DOLAR

34,3088$% 0.2

EURO

37,3788% -0.06

STERLİN

44,2627£% 0.14

GRAM ALTIN

3.030,02%0,33

ONS

2.745,97%0,09

BİST100

8.863,88%-1,58

Erol DEMİR

Erol DEMİR

07 Ağustos 2024 Çarşamba

    EĞİTİMLE HUZURLU BİR TOPLUMA

    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Toplumun huzurundan bahsedebilmek için önce toplumu oluşturan en küçük birim ailenin ve bireylerinin huzurunu temin etmek gerekiyor. Bir kişi huzurlu olmak için ne ister diye sormadan önce huzurun ne anlama geldiğine bakalım. TDK’ya göre huzur; dirlik, baş dinçliği, gönül rahatlığı, rahatlık ve erinç anlamına gelmektedir. İnsanın her anlamda kendini kısa süreli iyi hissetmesi durumu sevinç ve mutluluk gibi gelip geçici anlık hazlarla huzuru karıştırmayalım.
    Huzur öncelikle kişinin duygu olarak hissedeceği akıl-ruh-beden açısından bir sağlık durumu sonrası ulaşılmış haldir. İnsan neden huzurlu olduğunu anlatırken sıralanacak olanlar ise ihtiyaçlar hiyerarşisinde bulunanlara sahip olmakla başlayacağı söylenebilir. Kişinin huzurlu olabilmesi için öncelikle temel ihtiyaçlardan olan yeme-içme-giyinme ve barınmanın sağlanmış olması beklenir. Başını sokacağı bir evi-yuvası ya da kalabileceği/yaşayabileceği güvenli bir ortamı olmalıdır. Sonra bu temel ihtiyaçları sürekli olarak kendisinin sağlayabilmesi için bir işi/geliri olmalıdır. Vasıfsız insanların da iş bulması mümkündür ancak sosyal statü, ait olma ve kendini gerçekleştirme aşamalarında meslek sahibi olmak bu basamaklara ulaşmayı kolaylaştıracaktır.
    Eğitim, huzurlu bir toplumun inşasında en önemli araçlardan biridir. Huzurun devamı için sosyal düzenin sağlanması, korunması ve sürdürülmesi yanında tabii afetler gibi her türlü olumsuzluklarla başedebilmek için de eğitim çok önemlidir. Huzuru ararken huzursuzluk kaynaklarını bilmek ve olabildiğince ortadan kaldırabilmek için de eğitimli bir toplum olmak şarttır. Huzurlu bir toplum için devletin ve organlarının ülkede dirliği temin etmesi ve adaletli yönetmesi gerekir. Sonrasında bireylere sağlanmış huzurlu ortamda kişilerin yapması gerekenler başlar.
    Vatan topraklarında yaşayan ve milleti oluşturan fertlerin her biri, devlet dairelerindeki hizmet uygulamalarında ve kanun önünde eşit muamele görmesi temeldir. Ülkelerin, milletlerin ve toplumların hedefleri öncelikle tüm üyelerinin temel ihtiyaçların rahatlıkla karşılayabilmesi en önemlisi de kendini güvende hissetmesini sağlamak olmalıdır. Kişilerin yaşadığı toplumda başkaları tarafından rahatsız edilmeyeceğine, haksızlığa uğramayacağına, hakkını aramak için devlet dairelerinde ve adalet önünde eşit muamele göreceğine inanması gerekiyor. Bunun için tüm mahkemelerde “Adalet, mülkün temelidir” yazmaktadır.
    İnsanlığın yüzyıllardır ortak hedefi olan “Nasıl daha iyi bir toplum olabiliriz?” konusunu sürekli düşünmeli ve ortaya çıkan/çıkacak yeni durumlara hazırlıklı olmalıyız. Sorumluluklarını bilen ve yerine getiren şuurlu bir toplumun huzura ulaşması daha kolay olacaktır. İnsanlık tarihi boyunca uzun süren huzurlu bir dönem olmuş mudur? İnsanın kendi eliyle huzuru bozduğu, savaşları çıkarttığı ve doğayı tahrip ettiği, daha konforlu yaşamak için elindekiyle yetinmediği de bilinen bir gerçektir.
    Bugünün belki de en önemli sorunu sağlıklı bir ailenin kurulması, korunması ve sürdürülmesi olmalıdır. Ekonomik yaşam şartları insanları daha çok çalışıp kazanmaya zorlarken kendine ve aile bireylerine ayırması ve paylaşılması gereken zamanı azaltmaktadır. Gençlerin üniversite bitirmeye, yüksek lisans yapmaya, çeşitli kurslarla işe girmeye hazırlanmasına ekonomik koşullar da eklenince evlilik yaşı gittikçe artmakta, evlilik oranı düşmekte, boşanmalar artmakta, ayrı yaşamlar tercih edilmeye başlamaktadır.
    Âlemleri içinde de insanları Yaradan Allah, bizlere dünyada yol göstermek ve huzurla yaşayabilmemiz için uyarıcı olarak Peygamberlerini görevlendirmiş ve ilahi mesajlarını ulaştırmış. Son hak din olarak inandığımız “İslâm” dini  kelime anlamı, selâmet, kurtuluş, barış, huzur, emniyet, teslimiyet ve rahata ermek demektir. İslâm dini, sadece geldiği insan topluluğu değil tüm âlemlere dünya ve diğerlerinde canlı cansız tüm mahlûkata hitap eder. Kitabımız Kuran-ı Kerim, insanlara bu dünyada misafir olduklarını ve geçici bu hayat için tavsiyelere uymaları halinde ham burada hem da ebedi âlemde huzur bulacaklarını söyler.
    Bu mesajları tüm dünyaya anlatmak isteyen atalarımız inançlarına hayata geçirmek için tasarladıklara medeniyet tasavvurlarını “Nizam-ı Alem” ve “Kızıl Elma” olarak isimlendirerek Hakkı ve adaleti tüm dünyaya ulaştırma çabasında olmuşlar. Tarihimizde devlet teşkilatı, yasa ve töreler toplumu dengede tutan temel unsurlardı. Gücünü Hak’dan aldığını düşünerek adalet ve hakkaniyetle hükmeden yöneticiler hâkimiyeti olabildiğince sağlamışlardır. Dünya devleti idealiyle mücadelesini sınırlar ötesine paylaşım-adalet-eşitlik ilkeleriyle taşımaya çalışmışlardır.
    Âlimler tarih boyunca huzurlu bir toplum olmanın yolunun erdemli insan yetiştirmekten geçtiğini söylüyor. Bu sayede insan olduğunu unutmadan tüm canlılara karşı saygılı davranan bireylerin erdemli toplumu oluşturacağı varsayılmıştır. Erdemli insanlar için ailede, toplumda ve okulda/eğitimde değerlerimizi yeni nesle aktarmak gerekiyor. Sevgi, saygı, sabır, dürüstlük, çalışkanlık, hoşgörü, paylaşmak, fedakârlık, vefa, sadakat ve ahlak gibi değerleri benimsetmeliyiz. Huzuru daha zengin ve güçlü olmakla bulamayacağımızı kanaatkâr ve paylaşmak da gerektiğini öğretmeliyiz. Manevi olarak güçlü olan toplumların bağlarını daha da güçlendirerek varlıklarını uzun süre huzurla sürdürmeleri mümkündür. Tüm bunlar öğrenilebilecek önemli hasletlerdir.
    Salgın ve deprem afetleri bize insan olarak aciz olduğumuzu bir kez daha göstermiştir. Türk aile yapımız bu zamana kadar bizi savaş ve afetler gibi tüm zorluklarda paylaşım ve dayanışmayla ayakta tutarken modern şehir yaşamı büyük kentlerde hayatı sürdürebilmenin zorlukları gittikçe birbirimizden uzaklaştırmaktadır. En yakınlarımızla bile bırakalım telefonu sosyal medya veya diğer mesajlı iletişim araçları üzerinden görüşür olduk. Aynı evde bile çocuklar ve eşleri oyalayan sosyal medya, birlikte vakit geçirme ve ortak yaşantıyı sınırlayarak tehdit etmektedir. Suskun kalıp elimizde bir telefon bir köşede oturmakla zamanla asosyal-yalnızlaşmış kişilere dönüşüyoruz.
    Art niyetli gruplar bu mecralardan kitleleri kötü amaçlarına yönelik mesajlarla bilgi çarpıtma, yanıltma haber, hileyle yönlendirme ve propagandayla yönlendirebiliyor. Paylaşımlarla özel yaşam ihlal edilirken kişisel veriler izinsiz paylaşılıyor. Kötü bildiğimiz olayları sürekli görerek duyarsızlaşabiliyoruz. Güzel dilimiz ve kültürümüz bu süreçte yozlaştırılıyor. Aile sofrası, sadece mideyi değil ruhlarımızı da besleyen günlük sevinçlerimizi-dertlerimizi paylaştığımız değerli ortam ve zamandır.
    Öte yandan insanoğlu hiçbir eksiği ve üzüntüsü olmadığı durumlarda bile sahip olduklarınla yetinmeyi bilmeyen, sürekli daha fazlasına sahip olmaya çalışan psikolojik bir varlıktır. Demek ki kişisel huzur için önce zihinsel ve ruhsal olarak kendimizi doğru kodlamalıyız. Kimileri bir lokma ve bir hırka ile mutlu ve huzurlu iken kimileri de zenginlik içinde mutsuz olabiliyor. Düşüncelerimiz, duygularımız, alışkanlıklarımız ve önyargılarımız bizi yönetiyor. Hatta günümüzde başkalarının hakkımızda düşündükleriyle bile kendimizi yoruyoruz. Her insan kendine özel yaratılmışsa herkes kendi kişisel huzurunu bir arada yaşayarak nasıl sağlayacağını bulabilir. Acaba bu arayış onu insan-ı kâmile mi ulaştırır kim bilir.
    Dünya gerçeklerini gözardı etmeden yeniden milli-manevi-ahlaki-kültürel değerlerimize uygun eğitime önem vererek, ailenin sağlıklı ve güçlü olmasını sağlamalıyız. Geçmişe göre daha çok konfora, yiyeceklere-giyeceklere-imkânlara sahipken mutluluğumuzun arttığını söyleyemiyoruz. Mutluluğun almak değil vermek/paylaşmak ve değer katmak olduğunu mu unutuyoruz acaba.
    Gördüğüm kitapların önce isimleri, kalınlığı, kapak rengi ve tasarımı dikkatimi çeker. Elime aldığımda önce içindekileri, önsöz, takdim ve arka kapaktaki mesajı okurum. Geçenlerde bir okul müdürü meslektaşım, masasında gördüğüm Prof. Dr. Ahmed Güner Sayar tarafından yayına hazırlanan “İnsanlığın Huzuru” isimli kırmızı bez ciltli, üçyüzyirmialtı sayfalık onaltı farklı yazarın hazırladığı bölümden oluşan bu kitabın dikkatimi çektiğini görünce bana hediye etti. Okuduklarım size bu satırları yazmama ve paylaşmama vesile oldu.
    Huzur hakkında kitaplar, romanlar, şiirler yazılmış felsefeciler yüzlerce yıldır kafa yormuş, psikologlar insanlara tavsiyelerde bulunmuşlar. Bu konuda sihirli bir reçeteye sahip olduğunu iddia eden olsa da milyarlarca insanı mutlu ederek huzurlu bir dünya inşa etmek hak dinlerin iddiaları dışında belki de bir hayal. Buna rağmen birey olarak önce kişisel sağlamlığımız ve mutluluğumuzla ailemize ve içinde yaşadığımız topluma sorumluluğumuz devam ediyor.
    Ben her zaman olduğu gibi mesleki eğitimin huzurlu bir topluma kavuşmada etkili olduğunu düşünüyorum. Meslek sahibi olanların bir işi, işi olanların kazancı, evinde yiyeceği, sırtında giyeceği ve bir geleceği olduğuna inanıyorum. İş sahibi insanlar üretir ve işiyle uğraşır. Yaptığı mal ve hizmetle insanların bir ihtiyacını gideren onun mutluluğu yanında üretenin kendisi de mutlu olur. Mesleğe ve mensuplarına aidiyet ise işini otokontrol içinde düzgün yapmasını sağlar. Kimseye muhtaç kalmadan el açıp dilenmeden yaşamak insani bir onur sayılır. Huzuru uzakta ve dışarıda aramayalım. Huzur bizim içimizde.

    Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.