBUL İTİLAF DEVLETLERİ’NİN İŞGALİNDE,
Antalya ve Konya’da İTALYAN birlikleri bulunuyor.
Merzifon ve Samsun’da İNGİLİZ ASKERLERİ var.
15 Mayıs 1919’da YUNAN birlikleri İZMİR’ e çıkmış; Batı Anadolu’nun verimli topraklarından memleketin kalbine doğru İLERLEMEKTE…
DAHASI VAR.
CUMHURİYET, MEMLEKETİN EN ÖNEMLİ GELİR KAYNAKLARINI YABANCI ŞİRKETLERİN ELİNDE BULMUŞTUR.
Demiryolları, limanlar, önemli tarım ve ticaret alanları, bayındırlık tesisleri, gümrük ve maliye gelirleri büyük BATILI ŞİRKETLERİN ELİNDEDİR.
*TÜRKİYE CUMHURİYETİ BU ŞİRKETLERİ birer birer SATIN ALMIŞTIR…
İZMİR-AYDIN DEMİRYOLU, 2 milyon İngiliz pounduna satın alınınca ÖĞRETMENİMİZ ÖDEV VERMİŞTİ, sevincimizi dile getirmeliydik.
Ortaokul öğrencisi idim, ÖDEVİMİN BAŞLIĞI “Demir yolumuz, bağımsızlık yolumuz” İDİ.
TÜTÜN REJİSİ 4 milyon Frank’a SATIN ALININCA, bu sefer ayınkacılar BAYRAM ETMİŞTİ. Ayınkacı tütün yetiştirici demektir.
KÖYLÜMÜZ yetiştirdiği tütünü eşeğine yükleyip, pazara indiremezdi. TÜTÜN ille de bir yabancı TEKELE, bu tekelin BİÇTİĞİ FİYATTAN SATILACAKTI. İNDİRSE kaçakçı sayılıyor, ya HAPSE ATILIYOR veya TÜTÜN KOKULARI ile çatışıyor ve vuruluyordu.
Bir ayınkacı türküsü şöyle der:
“Hacılar köyüne bastığım oldu,
Tütünümün dengi yastığım oldu,
Aman dostlar bakın benim çareme,
Tütünün tozunu basın yareme…”
CUMHURİYET savaşlardan çıkıp da, EKONOMİK GELİŞMESİNE ODAKLANlNCA 1930 DÜNYA EKONOMİK BUHRANI PATLAK VERİR.
BUHRANIN TÜRKİYE’YE ETKİSİ, tarım ürünleri ve meyveyle sınırlı olan DIŞSATIMI VURMASI olur.
BUĞDAYIN kilosu 15 kuruştan 3 kuruşa düşer. KÖYLÜ gelirinin bu kadar düştüğünü gören** MUSTAFA KEMAL ATATÜRK, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne şöyle bir *TEKLİFTE BULUNUR:
Ben, 1929 yılından itibaren Cumhuriyetle beraber iyili kötülü olayların içinde çalkalandım.
SİZE söyleyeceklerimin bir kısmına ben TANIK OLDUM. Bunların arasında beni çok ETKİLEYEN BİR OLAY var.
Mustafa Kemal ATATÜRK 1937 yılında SİVAS LİSESİ’NDE benim bulunduğum SINIFA GELDİ.
ATATÜRK adı etrafında oluşan efsanenin etkisindeyiz. Gözleri o kadar kuvvetli imiş ki gözlerine bakan çarpılırmış.
İlkin korka korka, GÖZLERİNE BAKIYORUZ. Çarpılmadığımızı görünce o mavi gözlere 45 dakika doya doya baktık.
Dersimiz HENDESE İDİ. (Yani GEOMETRİ).
ATATÜRK, dişçinin kızı SAADET’İ TAHTAYA KALDIRDI.
Geçen derste MÜSELLESLERİN nasıl eşit sayılacağını okumuştuk. SAADET bunun için tahtaya iki MÜSELLES çizdi. Biz o vakit ÜÇGENE, MÜSELLES derdik.
SAADET müsellesin kenarlarına alfa, beta ve gamma harflerini koydu. ATATÜRK’ün BİRDEN KAŞLARI ÇATILDI ve SAADET’E, “NEDEN YUNAN HARFLERİ KULLANDIĞINI” sordu.
SAADET, “hocamız böyle yazdı, ben de onun için kullanıyorum” DEYİVERDİ.
Matematik hocamız müdür Ömer Bey sınıfta idi. ATATÜRK, AYNI SORUYU ONA SORUNCA ÖMER BEY, topu BAKANLIĞ attı.
BAKANLIK bir kitap göndermişti, onda BU HARFLER KULLANILMIŞTI.
*ATATÜRK KİTABI İSTEDİ o SAYFAYI buldu, YIRTIP YERE ATTI. Sonra gidip parmakları ile YUNAN HARFLERİNİ SİLDİ yerine “ABC” yazdı.
BİZE;
“Arkadaşlar TÜRK ALFABESİ matematik terimlerini de İFADE ETMEYE YETERLİDİR. ” dedi.
ARADAN BİR HAFTA GEÇMEDEN “ABC’li YENİ KİTABIMIZ” geldi.
ATATÜRK DİLİN SADELEŞMESİNE ve halkın, aydınların dilini anlamasına çok ÖNEM verirdi…
HALKÇILIK onun inanışında kuru bir slogan değildi. HALKIN arasına karışmaktan çok hoşlanırdı.
Bir gece ATATÜRK kayıp, polis ve jandarma seferber olmuş her tarafı ARAMIŞ TARAMIŞLAR. ATATÜRK YOK. Sabaha yakın ONU SAMANPAZARl’NDA bir KAHVEDE, HALKA KARIŞMIŞ, ZEYBEK OYNARKEN bulmuşlar… “
Sonuç olarak MUSTAFA KEMAL ATATÜRK sadece bizim değil tüm dünyanın saygı duyduğu ve örnek aldığı bir DÜNYA LİDERİDİR.
İSTER KABUL EDİN, İSTERSENİZ DE ETMEYİN.26.08.2024
Ekonomi, insanların yaşayabilmesi için üreten ve ürettiklerini bölüştüren ve bu faaliyetlerinden doğan ilişkilerinin bütünü olarak kabul edilir.
Bu nedenle, ekonomi ile ilgili çalışmalarda temel kavramlar arasında arz, talep, fiyat, maliyet, kâr, üretim ve istihdam gibi unsurlar bulunmaktadır.
Kişisel ekonomi yönetimi dediğimizde ise akıllara ilk gelen şey PARA ve paranın yönetimidir.
Şuanda ülkede EKONOMİ BAKANI olmadığından üretime yönelik bir çalışma maalesef yapılmamaktadır.
Ancak onun yerine para politikasını uygulayan finansa dayalı Hazine ve Maliye Bakanlığı ve onun başında bakan olarak atanan bir Mehmet ŞİMŞEK bulunmaktadır.
AK Parti hükümeti olarak Türkiye’de ilk olarak 2011 yılında 61. Hükümet içinde EKONOMİ BAKANLIĞI kuruldu ve ilk Ekonomi Bakanı da Zafer ÇALAYAN oldu. 2018 yılında 66. Hükümetin kurulmasıyla da kaldırıldı.
İktidar bu bakanlığı kaldırmayıp liyakatli bir Ekonomi Bakanı atamış olsaydı enflasyonla nasıl mücadele edilir hep beraber görürdük.
Şuan ki iktidarın başında bulunanlar enflasyonu ekonomi biliminin gereği şekilde kontrol altına almak varken, cezalarla, zabıtaları marketlere göndererek, soğan depolarını basarak fiyatları kontrol altına almaya çalışmaktadırlar.
Ülkenin başında bulunan ve bir türlü indirilemeyen enflasyonun iki kaynağı vardır;
– Talep kökenli enflasyon
– Arz kökenli enflasyon.
Arz kökenli enflasyonda önemli olan ülkede yaşayan insanlara yetecek ve gerekli ihtiyaçlarını karşılayacak mal ve ürünlerin üretilmesidir. Yani ÜRETİM ŞART.
Talep kökenli enflasyon da ise, yapılan üretimin talebi karşılaması gerekir. Şayet bu ürettiğimiz mal ve ürünler talep miktarını
karşılayamıyorsa piyasada az bulunan bu mal ve ürünlerin fiyatı artacaktır.
Bunun en önemli sebeplerinden en önemlisi ise demografik yapının değişmesidir. Yani iktidar olarak ülkede yaşayan 85 milyon vatandaşın varken sen bu ülkeye 10 milyona yakın sadece tüketen Suriyeli, Afganlı, Pakistanlı gibi göçmenleri toplarsan arz – talep dengesini bozarsın ve enflasyonun önüne geçemezsin.
AK Parti iktidarı ne yaptı, ülkedeki tüm üretime yönelik milli servetleri satıp vatandaşın ihtiyacını dışarıdan ithal ederek karşılama yolunu seçti.
Sonuç ortada.
* * *
Şuanda, kişisel ekonomi dediğimiz finans yönetimi, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet ŞİMŞEK’ e bırakıldı.
O da üretimin önceliği olan ekonomi modelini tercih etmeyip kişisel ekonomi modeli dediğimiz para politikası modelini tercih etti.
Bu yönetim sisteminde devlet harcamalarını karşılayacak gelirin olmadığından ve kasanda da para ve parayla ölçülebilecek değerler bulunmadığından bu giderleri karşılayabilmek için ya içeriden veya dışarıdan faizle borç para bulman gerekmekte ya da ülkedeki harcamalarda tasarrufa yönelip ve ayrıca da tüm mal ve hizmetlere zam yapman gerekmektedir.
Bu yöntemde de yapılacak hamleler eşitlik ilkesi çerçevesinde ve sınıf ayılmadan yapılmalıdır.
Kamuda tasarruf tedbirleri diyerek sadece kamu personellerinin yeme içme ve ulaşım giderlerinde tasarruf uyguluyorsun ama saray ve çevresindeki şatafata sesin maalesef çıkamıyor.
Kamuda tasarruf tedbirlerinden sonra sıra vergi paketlerinde istikrar adı altında vergi artışlarına gidiyorsun ve vatandaşa ek vergi uyguluyorsun.
Emekliye, asgari ücretliye ara zam yapmıyorsun ama onlara vereceğin zammı partililere ikinci, üçüncü maaş olarak onlara ödüyorsun. (Hatta Mehmet Şimşek’in kendi ekibinde bile tek maaş alan bulunmuyor.)
Engellilere sunulan ÖTV kaldırıyorsun ama yandaş şirketlerin vergilerinde defalarca indirime gidiyorsun.
Dünyanın vicdanı olmaya davet ediyoruz diyerek insani yardım adı altında ihtiyacı olan ülkelere para göndererek en çok yardım yapan ülke sıralamasında birinci oluyorsun ama kendi ülkemizde yaşayan yardıma muhtaç insanlara vicdan gösteremiyorsun.
Garsonun bahşişinden medet umuyorsun.
Ve daha niceleri.
Bu acı reçetenin tüm faturasını vatandaşın sırtına yüklenmesi adaletsizliğin ve haksızlığın ta kendisidir.
O zaman Mehmet Şimşek’e, sormak isterim, yapılan bu tasarruftan ve vergilerden toplanan paralar nereye harcanacağından çok, kimin ve kimler için harcanacak.
Sarayın uçaklarına mı? Korumalara mı? Yoksa sayısını bile bilmediğimiz danışmanlara mı?
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek bir ekonomist olmayıp sadece para politikasını iyi bilen bir finans uzmanıdır.
Bu ülkenin ekonomisi ancak üretim yaparsa düzlüğe çıkar. Bunu hangi ekonomiste sorarsanız sorun aynı cevabı alacaksınız. Öyle “ faiz sebep, enflasyon sonuç veya Nas varken sana bana ne oluyor “ demelerle bu iş olmaz.
Buralara nasıl geldik ve neden bunlara ihtiyaç duyuyoruz derseniz, bunun tek bir cevabı vardır. O da koskoca bir ülkede ben ekonomistim diyen tek kişinin karar vermesidir.
Son olarak bütçenin açığının sebebi emekliler diyerek onlara SOSYAL ATIK olarak bakan AKP iktidarına sesleniyorum, onlar bu ülkede yaşayan 16 milyon insandır ve bir hapşırırlarsa hepiniz nezle olursunuz.
Bunu sakın unutmayın.25.08.2024